Bazen bir yazının başlığına bakar ve yazının nereye varacağını tahmin ettiğimizi zannederiz. Ya da bu yazıda olduğu gibi bir soru cümlesi ise başlık, cevabını samimi hislerimizle versek bile sonrasında o cevabı sorgulamaya devam ederiz. Ben de tam olarak öyle yapıyorum: Sorguluyorum. Kendime verdiğim cevap hep aynı ama kendimden başka hiç kimseye anlatamadığımı hissediyorum.
Tatil kavramının, üstünde “Dokunulmaz” yazan, herkesçe kabul görmüş bir tarifi var sanki… Hâlbuki severim ben tarifleri değiştirmeyi, bol bol baharat katarım mesela. Hem yemeğe, hem hayata, hem de tatile. Farklı duygular yaşatsın, bin bir türlü rayiha katsın, rengârenk olsun tarifim diye.
Hepimiz, hızla ilerleyen şehir hayatının akışına kendimizi kaptırmış koşturup gidiyoruz. Yaşadığımız anın tadına varabilmemiz o anda maalesef mümkün olamıyor. Yürümüyor koşturuyoruz, konuşmuyor laf yetiştiriyoruz, öğle yemeği yemiyor, atıştırıyoruz ya hani… Sonra da tüm bunlar yaşanıp bittikten sonra, şöyle bir geriye dönüp baktığımızda “Ne çabuk geçti 1 sene” diyoruz. İşte bence bu yüzden tatil yapıyoruz. O çabucak geçip giden yoğun seneyi hatırladığımızda biraz çim, biraz deniz kokalım diye.
Tıpkı, yoğun günlerde anı yaşayamadığımız gibi tatilde de o anların farkına varamıyoruz aslında. Ancak dönüp baktığımızda tatlı anılar, bol kahkahalı saatler, komik anlar hücum ediyor hatıramıza. Arkadaşlarla çekilen yüzlerce fotoğrafa bakınca, güneşin batışının her türlü şeklini Instagram’a yüklemiş olduğumuzu sonradan fark ederiz. Fotoğrafta çok güzel çıktığımızı düşünüp, ertesi gün ağzımızın bir yere, gözümüzün başka yere kaymış olduğu gerçeğiyle en çok tatil zamanlarında yüzleşiriz. Sonra yine kış gelir; yine o masa başına geçer, göz açıp kapayıncaya kadar geçen tatilimizi hatırlama ihtiyacı hisseder, gülümseriz.
Peki nedir tatil yapmak, ne içindir sizce?
Hepimizin cevapları farklı bir tonda olabilir ama aslında özünde aynı. Tatil demek dinlenmek demektir. Bir sene boyunca yapamadığımız her şeyin listesine teker teker tik atmak dinlendirir bizi, koca bir seneye kıyasla kısacık süren tatil aralığına ne kadarını sığdırabiliyorsak artık… Onca zaman yapmak istemesek de zorunda kaldığımız mecburiyetlerimizin inadına yaşamak hepimizin ortak psikolojisi.
Erken kalkmak zorunda kaldığımız sabahların inadına, öğle saatlerinde yataktan gerinerek çıkıyoruzdur mesela. İş maillerine daha az bakıyoruzdur ya da elimiz hiç uzanmıyordur telefona. “Bugün ne pişirsem?” diye düşünenimiz çok azdır bugünlerde, çocuğu okuldan alma saati yoktur, “Çok içtim, sabah toplantım var!” cümlesi tamimiyle anlamını yitirir böyle günlerde. Buraya kadar herkes bir diğerinin duygularını, yaptıklarını tahmin etmekte zorlanmaz tabii ki. Çünkü kendisi de aynen böyle yaşıyordur tatilini.
Tatil, ruhumuza orgazm yaşattığımız yegâne süreçtir aslında.
Yazının girişinde, kendimi anlatamadığımı belirttiğim nokta tam olarak burada devreye giriyor. O yüzden bu yazı “Siz de böyle yapın, iyi geliyor” niteliğinden çok, “Anlatabiliyor muyum?” tasası içeriyor.
Efendim, ben son yıllarda üstünüze afiyet biraz cins bi’ tip oldum. Daha önce yazdıklarımı okumamış olduğunuzu varsayarak ufacık bir hatırlatma yapmak isterim. Zorunluluktan değil uça uça, kendi isteğiyle sabahın köründe güne başlayan, ilk “Günaydın”ını martılara savuran, kilometrelerce yol koştuktan sonra evine bir hışım dönüp kahvaltı hazırlayan, hiç üşenmeden üç öğün ayrı yemek listesi uygulayan, delibozuk bir kadına dönüştüm. Vücudum bu tempoya alıştıktan sonra, baktım ki istesem de geç kalkamıyorum. Akşamında büyük bir kararlılıkla alarmımı kapatıp “Yarın sabah uyuyacağım” desem de, alışmamış bünyede don durmuyor diyeyim, siz anlayın işte.
Biri dürtmüşçesine, “Hadi kalk, koşmaya başla!” demişçesine otomatiğe bağlıyorum. Ve o her kimse bunu söyleyen, harfi harfine uyuyorum dediklerine.
Koşarak dinlenen, gün içinde bir şeylerle uğraşmadan duramayan, sağlıklı beslenmek için elinden geleni yapan, size göre belki sıkıcı, bana göre yalnızca kuralları olan biriyim.
Böyle olmayı ben tercih ettim.
Haliyle, beni görenlerden bazıları “Deli bu kaç kaç” diye düşünürken, kimisi ölesiye özeniyor. Bazısının tepkisi hayranlık seviyesine çıkıyorken, geri kalanlar alaycı bir tavırla gözlemliyorlar bu düzeni. Bir de tabii, bu disipline ortak olanlar var; bana deli diyemeyen, bu düzenden kaçamayan, en yakınımda duranlar. Kendileri tüm sene boyunca bana tam destek verirlerken, bir bakıyorum ki bu desteğin yerini tatil günlerinde bir serzeniş alıyor.
Açıkçası bu dönemlerde beni serseme çeviriyorlar…
Çünkü kolay kolay yerle bir olmayan, bayram seyran tanımayan, tatil yapmayan bu katı kurallar karşısında ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Daha geç uyandığımda seviniyorlar mesela. Sabah koşusuna çıkmadığımda “Tabii ya iyi yapmışsın, tatilde biraz ara ver zaten” diyorlar. Yemeği biraz fazla kaçırsam, “Oh çocuğum, tatlı da getireyim mi?” diye soruyorlar…
E ama hani tatil insanın kendini mutlu edenleri yapması, ruhunu dinlendirmesi, biraz kafasına göre takılmasıydı?
Yıllardır, güneşin doğuşunu görmek için can atan bu gözler, tatil beldesindeki o muhteşem sabah denizini, çim kokan sabah sessizliğini kaçırmak ister mi? İstanbul’daki sabahla, tatil sabahları bir olur mu hiç? Birinde oksijeni neredeyse maskeyle soluyacakken, burada attığım ilk adımım çıplak ayakla çime basmak oluyor. Gün içinde cıstak cıstak müzikle coşan, yüzlerce insanla birlikte denize girdiğimiz plajların da bir sabahı var. O saatlerde adı plaj değil ama akvaryum. Minik balıkların ayağımın dibinden geçtiğini görebildiğim, denizin en berrak haline şahitlik edebileceğim bir kaç saatle sınırlı zamanım var. Çünkü o saatlerde henüz bulanıklaşmamış, kirlenmemiş oluyor ne kum ne de deniz…
İnsan ölmemek için nefes alır, yaşamak için başka şeylere ihtiyacımız var.
Madem hayatımız bir koşuşturmadan ibaret, madem koca bir sene boyunca ‘Başka şeyleri’ yapamamaktan şikâyet ediyoruz, neden fırsatımız varken karpuz gibi sabahtan akşama yatıyoruz öyleyse? Bütün sene koşuşturmuş olmanın karşılığı bir tatil süresi boyunca yatmak olmamalı. Acele etmeden de koşuşturur insan. Sadece gitmek istediği yönü değiştirir. Böyle zamanların lüksü de bu değil midir? Biraz canının istediğini yaparsın, aklından atamadığın yerleri gezersin ama kendinden vazgeçmezsin tatilde. Sene boyunca inşa ettiğin, mutlu olduğun düzeni yerle bir edersen, kendine kolay kolay gelemezsin.
Kendimle baş başa kalabildiğim, kendimce mucizevi anlara tanık olabildiğim bu zamanları ben inşa ediyorum. Daha mutlu olmasam, beni gerçekten göründüğü kadar yorsa bir adım daha atar mıyım acaba? Hadi sabah koştum, öğlen daha iyi yazabilmek için sayfalarca kitap okuyup, okunsun diye paragraf paragraf yazı yazar mıyım?
Bunun adı disiplinse, disiplin olsun. Ne yaptığını bilmeden geçirilen bir senenin ardından yatmaya siz tatil diyorsanız eğer, amaçlar uğruna didinilen bir senenin ardından, amaçların hayata geçtiği ana da BEN tatil derim.
Belki bencilce, belki egoistçe… Ama bu konuda top benim topum, saha benim saham, sabahlar benim sabahım.
Bu hayatta zor olan bir şeyi başarmanız, onu devam ettirmeniz kadar zor olamaz.
Devam etmeyi başardığınız an ise bir korku başlar içinizde. “Bırakırsam düşerim…” Bu bir varsayım değil. Düşüyor insan gerçekten de. “Tatilde her şey fora” diyenleri düşünün, tatil dönüşü alayının yelkenleri suda. Hiç düşünmeden, tüm sınırlarını zorlayıp, “Fırsat bu fırsat” diyerek bütün düzenini kaydırmış arkadaş. Dönüşte de tabii ki ona her gün Pazartesi, her gün sendrom…
Oysa bu korkuya pabuç bırakmamak da, hayatın tadına varmak da bizim elimizde. Yapacağımız tek şey, dengede durmak. Ne çok sapıtarak, ne de komandoya bağlayarak. Yalnızca, bizi mutlu eden ne varsa, bulup onu çıkartarak…
O yüzden dedim ya; sorguluyorum ve kendime verdiğim cevabım hep aynı.
Her ne kadar eğitim sistemimiz sayesinde “Disiplin” kelimesi ceza ile eşleştirilmiş de olsa; bakın size bir sır vereyim: Disiplin düşmanınız değildir.
Disiplin, aksine, sizin iyiliğiniz için çalışır. Disiplinli olmak sizi sıkıcı ve kurallı, dik kafalı bir insan yapmaz. Size böyle olduğunuzu düşündüren disiplin değil; hayatında düzensizliği düzen olarak kabul eden etrafınızdaki insanlardır. O insanlar ki arkadaşlarınız, aileniz, akrabalarınızdan oluşur. O insanların düşüncelerini değiştiremezsiniz, sadece sizi ve hayatınızdaki değişimleri görerek kendi hayatlarında da bir şeyleri değiştirmelerini dileyebilirsiniz.
O kadar.
Başa gelecek olursak; disiplin tatil yapar mı? Hiç kimsenin yapmadığı kadar güzel yapar hem de!
Hepinize iyi tatiller.
https://instagram.com/tugcecengiz/
Diğer yazılar için: https://medium.com/@tugcecengiz