Tüm iş dünyası deneyim ekonomisi üzerinden işlemeye başladı. Yapılan her satış, verilen her ürün veya hizmet bir deneyim içeriyor. İçermiyorsa da çok fazla ayakta kalamıyor. Deneyim başlıyor ve bitiyor. Doğası gereği böyle olmak zorunda; dolayısıyla deneyim varsa zaman devreye giriyor. Başlıyor, bazen anında bazen de sonra paylaşılıyor. Sosyal medyanın bize sağladığı muazzam beceri ile gerçek zamanlı veya banttan video yayınlayabiliyor, fotoğraf halinde paylaşabiliyoruz. Fotoğrafı da süsleyerek mevcut deneyime ilave değer de yaratabiliyoruz.
Her şey harika, oysa arka planda işlev gören bilinçaltımız bizi bir kısır döngü içerisine sokuyor. Deneyim olumluysa zihin yeniden arzulamaya başlıyor. Olumsuz ise kaçınmaya çalışıyor. Gerçi zihin, yüz binlerce yıldır böyle çalışıyor. Ancak hiç zaman deneyim hayatımıza bu denli girmemişti ve bu kadar kolay ve etkili bir yolla paylaşılmıyordu. Deneyim ve zaman ve dolayısıyla düşünce devreye giriyor. Bir yemeğin tadını yaşamak, tat olmak yerine o yemeğin fotoğrafları çekiliyor, filtreden geçiyor ve hop bir sürü insanın ekranına düşüyor. Sanki her gün somon ve karides yeniyormuş gibi bir izlenim dönüp durmaya başlıyor. Bu da yetmiyor; kim beğendi, kaç kişi beğendi, kim gördü ve beğenmediye kadar gidiyor iş. Hatta daha detaylı raporlar veren programlar bile çıkmış piyasaya.
Basit bir fotoğraf veya deneyimin paylaşılması neden bir sıkıntı olsun ki? Her deneyim ardından zihinde hafızada yer alıyor. Asıl amacı bizi hayatta tutmak olan beynimiz günümüz koşullarında çok fazla fiziksel tehlike ile karşı karşıya kalmasa da aynı mekanizma ile çalışıyor. Acıyı azalt, ödülü çoğalt. Bunun için hafızayı kullan. Her durumu hafızadaki bilgi ve deneyim ile karşılaştır. Deneyim olduğunda karşılaştırma otomatik olarak devreye giriyor. Bu da bir düşünce yaratıyor. Düşünce de duygularımızı. Her “beğeni (like)” sonra dopamin salgılanıyor çünkü bunu bir ödül olarak görüyor. Dopamin ile kısa süre bir mutluluğa ulaşmak mümkün ancak etkisi uzun süreli sosyal ve fiziksel bağlar gibi kalıcı olmayan dopaminin diğer bir yan etkisi ise, her seferinde daha fazlasına, ihtiyaç duymak. Dolayısıyla doyma noktasına ulaşmak imkânsız.
Zihin bu mekanizma ile zaman yanılsamasını besler. Geçmiş deneyime bağlanır, kıyaslayarak gelecekte aynısını veya daha iyisini arzular. Bizi sürekli olarak andan uzaklaştırır. İçimizdeki bölünmeler ve çatışmalar bizi zorlamaya başlar. Olmuş olanlar olması gereken arasındaki fark bizi böler. Zamana bağımlı düşünceler hayatı tam olarak yaşamamıza engel oluşturur.
“Düşünüyorum öyleyse varım”, yerini “Deneyimliyor ve paylaşıyorum, öyleyse varım”a bırakıyor.
Deniz Öztaş