Dostoyevski’nin Gizemli Kapıları

Herkesin hayatında önemli yer etmiş, kitaplarını soluksuz okuduğu yazar veya yazarlar vardır elbette. Yazın hayatımda örnek aldığım ve tüm eserlerini çocuk denecek yaşlarda okuduğum Dostoyevski ise hayatımın yazarları kategorisinde ilk beşe rahatlıkla girebilecek bir realist. Realizme olan derin saygımı bir kenara bırakırsak, Dostoyevski’nin bazen deliliğe bile varabilen insan ruhu betimlemelerinin üstümdeki etkisi büyüktür. Henüz bir ilköğretim öğrencisiyken okumuş olduğum “Suç ve Ceza” eserinden sonra yaşadığım geçici şok, beni Dostoyevski’nin tüm kitaplarını okumaya itti. Gizli bir eylem planı gerçekleştirir gibi okudum tüm kitaplarını ve her bir eseri üzerimde iz bıraktı. Bugün edebiyat alanında kaç kişi vardır acaba birinden etkilenmeden, şöyle bir sarsılmadan özgün yazılar yazabilen? Saysanız iki elin on parmağını geçmez bu sayı eminim.

Ben de bu etkinin kapsama alanında yazan ve ilham perilerim olan yazarların bana açtığı yolda kendi adımlarıyla ilerlemeye çalışan bir yazar adayı olarak, burada Dostoyevski’yi anmazsam, lanetinden kurtulamayacağıma inandım! Ne derdi sonra bana tüm o korkutucu boyutlardaki açık sözlülüğü ve acıtan dobra sözleriyle? İnsan psikolojisinin en derin noktalarına inip id ve egomuzun en mahrem sırlarını ortaya çıkaran ve onları tek tek itiraf ettiren, zihnimizin kıvrımları arasında sıkışmış ayrıntılarla bizleri şoka uğratan bir yazar, bana neler yapmazdı ondan ilham almama rağmen, ondan bahsetmeden geçip gitsem! Bu riski göze alamadım doğrusu!

Çarlık Rusya’sının yarattığı gazabın altında, kendi deyimiyle yer altında yazan yazar, kendi hayatını da işin içine katarak, samimi itiraflarda bulundu okuyucularına her kitabında. Kumarbaz bunun başat örneğidir. Kendi kumar alışkanlığı zamanlarından esinlenerek, bir itirafname niteliğinde yazmıştı bu eserini. Onun en karanlık yüzünü ‘’Yeraltından Notlar’’ kitabında gören ben ise, kendi iç çatışmalarından yorgun bir adamın depresifliğini ve bu depresifliğin ona yaptırdıklarını okumaktan bitap düştüm resmen.

Diğer eserleriyle karşılaştırıldığında oldukça kısa olan bu kitap, bana yalnızlığın pençesinde olan bir insanın zihniyle oynadığında ortaya çıkan senaryonun korkunçluğunu ve acınası hikayesini gösterdi. Sadece bu eseri okuyarak bir yere varamazdım aslında.

Dostoyevski bana sorulursa, tüm eserleriyle bir yapboz oluşturup onu gelecek nesillere bıraktı. Her eser bizi onun birbirinden oldukça farklı olan dünyalarına götürdü. ‘’Budala’’ romanındaki Dostoyevski ile ‘’Delikanlı’’ eserindeki adam arasında ciddi karakteristik uçurumlar var. Tüm kitaplarını okuduğunuzda tanıyabilirsiniz aslında Dostoyevski’yi. Eğer bir iki kitabını okuyup bırakırsanız ve ben Dostoyevski okudum derseniz yanılırsınız. Hala eksik parçaları olan bir yapbozu, tamamladım demeye benzer bu. Her bir parça, onun hayatından kesitler taşır ve onun karakterini oluşturan anılar silsilesiyle doludur her biri aslında.

Bazen onun kitaplarına dokunuyor ve sevgiyle tozunu alıyorum onu içimden anarken. Bu yüzyılda yaşamış olsaydı aşık olacağım bir adam olurdu kesin. Herhalde bana da bin türlü işkence yapardı aslında kendine işkence ederken zihin labirentlerinde kayıp bir şekilde. Bana romantik düşler kurdurduğunu bilse ne derdi acaba! Utanır mıydı kendinden ve yazılarından? Ciddiye alınmadığını düşünürdü bence. Onun tek derdi ciddiye alınmakmış gibi konuşup anısına hakaret ediyorum belki de… Bazen sırf onunla tanışmış olmak için bile 1800’lü yılların Rusya’sında doğmuş bir kadın olmayı bile diledim. Deliliğin ta kendisi! Hepimiz biraz deliyizdir zaten, değil mi? Hele Dostoyevski söz konusuysa, beni deliliğe iten odur derim!

İnsan ruhunun okuyucusu olarak da nitelendirdiğim Fiyador Mihayloviç Dostoyevski tüm o karanlık yönlerine rağmen aslında özünde büyük bir merhamet duygusu taşıyan bir adam. Devrimci karakterine bakıldığında, ‘’Ecinniler’’ romanı, onun Rus halkını tüm kötü ve ağır betimlemelerine rağmen çok sevdiği görülebilir. Halkına duyduğu sevgisi onu realist bir romancı yapmıştır. Sevdiklerini yerin dibine sokup çıkaranlardan o da benim gibi… Nasıl bir huysa bu artık! Sevdiğine duyduğun sevginin yükünü hafifletmek için midir acaba? Bu da başka yazının konusu! Zaten Dostoyevski söz konusu olduğunda, anılacak o kadar çok şey, yazılacak o kadar anı var ki ona dair, sırf onun üzerine bir kitap yazmam gerekir.

 

Delilikle dahiliğin çok ince bir sınırda olduğu ve her an birbirinin yerine geçebileceğini yazdığı her satırda hissettiren sevgili ilham perilerimden Dostoyevski’yi andım bugün de. Özenle ve ikinci kez okuduğum ‘’Yeraltından Notlar’’, bardağı taşıran son damla oldu. Yaşasaydı, bugün neler yazardı? Beni en çok düşündüren de bu. 19. Yüzyıl Rusya’sının korkulu rüyası olmuş fenomen, 21. Yüzyıla nasıl yaklaşırdı? İğnelediği ve hep tema olarak aldığı, modernizm ve özentilik peşinde ömürlerini tüketmiş Rus asillerinden ve eli kolu bağlı Rus halkından, 21. Yüzyılın kölesi olmuş teknolojik esirlerin post modern sahte dünyasına geçişte sancılanır mıydı o da benim gibi?

Kendi yalnızlığının derin deryalarına dalıp, soğuk bir mart akşamında elinde bir fincan çay, yazar mıydı bir şeyler o da yarattığı yapay, ama samimi dünyasında?

Bahanur ALİŞOĞLU

Önceki İçerikKültür Sanat Ajandası – Ocak
Sonraki İçerikTesadüf

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz