Belirli bir kesimin lider olarak kabul ettiği, eski bir siyasetçinin mezarı başında bir anma töreni gerçekleşiyor. Mezarın önündeki sandalyelerde önemli şahıslar oturuyor; onların hemen arkasında daha genç ve duruşlarından onların sağ kolu gibi bir pozisyonda oldukları belli olan ayrı bir grup ayakta duruyor; hemen arkasında yine önem sırasına göre önden arkaya doğru dizilmiş bir kalabalık var. Saygınlık hiyerarşisinin bir başka portresi; bir çok yerde görülebilecek olağan bir görüntü.
Derken bir kahraman beliriyor. Öyle bir kahraman ki, sadece varlığıyla tüm dengeleri değiştirebiliyor. Toplumun kişiye kattığı statüyü yok sayarak, insanı bambaşka bir düşünce silsilesine sürüklüyor. Bize, birbirimizi üstün ya da alçak gösteren önem sıralamasını sevgiyle yok ediyor.
Çünkü o, çok güçlü. Çünkü o, bir kedi.
Kendi yağında kavrulacak kadar gelişmiş, aynı zamanda nüfusun çok fazla olmadığı küçük bir ilçede doğdum; büyüdüm. Babam öğretmen, annem de aynı okulda memur olduğundan; okul sıraları, gelişimimin en yakın gözlemcisiydi diyebilirim. Müdüründen hademesine herkes teyzem, amcamdı. Memleketim küçük bir yer olduğu için iş yerinde de, okulda da, sokakta da aynı insanları görürsünüz. Herkesin eğitim seviyesi, yaptığı iş, oturduğu ev, kazandığı para farklıdır; ancak içtikleri çay aynıdır, yaptıkları sohbet aynıdır. Diyorum ya, küçük yer; o yüzden kendi elit kesiminizi isteseniz de yaratamıyorsunuz. Memuru da, zengini de aynı yerden alışveriş yapıyor. Akşam birbirlerine misafirliğe gidip çocuklardan bahsediyorlar. Gençlerin arasındaki arkadaşlıklar da bu şekilde büyüyor.
Küçük yer derken yanlış anlaşılmasın; bahsettiğim şey nüfus değil, paylaşım. Onlar, beraber çay toplayan, beraber fındık ayıklayan insanların çocukları, torunları. Kardeşin önemlisi önemsizi olmaz; kardeş kardeştir. İşte öyle bir şey oradaki yaşam. Ne ilginçtir ki; insan yüreği, doğaya yakın durdukça güzelleşiyor. Betona hasret duyanın yüreği de beton oluyor. Bu yüzden insan, deresiyle insan oluyor; ağacıyla insan oluyor; kedisiyle insan oluyor.
Üzerinde durduğunun mezar olduğundan ve hatta mezar kavramından bihaber kedi merakla kalabalığa ilerliyor. Daha önemli, daha önemsiz insan demeden kucaklara omuzlara çıkıyor; sevgi dileniyor. O hüzünlü günde herkesin yüzüne gülücük kondurmayı başarıyor ve bunu yaparken fark gözetmiyor. Videoyu izlerken hayata karşı bir yabancılaşma yaşıyorum. “Neden?” diye soruyorum kendi kendime. Neden bu kadar yoruyoruz kendimizi? Her şey bu kadar basitken, neden kendimizi gruplara ayırıyoruz? İnsanlara hak ettikleri saygıyı gösterebilmek için mi? Hiç sanmıyorum. Çünkü saygınlık, hiyerarşik bir düzen değildir. Saygı duymak, tamamen içinizdeki insanlıkla ve olgunlaşma sürecinin sonuç vermesiyle alakalıdır. Bunun için ne bir baskıya, ne de bir düzene ihtiyacımız var.
Doğrular yaratmaya çalıştığımız bir düzen içerisinde fazla kalabalık yaratıyoruz bazen; yönümüzü kaybediyoruz. Paketin süsüne o kadar kapılıyoruz ki, içindeki hediyeyi unutuyoruz. Saygı ve sevgiyi iki ayrı bölüm gibi işliyoruz. Oysa saygı ve sevgi birbirini besleyen şeylerdir. Aramıza soğuk uçurumlar çekerek saygıyı yaratamayız. Birbirimize cesur adımlarla yakınlaşmalıyız. Tıpkı kedi gibi…
Bence herkese bir kedi lazım. Evine olmuyorsa da, yüreğine lazım.