Alain Corneau’nun ünlü filmi, sinemanın, müziğin, estetiğin ve aşkın bir araya geldiği katıksız bir başyapıtı ele aldık bu hafta. Fransız yazar Pascal Quignard’ın romanından uyarlanan “Dünyanın Tüm Sabahları” (Tous les matins du monde), ilk kez 1993 yılında Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında seyirciyle buluşmuştu. Festivalin en beğenilen filmlerinden biri olarak zihinlerde yer eden bu başyapıtın, sanatçının hayat karşısındaki duruşunu esas alan temasıyla hâlâ tazeliğini ve gücünü koruduğunu söylemek mümkün.
Sanatçının İlke Ve Şöhret İkilemi
17. yüzyılın sonlarında Fransa’da, saray ortamında başlar film. Marin Marais adlı saray müzisyeni, büyük bir salonda, kederli bir halde öğrencilerine ders vermektedir. Müzik konusunda oldukça yetkin olduğu anlaşılan Marais, son derece mutsuz bir ruh ve konuşma hali içindedir. Ders sırasında bir an duraksayarak geçmişten bir şeyler anlatmaya, saygı duyduğu hissedilen ustasından söz etmeye başlar. Film, bu andan itibaren uzun bir flashback ile devam eder ve bu salonda sonlanır.
Marais’nin ustası olan viyola sanatçısı Sainte-Colombe, karısının ölümünden sonra çiftliğindeki küçük kulübede inzivaya çekilmiş halde iki kızıyla birlikte yaşamaktadır. Karısının kaybından dolayı büyük sarsıntı yaşadığı anlaşılan bu mütevazı sanatçı, dış dünyaya kendini kapatarak adeta hayatını müziğe ve iki kızına, Madeleine ve Toinette’e adamıştır. Zaman zaman karısını yanında hayal eden, ona karşı olan derin aşkını koruyan Sainte-Colombe, saraydan aldığı müzisyenlik teklifini de hiç düşünmeden geri çevirir. Zira, sanat konusunda sarsılmaz ilkeleri vardır; ve bu ilkelerin en başında saray müzisyenliği yapmamak, müziği sarayın emrine sokmamak, müzikte şan-şöhret aramamak gelir. Büyük müzik yeteneğine karşın, kızlarına da bu sanat anlayışını aşılamaya çalışır.
Bir gün, genç ve hevesli bir müzisyen adayı olan Marin Marais, bir dost tavsiyesi üzerine Sainte-Colombe’un kapısını çalar ve kendisine ders vermesini ister. Usta sanatçı genci önce reddeder, ancak ısrarı üzerine belli sınırlar içinde hocalık yapmayı kabul eder. Ve ilk günden itibaren genç öğrencisiyle, müziğini, sanatını, yeteneğini satmayacağı, bir başka deyişle sarayda çalmayacağı konusundaki beklentisini de paylaşır. Ancak, günümüzde de rastlandığı üzere, hırs dolu genç adam hocasından aldığı derslerle kendisini geliştirecek, kızlarından biriyle (Madeleine ile) aşk yaşamaya başlayacak ve fakat bir süre sonra Sainte-Colombe’un ilkelerine ihanet etmekten geri durmayacaktır. Parayı, kolay yolu ve saray hayatını seçen Marais, hem Madeleine’e acılar yaşatacak, hem de tercih ettiği yolda giderek yozlaşarak sanatını icra edecektir.
Tavizsiz Bir Tavır Almak Kolay Mı?
Başta da belirttiğimiz gibi, yaklaşık 200 yıl önce yaşamış bir sanatçının tercihleri ve hayat karşısındaki tavrı üzerinde gelişen film, temel mesajıyla, bugünün insanına ve ahlaki tercihlerine de atıfta bulunuyor. Bir bakıma, yaşama nasıl bir anlam vereceğimizle ilgili bir film olan “Dünyanın Tüm Sabahları”, ne için yaşadığımız veya çalıştığımızı, sanatı neden ve kim için yaptığımızı açık ve etkili şekilde sorguluyor. Bu çerçevede kendimize de sorular yöneltiyoruz doğal olarak: Marais’nin tercih ettiği para-şöhret yolundan hangimiz bu kadar rahat kaçabilirdik? Hangimiz sadece ilkelerimizin peşinden bu kadar rahatça gidebilir ve tavizsiz bir tavır alabilirdik hayatın içinde?
Film, sanatçının kendine ve dünyaya karşı sorumluluğunu müzik üzerinden böylesine sorgularken, aynı zamanda bir aşk hikâyesini de kısa ama etkili sahnelerle seyirciye aktarıyor. Sainte-Colombe’un karısına olan derin aşkı da, aslında bir sanatçı olarak duyduğu sorumluluk ve duyarlılıktan pek farklı değildir. Sanat anlayışı kadar, aşkı da ilkeler üstüne kuruludur, derindir ve vazgeçilmezdir. Zaten genç sanatçının hem ilkesel düzeyde, hem de aşk alanında sergilediği ölümcül ihanet de aşk ve sanat arasındaki benzerliği göstermektedir.
Fransız sinemasının büyük oyuncusu Gérard Depardieu’nün Marais’nin yetişkinliğinde, gerçek hayattaki oğlu Guillaume Depardieu’nün Marais’nin geçliğinde, usta oyuncu Jean-Pierre Marielle’in Sainte-Colombe karakterinde ve Anne Brochet’nin Madeleine rolünde ortaya koydukları inandırıcı performanslar, filmin en büyük kozunu oluşturuyor. 2010 yılında aramızdan ayrılan ünlü Fransız yönetmen Alain Corneau filme sadece yönetmen olarak imza atmakla kalmamış, yazar Quignard ile birlikte senaryoyu da kaleme almış. “Dünyanın Tüm Sabahları”, klasik müziğin sinema ile buluşmasının en görkemli, en anlamlı örneklerinin başında gelen, birkaç kez izlenmeyi hak eden bir başyapıt.