Yaşlılık, sefillik ve karanlık üzerine yemin ederim ki ölmek için hazırım!
Yokuş aşağı eski bir evin unutulmuş bodrum katındayım. Ay dolunayda ve son günü. Buraya bulunmamak için saklandım. Neyse ki bulacak kimsem yok. Bu iyi bir şey. O da ne, bir şey düştü içeri. Hah işte bir yüzük. Şurada işte, ölmemi bekleyen genç farenin dibinde. Yüzüğün buraya düşmesi hiç hayra alamet değil. Birileri bunun peşine düşerse eyvah! Ölümüm için saklandığım yere kadar girecek düşmanlar. İnsan bozuntuları. Hay Allah, tam da iyice kaybolmuşken. Bir filmde izlemiştim, yüzüğü yutsam görünmez olur muyum? Bu bir işaret olabilir mi? Yaşlı bir adama kim neden şans versin, Tanrı dahi istemez bunu. Öyle deme canım şimdi. Yahya’nın babasını düşün, Zekeriya Peygamberi. Senin de adın Yahya. Bir evlat istemiş, Allah da ona nasip etmişti. Hem de yetmiş yaşında. Sonra da bir ağaç kavuğu içinde öldü derler! Bak Tanrı bu işe karışsa da sonunda yazılı kader. Aynen o kovukta gibi korkuyorum şu an. Bulurlarsa beni, bin bir çeşit soru, vah tüh sesleri, zavallı adamcağız acımaları, yaklaşınca anlayacaklar hem de sarhoş, peh! Aman sende be yaşlı moruk, sanki görünür bir şeydin de. Seni kim ne yapsın, hemen yüzüğün peşine düşecekler. Fırlatıp şuradan kurtulsam mı? Aman Allah’ım sesler geliyor. Hay sizin düşen yüzüğünüze be! Duvardaki küçücük delikten üzerime sızan şu ışık, tanrının beni izleyişi gibi. Boş ver şimdi kendini izlemeyi, gelmek üzereler. Sen sus şimdi sefil olan. Yaşlı olan ben konuşuyorum. Nah bulursunuz onu bu karanlıkta diyeceksin, sirkte çalıştığın zamanki gibi şov yapacaksın. İyi kahraman taklidi yaparsın sen. Hay Allah kapıyı da buldular. Tıkırtılar yaklaştı. Fareyi tekmeleyip yüzüğü al, evet evet şu an bende. Önemli bir kişi olarak karşılayacağım onları. Onlar ve diğerlerini. Ölüm zevkimin içine eden, yaşamak için tutuşan soytarıları. Oysa bugün son günümdü. Her şey hazırdı. Dolunayı bekledim kaç gündür. Ben öleceğim ve ay hilal olacak. Işık yavaşça üzerimden sıyrılacak. Fareler dans edecek. Bir ay karınları tok olacak sayemde. Sesler çoğaldı. Giriyorlar içeri. İşte tahmin ettiğim gibi iki çift ve zavallı ölmek üzere olup yaşamaya çalışan o ev sahibi. Çığlıklar falan. Farelerimi huzursuz edişleri de cabası.
-Sakin olun sakin olun gençler, küçük bir kapı var, senelerce girilmedi tabii buraya, umarım bulursunuz.
Ev sahibinin derin yaşlı sesine tiksinti duyuyorum. Sevecenliği, zengin oluşu, sürekli gülümseyişi ve ölmeyeceğim bak sonuna kadar yaşayacağım hissi. Utanmalı bundan. Evet, şimdi girdikleri anda ne yapmalıyım, düşünelim.
Yüzük bende diyerek karşılayacak, bacak bacak üstüne atacağım. Dolunayın ışığı yüzüme yansıyacak ve sahnede olacağım. Hayatlarında ilk kez bir sefilin ayağına kapanacaklar. “Sizi burada bırakamayız. Zavallı adamcağız,” seslerine karşı hazırlıklı olacağım. Örümcekler, fareler ve ben, dolunay ışığından püskürteceğiz. Tozdan koruma kalkanı! Evet geldiler, kapıdalar. Lanet olsun, heyecanlıyım. Hiç böyle önemli hissetmemiştim kendimi. Bulunmayı ben mi istedim sanki? İstedim mi yoksa? İçimden kendime dahi söylemedim mi? Ölmek de mi istemedim? Seni pis sefil.
Kapı zorlandı. Açılmadı. Hay Allah, dedi ev sahibi. Anahtar yanlış.
Ayak sesleri uzaklaşıyor. Yüreğimde hissettiğim bu hüzünde neyin nesi. Yerin dibine girmiş hissi. İstediğin de bu değil miydi?
Heyecanın sessizce ve huzursuzlukla kalakaldı işte. Önemli kişi olacağını mı sanmıştın pis herif! Hayıflan şimdi. O da ne, ağlıyor musun? Yaşlı ve buruşuk ellerinden kayan yüzüğü izle işte, karanlığa doğru yuvarlandı. O kadar önemli mesele şimdi bir hiç. Az sonra böyle karışacaksın, dolunayın ışığı sahneyi yansıtacak. Mezarın, Yaratan’ın mahlukatlarına erzak olacak. Amma da acı bir şeymiş bu fare zehri!
Titreyen bedenimle sesleniyorum Tanrım. Başlangıçta da karanlık vardı biliyorum. Yaşlılık, sefillik ve karanlık üzerine yemin ederim ki ölmek için hazırım!
Şeniz Korkmaz