Datça Günlükleri – II

Datça günlüklerinin ilki için tıklayınız.

Tarladan Öz Çekim

Bir baktım domatesler kızarmış. Yeşil olan, daha çok dönmüş yüzünü güneşe. Mısırlar, olmaya varmış ve püskül saçlarını havalandırıyor rüzgâr. Biberler çifte kavrulmuş, birbirlerine sıkıca sarılmış bekliyorlar aynı anda dalından koparılmayı.  Toprak gururlu ve tüm cömertliğiyle hizmet ediyor, olmaya çalışan tüm canlılara.

Sonra ben şair oluyorum gördüklerim karşısında. Kendi yazdıklarımdan çok yazanlara varıyorum bir anda. Şiirler filizleniyor ruhumun topraklarında. Yaşadıkça anlıyorum, anladıkça sarılıyorum anlamlara. İnsanlar da domatesler, biberler, mısırlar gibi bıraksalar ya kendilerini hayata. Hiçbirinin farklı olma derdi yok. Geçmeye çalışmıyor biri diğerini, bilakis birlikte eşlik ediyorlar oluşuma.

datca-gunlukleri-ii

Bir bütünlük ve beraberlik hâkim tarlada. Aynı toprağı, kendilerinin dışında birçok canlıyla paylaşıyorlar. Böcekler, solucanlar, sinekler, kelebekler, karafatmalar, kırkayaklar… Bazıları zarar verse de onlara yine de umutla sarılıyorlar olmaya. Farklılık diye bir kavram yok. Biri diğerini yok saymıyor, kendisine benzemediği için toprağını parsellemiyor.

img_9942

An kavramını en iyi sebzelerden ve onların yapraklarında soluklanan canlılardan öğreniyor insan. Büyük bir olgunlukla ve hiç şikâyet etmeden kâinata ve insana hizmet ediyorlar.

img_9939

Sebze tarlasında dolaşırken bir kavuna rastlıyorum. Rengi sararmış, ha oldu ha olacak. Güneşten kavurmuş teninin üzerinden bir de çekirge sürüsü geçmiş belli. Biraz yağmur biraz da kurak almış fakat her şeye rağmen öyle bir tutunmuş ki toprağa, oluşuna ramak kalmış. Başında durdum ve düşündüm; hüzün ve acı her yerde var.  Bu oluşumun olmazsa olmaz kuralı. Onlara nasıl baktığımız ve ne kadar etkilendiğimiz önemli belki de. Paul Eluard’ın ‘Aydınlık’ adlı şiiri dile geliyor bu bilge kavunun görüntüsünde;

Hiçbir vakit tam karanlık değil gece
Kendimde denemişim ben
Kulak ver dinle
Her acının sonunda
Açık bir pencere vardır.
Aydınlık bir pencere
Hayal edilecek bir şey vardır
Yerine getirilecek istek
Doyurulacak açlık
Cömert bir yürek
Uzanmış açık bir el
Canlı canli bakan gözler vardır
Bir yaşam vardır yaşam
Bölüşülmeye hazır.

img_0567

Karanlık anlar da oluşumun sebepleri; yeter ki sen ardından aydınlığın geleceğini bil.

 “Ne olursa olsun var olmaktan başka hiçbir şey umurumda değil” der gibi duran kavun ne çok şey hatırlatıyor durduğunu sandığım yerde.  Birbirimize “akıştayım tamam”  mesajını verirken ne kadar da yanıldığımı anlıyorum, zamanın durduğu bu yerde.  Akışta olmak, eğlenceye dalmak, boş vermek, bırakmak, kimseyi düşünmeden, kendi içine kaçmak demek değil ki…

 “Kendine dön, kendini bil” sözlerinin içindeki “Tanrı’yı bul” diye yüreğinize aratırsanız anlayacaksınız bunun bir kendine tapınma planı olduğunu.

img_0568

Kapitalizmin, yeni dünya projesinin bir alt yapısı. Kendine doğru gitmek, “Ben herkesten farklıyım, şimdi kendimi sana ve her şeye kapatıyorum” anlamına geldiğinde sadece kendini seven bir bencillik çıkıyor insanın karşısına.  Oysa an dediğimiz şeyin içinde insan yok. Sen yoksun, ben yokum sadece koca bir boşluk var.  Zihnindeki her şeyi beş saniyelik de olsa silen, erteleyen bir boşluk. Dünyayı bir tarafa bırakıp, sınırları kaldıran bir boşluk.  Sıfatın, başarın, büyük duruşun, markan, malın, neye sahip olduğun ve bunlarla yaşadığın gurur hepsi anlamsız ve değersiz burada. Ne tuhaf değil mi? Her şeye sahip olsan da bu tarafa geçerken her şeyi bırakman gerekiyor; kendini de… 

img_0540

Sebze tarlasının içinde dolaşırken ana rastlıyorum. Ne kadar da küçük kalıyorum kocaman biberlerin, salatalıkların, domateslerin arasında. Oluşlarına tanıklık ederken, duruşları derinden sarsıyor beni. Rüya gibi bir anın içinde boşlukta sallanıyorum. Aşıkların şarap dedikleri o sarhoşluğu küçük bir an da olsa yaşıyorum. Bugüne dek yaşadığım tüm anlara bedel bir mutlulukla sarhoş sarhoş düşünüyorum. Hacı Bayram Veli’nin şiiri geliyor aklıma ve bir bulmacanın dikey bir satırını çözmüş gibi seviniyorum.

Bilmek istersen seni,

Can içinde ara canı

Geç canından bul anı

Sen seni bil sen seni

Bayram özünü bildi,

Bileni anda buldu,

Bulan ol kendi oldu,

Sen seni bil, sen seni.

Hepimiz bir tarlada olmaya çalışan birbirinden farklı sebzeler ve canlılar gibiyiz.  Kimimiz sararmaya durmuşuz, kimimiz henüz hamız, kimimiz ise olmaya can atıyoruz. Farklı renklerde, farklı türlerde, farklı şekilde ama aynı yola yürüyoruz zamanın içinde, aynı yöne yürüdüğümüzün farkında olmadan…

Hayat, bazen hayal ettiğimiz gibi gelişmeyebiliyor. Bizim için hayal edilmiş başka hikayeler yaşayacağımızdan belki de. Herkes birbirine görevli bir toprak gibi. Hüzünlerle, acılarla, sevinçlerle, hayallerimizle, bilinmezliklerle kalbimizi açıyoruz her güne. Bir yüzümüz hep umuda dönük; kimimiz olmak, kimimiz olduğumuz gibi kalmak, kimimiz ise daha iyisine varmak için bir çiçek gibi açıyoruz gözlerimizi her sabah. Çoğumuz bir şeyleri bekliyoruz yaşamak için. Mucize beklerken, her gün bir mucize ile uyandığımızı fark etmeden. Dünya işlerine öyle kapılmışız ki, yan odada uyuyan evladımızın, yanımızda uyuyan eşimizin, her an kalbimizden yükselen, sayfalarımıza düşen evliya, şair, yazar ve düşünür seslerinin, tarlamızda aşkla ötüşen çekirgelerin, balkonumuzda yetişen çiçeklerimizin, mutfağımıza gelen biberlerin, domateslerin… Yani sahip olduğumuz her şeyin ve en önemlisi her sabah hediye gibi açtığımız gözlerimizin  birer şükür ve  mucize olduğunu fark edemiyoruz bile.

An her an yeni bir oluşumla ruhumuza merhaba diyor.  Rüzgarla eteğimizden çekiştiriyor, anlamazsak, güneşiyle tenimize değiyor. Bazen kardeş, bazen dost, bazen sevgili, bazen sessizliği ile onu fark etmemizi istiyor. Bunun için de dikkatle dinlememizi bekliyor. Zihnimizdeki hesapları değil, kalbimizden yükselen sesleri.  Eğer dikkatle dinlersek, biberde domateste gülde, günebakan çiçeğinde, bulutta, yıldızda, tabiatın tam ortasında açılır belki AN çiçeği…

Kalbimden geçenleri önce aklıma sonra da kaleme alıyorum. Bir daha bu anı ne zaman yaşayacağımı bilmeden.  Ayı kendime gece lambası yapmak için heyecanla bekliyorum. Yaşadığımı heyecanla anlatmak istiyorum, elimdeki telefonu ve kendimi bıraktığım an yaşadıklarımı. Bana sunulanların şükründe daha da çok bilmek isteyerek kendimi, rüya sandığımı, anlamı…

Bugün tüm varlığıyla “her yeni an, yeni bir oluşum ve mucize her yerde” dedi saçlarını rüzgarla savuran bir mısır koçanı

Yanında sevdiği olanlar, bebeğini kucağına alanlar, çocuklarının ayak sesleriyle güne başlayanlar, çayını, kahvesini dostuyla, iş arkadaşıyla yudumlayanlar, kapısını doğaya, bahçeye, komşuya açanlar…

Her gün farkında olmadan yüzünü mucizeye dönenler, çifte kavrulmuşlar, rüzgârı, güneşi, yağmuru, geceyi, gündüzü nefes alarak karşılayanlar…

Anın içindeki hikmetleri kucaklayanlar;  yanındakini, anındakini, elindekini, kalbindekini yaşayanlar. Yaşadıkça anlayanlar, anladıkları için şükredenler. Rağmen hayata tutunanlar, var güçleriyle hayata asılanlar…

Mucizenin farkında mısınız?  Değilseniz, zihninizden geçen ayak izlerini silip, en yakınınızda bulunan bir tarlaya yalınayak girmenizi öneriyorum. 

“Şimdi nereden bulacağım vakti ve tarlayı?” demeyin, atın kendinizi en yakınınızdaki bir tarlanın ortasına. Tabiat kitabının içinde gelişelim birlikte. Bir zeytin dalı uzanacak içinize ve sonsuza kadar bir barış imzalayacaksınız kendinizle. Bir yaprak kadar dinlenecek, bir kelebek kadar özgür hissedeceksiniz kitabın sayfalarına ayracınızı koyarken.

Ben bugün bir mısır koçanı kadar mutlu, huzuru ay’a asmak için bekliyorum.

Kalbiniz bir domates kadar kırmızı, ömrünüz toprak gibi bereketli olsun. 

Sevilay Acar

Önceki İçerikZamanda Alışveriş
Sonraki İçerikYönelişler- Kâşifin Yolculuğu

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz