Evet, zor zamanlardan geçiyoruz. Bunu, kendimize bile belli etmediğimiz günler geride kaldı. Her şey gün gibi ortada. Bir başka şey daha var gün gibi ortada olan; o da hepimizin her gün yeniden ve yeniden birbirimize sorduğumuz şu sorular: “Nasıl çıkacağız biz bu günlerden? Bu zor zamanları nasıl atlatacağız? Ne yapmalıyız? Sanki, her soruşumuzda sihirli bir cümle çıkacak da ötekinin ağzından, biz Haziran Günlerine geri döneceğiz.
Bundan üç yıl önce eşimin işi nedeniyle Erbil’e yerleşeceğimizi söylediğimizde, karşımızdaki, “Deli misiniz? Her gün bombalar patlıyor orada” diyordu bize. Biz de her seferinde aynı cevabı veriyorduk; “Yok, bombalar orada değil Bağdat’ta patlıyor.” Ne düşünürsek düşünelim, mecbur olduğumuz durumu katlanılabilir kılmak için, kabullenilebilir bahaneler bulmak konusunda ustalaşıyoruz bir süre sonra.
******
Sonbahar Antalya’da hareketli geçer. Yazın rehavetinden kurtulan şehir insanı birden kentin sanat etkinliklerinin rüzgarına kaptırıverir kendini. Okulların açılmasının hemen ardından Piyano Festivali, ardından film festivali derken Konyaaltı Kitap Fuarı, öte yandan devlet ve şehir tiyatroları perdelerini açar. Bu yıl da öyle oldu. Ancak kimse bu başlangıçlarla neredeyse eş zamanlı başlayan patlamalar nedeniyle, öyle gönül rahatlığıyla atamadı kendini etkinlikten etkinliğe. Festival zamanı, her film izlemeye çıkışımda etrafımdakilerden uyarı aldığımda da akla yatkın nedenler bularak –Bu kadar ünlünün geldiği bir yeri iyi koruyorlardır, merak etmeyin– ikna çabalarını engellemeye çalıştım. Ancak tehlike süreğen bir hal alınca bu kez kendimi iknada zorlandım. Dün, kitap fuarına koşar adımlarla gittim, yine koşarak çıktım. Parkta kahvaltının ardından fuarı gezme planı yaptığımız arkadaşlarla, “bomba uyarısı” haberleri üzerine akşam olmadan iptal ettik planı. Geçen yıl Kasım’ ayından sonra ülkenin doğu ve güney doğusunu, en büyük kentini ve başkentini saran ateş çemberi, ülkenin güneyine de yaklaşmıştı. Sözün kısası deniz, kum, güneş şehri Antalya’da da bir süredir keyifler yerinde değil.
Dün, gündüzüne bir sürü can sıkıntısı, tutuklama, ölüm, acı, isyan sığdırmış olan günün akşamında Afrika’nın Bantu kabilesinin “UBUNTU” felsefesinden yola çıkarak, paylaşımı, dayanışmayı, önce kendi çevresinde sonra da nerede çoğaltabilirse orda çoğaltmak üzere bir araya gelen on dört güzel yürekli insanın arasındaydım. Toplantıya gelen herkes” bugün yapmayız diye düşünmüştüm” diyerek otururken yerine, organizasyonun fikir babası olan arkadaşımız “İptal etmeyi hiç düşünmedim. Tam da bugün lazım, yan yana omuz omuza durmak” diyerek bize bir kez daha insanın insana dair olanla yan yana gelmesinin önemini, benzersizliğini hatırlattı. Nobel barış ödüllü Güney Afrikalı Desmont Tutu, “Ubuntu’ya inanan bir insan diğerlerine açıktır. Diğerlerine olumludur. Diğerleri iyi ve yetenekli olduğunda tehdit altında hissetmez. Onun daha büyük bir bütünün parçası olduğunu bilmekten gelen bir özgüveni vardır. Ve diğerleri aşağılandığında, küçük düştüğünde, zulme uğradığında ya da ezildiğinde kendini de aşağılanmış hisseder” diye açıklıyor. Yalnız hissetmemek için toplanmıştık.
*****
Savaşı eksik olmayan bu coğrafyanın başka bir şehrinde, Erbil’de bir afişin peşine takılıp gittiğim bir konserde benzer sözleri duymamın üstünden, çok değil üç dört ay geçti. Çarşıdan dönerken yoldaki ilan panolarının birinde Kürdistan Orkestrası’nın konser afişini görmüştüm. Eve gelir gelmez araştırmaya başladım. Yer, saat, bilet bilgisi gerekiyor. Sorduğum hiç kimsenin haberi yoktu. Neyse ki internetten biraz araştırınca sayfalarına ulaştım ve ertesi gün konserdeydim. Hiç ummadığım bir zamanda denk gelen bu güzellik epeyce sevindirmişti beni. Konser, kentin en büyük yanılmıyorsam tek konser salonu olan Saad Abdullah Hall’daydı. Konser öncesi kısa bir konuşma yapan kültür bakanı şöyle dedi: “Çok değil, sadece kırk kilometre uzağımızda savaş var ve biz savaşa rağmen bugün burada müziği konuşuyoruz ve müzik dinleyeceğiz” dedi. Benim de konsere gelinceye kadar kafamdan geçenlerle neredeyse aynı cümlelerdi söyledikleri. Bu konseri cephedekilere moral olsun diye düzenlediklerinden söz eden orkestranın müdürü Chato Nerwroz, orkestranın Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin tek klasik müzik orkestrası olduğunu ve ülkeyi yurtdışında da temsil ettiğini hatırlatarak yöneticilerden destek istedi. Bir an sahnedeki müzisyenlerin bu coğrafyanın Donkişotları olduğunu düşündüm. Peşmergeye bile taksitle maaş ödeyen hükümetten orkestra için destek istiyorlardı. O akşam konserde, Purcell, Sibelius, Mozart, Brahms’ın eserlerinin yanı sıra, Game of Throne’sun müziğini ve eski bir Kürt halk müziği parçasını da dinleme fırsatımız oldu.
Bizim Ubuntu felsefesini konuşmak için seçtiğimiz akşam da Chato Nerwroz’un konser için seçtiği akşam da doğru akşamdı. Savaşın, kavganın, iç karışıklığın eksik olmadığı coğrafyaların insanlarının sanat, bilim ve düşün faaliyetleri için bir başka zamanı umması, sadece bu güzelliklerden uzak kalması anlamına gelir, başka da bir anlama gelmez.
Seher Özden Karadeniz