Dünya Kız Çocukları Günü

 

Dünya Kız Çocukları Günü’nü bilmeyen,  bu günü ne okulda ne medyada ne de ailesinde kutlayan bir nesilden geliyorum. Biz 23 Nisan Çocuk Bayramı’nı kutlardık kız erkek.  Çocuk olarak hiçbirimizin birbirimizden farkı yoktu. Aynı eğitimleri alırdık, aynı haklara sahip olduğumuzdan çok emindik. Ne annemiz ne babamız bizi erkeklerden, erkek kardeşlerimizden ayrı tutmazdı. En azından benim çevremde böyleydi. Ama çocukluk anılarımda yer alan Elazığ’da da, Ankara’da da durum böyleydi. Neredeyse 14 kuşaktır İstanbullu bir ailenin kızı olan annem  doktor olan dedemin Elazığ’daki görevi nedeniyle, lise eğitimini bu ilde yapmış ve sonra da İÜ Hukuk Fakültesi’ni bitirerek avukat olmuş. Sadece o değil sınıfındaki pek çok Elazığlı kız arkadaşı da okuyarak eczacı, doktor vs. olmuşlar. Yani İstanbul’a göre doğu sayılabilecek bir ilde kız erkek ayrımının olmadığı zamanlardan söz ediyorum.

Geçmişten bugüne

Halalarım Adana’da doğup İstanbul’da büyümüşler ve avukat olan diğer dedem ki, 1890 doğumlu yanılmıyorsam, hiç ama hiç erkek çocuklarından ayrı tutmamış onları. Hatta büyük halam Türkiye’den “Work and Travella New York’a giden ilk kızlardan. Yıl 1946 falan. Küçük halam dedemin “Kızlarımın namusu onlara ait. Nasıl davranacaklarını bilirler” dermiş.

Babam da aynen beni böyle büyüttü. Ne namus konusu evimizde söz konusuydu, ne de okuldan alıkoyma, ne de erkek kardeşimden ayrı tutulma gibi bir durum yaşamadım. Özgür bir kız olarak ailem tarafın büyütüldüm. Evlenmelisin, çoluk çocuğa karışmalısın denmedi bana hiç.

Yıl 2012: Dünya Kız Çocukları Günü kutlanmaya başlıyor

Biz de bu neslin onların çocukları olarak okuyup bilim kadını, avukat, öğretmen, gazeteci, doktor olacaktık. Ve olduk da. Ancak yıllar içinde gelişme olması gerekirken bu yaşımda, Kız Çocukları Günü’nde kızların haklarından söz ediyoruz.  Kadın da erkek de hukukta, eğitimde, sosyal hayatta eşit değil miydi? Ne oldu da dünyada ve ülkemizde durum tersine döndü?  Soru bu aslında…Bunun yanıtlarını aslında ülkemiz için biliyoruz az çok ama dünyada ne oldu da durum bu raddeye geldi.

Dünya Kız Çocukları Günü’nü aslında yaşıtlarımın hatta bizden sonraki neslin hatta onlardan sonraki neslin de bilmemesi doğal. Çünkü bu gün 2012 yılında BM tarafından kabul edildi. Yani 12 yıl önce. Neden? “Kız çocuklarının cinsiyetlerinden ötürü maruz kaldığı eşitsizlik konusundaki farkındalığın artırılması amacıyla kutlanmaya başlamıştır. Eğitim hakkı, beslenme, yasal haklar, kadına yönelik şiddet ve zorla evlilik konuları da Dünya Kız Çocukları Günü kapsamında gündeme taşınmaktadır. Böyle yazıyor günümüzün ansiklopedisi.  Dünyadaki ilk kez çocuklara bayram hediye bir ulus olarak, aslında bu hakların en yılmaz savunucuları olmalıydık. O zaman da dünyadaki yerimiz başka olurdu.

Ne oldu da durum tersine döndü?

Oysa bu gün geldiğimiz nokta iç açıcı değil. Halbuki, bugünün kızlarının ve geniş olarak bakarsak çocuklarının hakları bizden fersah fersah ileri olmalıydı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin verilerine göre Cumhuriyet’in ilk yıllarında ilkokuldaki öğrenci sayısı bakımından Avrupa’da 4. sırdayken bugün 3 milyon çocuk okula gitmiyor. 2021-2022 arasında da 866 bin kız çocuğu okula gidememiş. Soruyu tekrar yineleyelim? Ne oldu da durum tersine döndü?

Bu soruyu geçtiğimiz günlerde katıldığım bir konferansta da düşündüm. MIT’de (Massachusetts Institute of Technology) 35 yaş altı ilham veren genç bilim insanı olarak seçilen bir “bilim kadınımız” yaptığı çalışma anlatılırken alkışlanmadı da, anne olduğu söylenince büyük alkış aldı. Topluluk; okumuş, eğitimli iş insanlarından oluşuyordu. Annelik gerçekten dünyanın en güzel duygusu ve çok zor görev. Ama MIT de çok çok çok önemli ve bir bilim kadını söz konusu olan.

Galiba bakış açılarımızı değiştirmemiz gerekli. Kız erkek değil insana değer veren, onurlandıran bir davranış modeli, bakış açısı; adına ne derseniz deyin olmalı.  Sayılardan ve sosyal medyadaki fotoğraflardan  bağımsız Dünya Kız Çocukları Günü’nde bunları düşündüm.

Önceki İçerikRessam Salih Keleş “Hayatın Belleği” İle Bodrum’da
Sonraki İçerikCRR Dinleyici Okulu Başladı!
Ayşe Dural
Saint Benoit mezunu. Bu okulda Fransızca ve İngilizceyi öğrendi ve çok sevdi; özellikle Fransızcayı. Sonrasında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdi. Eğitim hayatına İstanbul Üniversitesi İşletme İktisadı Enstitüsü’nde devam etti. Çalışma hayatına Garanti Bankası Halkla İlişkiler Bölümü’nde başladı. Sonrasında dergiciliğe adım atarak Gelişim Yayınları’nda çalışmaya başladı. Türkiye’nin ilk “copyright” dergisi Marie Claire’de çalıştı. Suha Arafat’tan Orhan Pamuk’a kadar pek çok kişiyle söyleşiler yaptı, kadın hakları konusunda araştırmalar yaptı, modayı yakından takip etti. AMICA, BIBA gibi dergilerde çalıştı. Yazı İşleri Müdürlüğü yaptı. 2000-2006 yıllarında The Gate dergisinin yayın yönetmenliği yaptı. Koç Holding’in Bizden Haberler dergisinin yayın yönetmenliğini üstlendi. Daha sonra PR ajanslarında Medya İlişkileri Yönetmeni olarak çalışmaya başladı. Böylece artık haber yapmayacak, ama haberi gazetecilerle paylaşacaktı. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesinin medya ilişkileri yönetmenliğini üstlendi. Yasemin Sungur’la birlikte Kültür Sanat Ajansı’nı kurdular. Kitap editörlükleri yaptı. Dural, basında ve halkla ilişkiler konusunda edindiği tecrübe, bilgi ve deneyimi, danışmanlık, eğitim ve seminerler aracılığı ile yeni nesillere aktarmakta ve martidergisi.com için röportajlar yapmaktadır.