Eda Çarmıklı Röportajı: İyiliği İlet!

Eda toplumda bilindik bir soyadına sahip. Ancak köşesine geçip oturmuyor. “Kendi şansını kullanarak başkaları adına hizmet etmek” gayesi ve gayretiyle yola çıkarak sosyal kabileler inşa ediyor.

İnsanın hayatı veya kendini anlamlandırmaya çalışması, hayatı ve kendini sorgulaması elbette yeni değil. İnsanlık tarihi kadar eski… Bu yol için ister adına “ol”ma yolculuğu deyin, ister “kendini arama”, ister “kişisel ustalık”, yol kutsal, yol sürprizli, yol iniş çıkışlı. Yol kadar, yolda karşımıza çıkan insanlar da bir o kadar kıymetli. Eda Çarmıklı benim için bu kişilerden. Eylemleriyle söylemlerinin arkasında. Blog yazıyor, topluluklarlar oluşturuyor, inandığı dünyayı yaratmaya uğraşıyor. Algısı, gönlü ve zihni yeniye, yeniliğe açık.

İlkin yolumuz nefes ve yaşama dair bir kursta kesişti. Sessizlik inzivası, Yaşama Sanatı Derneği’ni kurma çalışmaları derken araya seneler girdi. İstanbul’un farklı köşelerinde yaşama anlam katmaya çabalarken yıllar sonra başka bir vesileyle tekrar karşılaştık. Elbette bu yol bitmez, yol biz nefes almaya devam ettiğimiz müddetçe sürer. Yol arkadaşlıkları da…

Sevgili Eda öncelikle hoşgeldin. Yukarda bahsetmiş olduğum bu gelişim yolculuğuna seni iten ne oldu? Hep dersin “Hayatın eli yok ki sana tokat atsın, başına olaylar gelir.”

Canım Şeydacığım hoş bulduk. Bizlerin yollarını defalarca kesiştiren bu yolculuğa minnetlerimi ileterek başlamak isterim. Yaşamın bu sürprizlerini çok seviyorum. Ve kendine niyet etmişlerin bu sürprizleri özenle işlemesi sonucu defalarca yollarımızın kesiştiğine inanıyorum. Bugün seninle olma şansı edinmiş olmam da bunun eseri sanırım. Beni gelişim yolculuğuna iten aslında bu dünyaya gelmiş olan “Eda”yı toplumsal tanımların ve kısıtlamaların ötesinde keşfetme arzum oldu sanırım. Amerika’ya okula gittiğimde bütün bu tanımların ötesindeki Eda kim ve bireysel olarak dünyaya katmak üzere getirdiği becerileri, yaratıcılığı nedir?’i keşfe çıktım. Kendime niyet etmemdeki sebep benim yaşamı anlama arzumdu. Hepimizin yaratıcı gücüne inanıyorum ben. Yaratanın parçalarını taşıyorsak eğer, ki ben öyle olduğunu kendi küçük bedenimde deneyimliyorum, o zaman bizlerin de içinde yaratma arzusunda olan bir parça var demektir. Fark edersen, kendini arama veya kişisel farkındalık yerine kendine niyet etmek terimini kullanıyorum. Kendine niyet etmek, birey olarak bu dünyaya gelişini, bu bireysel tercihini onurlandırmak demek kanımca. Ol’mak üzere geldiğin bu yaşamın biricikliğine, olabileceğin en üst versiyonu olmaya korkularına rağmen kendine niyet etmek demek. Beğeni ile izlediğim konuşmacılardan sevgili Mahatria bir konuşmasında şöyle dedi “This is the only chance you get to be you, Please do not miss yourself.” Bugün bu bilinçle, varlığımızın bu versiyonu ile yaşamakta olduğumuz bu yaşamımız yegane. Bir tekrarı yok. “Lütfen kendinizi teğet geçmeyin” diyor. Gerçek potansiyelimizi yaşamaktan kendimizi geri koyan sadece bizleriz. Kalıplarımız, kendimize dair yargılarımız. İşte kısıtlı perspektifimize rağmen kendi hikayemizi onurlandırıp, olmak üzere geldiğimiz insan olma şansını yaşama geçirdiğimizde kendimizi teğet geçmeme imkanımız doğabiliyor. Kendimize korkusuzca, şefkatle ayna tutup, kabul edip, sevgimizi sunduğumuzda kabımızı genişletme, kendimizi gerçekleştirme imkanımız doğuyor.

Ve yine de, belki de bunu bugün böyle tanımlayabiliyorum. O günlerdeki Eda muhtemelen yaşamın içinde es alabileceği, zihnini susturduğunda kendi içsel sesini duyabileceği ve yaşamı anlamlandırabileceği araçları arama sevdası ile yola çıktı. Yolculuk ilk yoga ile başladı ve akabinde Art of Living ile devam ederken seninle yolum kesişti. Ardından bu yaşam yolculuğum ne şanslıyım ki birbirinden güzel bilgiyle, teknikle, ruhlarla yollarımı defalarca kesiştirdi. Her birinden kendime dair çok şey öğrendim. Minettarım. Bugün ise Joint Idea’nın kurucu ortağı olarak yoluma devam etmekteyim, hala insanlığımızın bir üst versiyonuna yoğun inancımla değer katmaya niyet etmekteyim.

Ve fakat, benim tabirime gelince… “Hayatın eli yok ki sana tokat atsın, başına olaylar gelir.” İşte o daha çok Joint Idea ile yollarımın kesişmesini anlatan bir tabir oluyor. Yaşamımdaki taşların oynamaya başladığı bir dönemde, ben bu taşları dönüştürmeye direnirken ve belki de ertelerken bir kanser geçirdim. Kanımca o yaşamın tokadıydı bana atılan. Şefkatli bir tokattı ama yine de sarsılmama, kendi yaşamıma ayna tutmama vesile oldu. Ve işte o noktadan sonra yaşamın kısalığına, gelip geçiciliğine uyandım diyebiliriz ve kendi yolumu korkusuzca çizmeye, kendimi gerçekleştirmeye niyet ettim.

Çok sevdiğim bir laf var: “İçinde müziğinle ölme.”

Bu gelişim yolculuğunun bir yerinde artık sen topluluklar, platformlar inşa eden tabiri caizse bir sosyal mimar (topluluk mimarı) oldun. Yanılıyorsam düzelt lütfen, sanki daha kişisel bir yolculuktayken, daha aktif olup daha dışa açıldığın bir dönem başladı hayatında. Biraz bunlardan bahseder misin, neydi seni buna iten?

Evet haklısın, Joint Idea’dan önce kendi gelişimimin kabında yaşamımı sürdürmekteydim ve kanserden sonra ise içimde sözlenmek istenenlerin önündeki duvar ile yüzleştim. Kabul ettim kendime dair önyargılarımı. İçimdeki korkuya rağmen sözlendirmeye başladım içimde doğan sözleri.

Sözler ile dünyayı değiştirebileceğimize inanıyorum ben. Kelimelerin şifa gücüne inanıyorum. Ver her şeyden öte, iş yaşamının içine sevgi lisanın girmesi gerektiğine inanıyorum gönülden. Samimi, içten, dürüst, maskesiz, yalın, net, sorgusuz ilişkilerin geleceğimizi şekillendirmesini ümit ediyorum. İnsanlığımızın derin potansiyeline inanıyor ve dünyamızda Utopia’nın (Cambridge Sözlüğü Ütopya’yı “insanların ahenk içinde çalıştığı ve mutlu olduğu mükemmel bir topluluk (fikri)” olarak tanımlıyor.) yeşerdiği günleri ümit ediyorum. İşte bu yüzden her gün, yeniden yenide kendime niyet edişim. Bu yüzden her gün Joint Idea’da Love Mafia ile dünyaya değer katma çabam.

Joint Idea öncesinde bana dikte edilen bir yaşamı yaşıyordum. Kurumsal yaşamın prestijli olduğu bir dünyada “Ben farklı değerler katmak istiyorum. İnsanların içinde yaşama dair bir umut, bir heyecan uyanmasına vesile olmak istiyorum” demek pek de kabul gören ve desteklenen bir patika değildi. 2001 yılındaki ilk inziva tecrübemden sonra içimde uyanan dokunma, dönüştürme ve ilham verme arzuma rağmen geleneksel iş yaşamındaki varlığıma devam ettim. Ama bir gün geldi ve ben kendime nasıl yaşamak istediğimi sordum.

Yukarıda da bahsettiğim üzere kanser hastalığımdı beni bu yola çeken. İnsan sağlığını böylesine ciddi şekilde tehdit eden bir hastalıkla yüz yüze geldiğinde pamuk ipliğinde bir yaşam yaşadığı gerçekliğine uyanıyor. Bugün varız, ama bir adım sonramızı hiçbirimiz bilmiyoruz. Çok sevdiğim bir laf var: “İçinde müziğinle ölme.” Hepimizin içinde hayata gelmek üzere bekleyen kendimize has bir müziğimiz olduğuna inanıyorum. Yaşama veda etmeden bu müziği keşfetmenin ve icra etmenin bireysel yolculuğumuzun sebebi diye hissediyorum. Kendime dair, yıllara sair, bildiğim bir şey var ki, o da insanları bir araya getirme ve bir arada tutma içsel yetisine sahip olduğum. Belki de senin ifade ettiğin topluluk mimarı olmak benim sanatım, içimde yaşam bulmayı bekleyen müziğimdi. Ama tabi o zamanlar böylesine bir iş tanımı hayal bile edilemezdi. Ve kader bu ya, işte tam da bu bilinmezin, bu arayışın ve arzunun tam içindeyken ortağım Markus Lehto ile yollarımız seneler sonra tekrar kesişti ve bugün sevgiyle ve inançla, topluma değer katmak niyetiyle çıktığımız yolculuğa devam etmekteyiz.

Benim bildiğim kurucusu olduğun üç değerli platform (veya sosyal kabile) var, Joint Idea, Life Works Labs ve benim de üyesi olduğum Love Mafia. Üç tane olması bende kafa karışıklığı yaratıyor. Kimler hangisine katılıp nasıl katkıda bulunabilir? Her birinin fonksiyonu ve eğer varsa biribiri ile ilişkisi ne?

Canım Şeyda’cım öylesine kıymetli bir soru ki bu… Biliyorum her birinin İngilizce olması da aynı zamanda kafaları karıştırıyor. Ama biz, Joint Idea olarak, çizilmiş sınırların ötesine, dünyanın global vatandaşlarına hitap eden bir platform olmak niyetiyle yola çıktık. Kendimizi bir toprağın vatandaşları olmaktan öte, bu kıymetli gezegenimizin bir vatandaşı olarak görmemizden, geleceğin birlik bilinci ile tasarlanması gerektiğine inancımızdan kaynaklanıyor. Bu yüzden girişimlerimize ve yaratımlarımıza verdiğimiz isimler de hepimizin ortak lisanı olan İngilizce olarak doğdu. Aynı zamanda bazı deyimleri Türkçe’de ifade etmek oldukça zor oluyor. Ne yazık ki, kültürümüzde bazı kelimelerin içi eski algı ile dolu ve tepki çekebiliyor. Mesela kabile kelimesini algı şeklimiz eski bilgiler doğrultusunda şekillendiği için “sosyal kabile” tabiri daha anlamlı gözüküyor. En heyeaclı kısmı ise bu tanımların içini boşaltıp bugün, yeni bilinç ile, yeniden tanımlamak.

Joint Idea ana çatı diyebiliriz. Türkçeye çevirdiğimizde Ortak Fikir anlamına geliyor. Joint Idea’nun kuruluş sebebi bir sinerji platformu olmak. Doğru insanların, insan algortiması ile, bir araya geldiği ve insanlığımıza fayda sağlayacak projeleri bir arada yaşama geçirdiği bir platform olmak. Bir artı bir iki etmesin, bireylerin toplamından çok daha ötesinde fayda sağlayacak dalgalar, ürünler, hizmetler yaratsın ümidiyle yaşama geldi. Şu anda Joint Idea çatısında dünyada başka bir gerçekliğin mümkünatını araştıran sosyal kabileler ile iş birliği yapmaktayız. Bunların hepsine Joint Idea web sitemizde Love Mafia’nın altından ulaşabilirsiniz. Hepsi kıymetli organizasyonlar ve çok değerli birlikteliklere imza atıyorlar. Bizler de bu kurumlarla olan iş birliklerimizle gurur duyuyoruz. Buradaki iş birliklerimiz sayesinde gelişiyoruz, söylemimizi derinleştiriyoruz ve her şeyden öte yol arkadaşları ediniyoruz.

Life Works Labs ise bizim gelişim laboratuvarı olarak nitelendirdiğimiz programlarımız. Hem kurumlara hem de bireylere yönelik, Love Mafia ile birlikte geliştirmekte olduğumuz içeriklere yer veriyoruz. Eğitim tanımının dönüştüğü günümüzde, gelecekte var olabilmek istiyorsak, kendi gelişimimizi de daimi kılmamız gerekliliğine inancımızla laboratuvar programı olarak nitelendirmeyi tercih ediyoruz. Artık ölçülebilir verilerin ötesinde, daimi gelişim zihniyetinin uyandırılması gerekiyor. Life Works Labs nefesten blockchain’e, geniş bir yelpazeden seslendiğimiz, okullarda öğretilmeyen ve yeni dünyada ihtiyacımız olan donatıları hem kurumlara hem de bireylere ulaştırdığımız gelişim platformumuz. Eğer kurumunuzda gerçekleştirebileceğimiz eğitimlere dair bilgi edinmek istiyorsanız bizlerle info@jointidea.com adresinden iletişime geçmenizi rica ediyorum. Jenerik yaklaşımların ötesinde anda anında günümüzün ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde eğitim yolcuklarının kürasyonunu yapmaktayız. O yüzden sizleri tanımak ve ihtiyaçlarınızı dinlemek isteriz. Ve Love Mafia, göz bebeğimiz. Tercih edip birbirimize çekildiğimiz ailemiz. Sözlerinde ve özlerinde birlik bilincinde olan, yaşamda icra ettikleri her şeyi bütüne (dünyamız ve içinde, üstünde, etrafında var olan tüm eko sisteme) değer katmak üzere yaşama geçiren kıymetli dostlarımızdan oluşan çekirdek sosyal kabilemiz. Joint Idea’daki iş birliklerimizde, Life Works Labs’deki içeriklerimizin yaratımında ve sözlenmesinde birlikte var olduğumuz dostlarımız, yol arkadaşlarımız. Love Mafia, Joint Idea’nın çekirdeği ve kaynağı. “We are more together than alone” (Birlikte daha fazlayız) diye bir laf var çok beğendiğim. Bizler beraber olduğumuzda güçlenen sosyal varlıklarız, birlikteyken yaratım ve etki gücümüz katlanıyor. İşte bizde, Love Mafia ile, olabileceğimizin ötesinde var olabiliyoruz, üretebiliyoruz, hayal edebiliyoruz. Bu çekirdek kabilemiz insan algortiması ile yaşama geliyor. Kendine niyet etmiş insanlar birbirine çekiliyor diyebiliriz. Bir de pandemi döneminde online olarak yarattığımız Love Mafia platformumuz var. Oradaki niyetimiz ise, sosyal medyanın kirliliğinden arınmış, üst bilince çağrı yapan içerikleri, etkinlikleri, yazıları paylaşmak. Birlikte inançta kalıp, insanlığımız için bir üst bilinç ile geleceğin yaratımına inanan online bir sosyal kabile olmak.  Birbirimizden ilham almak ve gelişmek. Dileyen herkesi online platformumuza davet etmek istiyorum. Düzenli olarak bir araya geldiğimiz online birliktelikler, eğitimler, oturumlar ve sohbetler düzenlemekteyiz. Sizleri aramızda görmek ve yaşamı birlikte anlamlandırmak bizlere keyif verecektir.

Kendini olmak istediğin kişilerle çevrelersen sen de zaman içinde onlar gibi olmaya başlıyorsun.

Takip ettiğim bir usta şöyle demişti:  “Birliği (oneness) deneyimleyecek sosyal kabileleriniz olmadığı için, hayat arkadaşınız olan “O kişi” (the One) çok daha önemli bir hale geliyor, Hollywood filmlerinde gördüğümüz türden aşırı anlam yükleniyor, o kişiyi bulamayan ise hayli eksik, garip, yalnız hissediyor.” Ne düşünürsün? Sosyal kabilenin önemi sence ne?

Çok da güzel söylemiş Şeyda’cığım. Bence de sosyal kabilelerimizin özenli seçimi bizleri dünyaya olmak üzere geldiğimiz insanı gerçekleştirme imkanı sağlıyor. Burada özen kelimesinin altını çizmek isterim. Yaşamımızda her gün, en yoğun olarak gördüğümüz ve iletişimde olduğumuz kişiler zaman içinde bizleri tanımlamaya başlıyor. Bizler, istesek de istemesek de zaman içinde onlar gibi olmaya başlıyoruz. İşte özen kelimesi burada devreye giriyor. Eninde sonunda sosyal kabilemiz diye nitelendirdiğimiz insanlar olmaya başlayacaksak eğer, o zaman sanırım benzeyeceğimiz bu kişileri daha özenle seçmemiz bizler için en hayırlısı olacaktır.

Kim olmak istiyorsun? Nasıl bir erdemle yaşama hitap etmek ve karşılık vermek istiyorsun? Kendini olmak istediğin kişilerle çevrelersen sen de zaman içinde onlar gibi olmaya başlıyorsun. Değerlerinde örtüştüğün bir sosyal kabilen olduğunda ise yaşamın iniş ve çıkışları, zıtlıkları sana eskiden olduğu kadar derin dokunmamaya başlıyor. Yaşamda hepimiz zorluklar karşısında sarsılırız ve bazen de düşeriz. İnsanlığımızın evrimsel yolculuğunun bir parçası dualite. İşte öylesine özenle seçtiğin bir sosyal kabile ile sarmalandığında, düştüğünde pamukların üzerine düşüyorsun ve şefkatle anlamlandırıp, büyüyerek geçiyorsun o sınırlarını zorlayan tecrübenin içinden. Yaşamı suçlamadan, geleni erdemle gelişimin için anlamlandırarak, teşekkür ederek, büyüyerek geçmen mümkün oluyor o zorluğun içinden. Benim gelişim yolculuğumdaki sosyal kabilem Love Mafia’m. Sadece Türkiye değil dünya çapında küresel birliğe ve insanlığa inanan, bu uğurda emek veren kıymetli dostlarım. Şu anda dünyada eminim hepimiz kendi değerlerimizle örtüşecek ve ortak bir amaç doğrultusunda birlikte hizmet sunabileceğimiz sosyal kabileler bulabiliriz. Gönülden dilerim böylesine kıymetli birlikteliklere, eğer henüz değilseniz, dahil olmanızı.

Yaptığımız işlerimizin insanlığımıza ve dünyamızın devamlılığına hizmet edecek şekilde tasarlanmasına özen gösterelim.

“İyiliği ilet” (pay it forward) diyebileceğimiz bu ifadeyi pek sık kullanırsın. İyiliğin gücüne ve bunu yaymaya ben de inanırım. Biri gelse, “yahu ben faturamı dahi ödeyemiyorum, hangi iyilik, ne iletmesi” dese (ki ben arasıra maruz kalıyorum); ne söylersin?  

İyiliği iletmek çok kıymetli bir kavram benim için, haklısın. Gönülden dilerim ki izlememiş olanlar Kevin Spacey’nin “Pay it Forward” isimli filmini izlesinler. İyiliği iletmek nedense hep maddi anlamda anlaşılıyor. Halbuki, öylesine çekirdek bir yerden başlıyor ki; bir halden bahsediyoruz.

Bizlere bahşedilen bu kıymetli hayatı onurlandırmak. Bir başkasının gözlerine bakarken onu gerçekten görmek ve kabul etmek. Sokakta yürürken tanımadığımız birine gülümsemek. Zorda olduğunu hissettiğimiz birini dinlemek. Ya da ihtiyaç halinde birine kucak açmak. Hepimiz iyiliği, niyet edersek, kendi küçük yaşamımızda ufak nazik dokunuşlarla defalarca iletebilme şansına sahibiz. Ha, maddi imkanımız el verirse, maddi olarak yardım etmek insani görevimiz. Ama ben en ufak adımların, niyetlerin, kabulün iyiliği iletmenin bir yolu olduğunu düşünüyorum. O yüzden küçük çemberimizde ağzımızdan çıkan sözlerin yargısız ve şefkatli bir yerden çıkmasına özen gösterelim. Yaptığımız işlerimizin insanlığımıza ve dünyamızın devamlılığına hizmet edecek şekilde tasarlanmasına özen gösterelim. Ve kendi rahatlık alanımızın dışına cesaretle adım atarak iyiliği iletelim yaşamın her anında.

Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Programı’nda da sözlendiği gibi; kimseyi arkada bırakmayacağımız (leave noone behind) sistemler üretelim. İnsanoğlu olarak bu kıymetli gezegende bolluk ve bereket içinde, ahenkle üretebileceğimiz ve değer katabileceğimiz sistemler geliştirelim. İşte 2020 yılında gerçekleştirmiş olduğumuz Uni.verse festivali ve Global Reset Summit bu iyiliği iletmek üzere tasarlanmış etkinlikler. 5-6 Aralık 2020 tarihinde gerçekleştireceğimiz Global Reset Summit, bizler dünya çapında ilham veren konuşmacıların içerikleri ile yaşamımızı zenginleştirirken, ihtiyacı olanlara da buradan elde gelir vasıtasıyla kaynak yaratmak üzere yaşama geçirildi. Türkiye’de elde ettiğimiz gelirler Türkiye’nin dört köşesinde gıda bankacılığı ile ürünleri ihtiyaç sahiplerine ulaştıran Temel İhtiyaç Derneği’ne (TIDER) bağışlanmakta. Diyorum ya küçük adımlar. Bizler kendi ilgi alanımız olan gelişim yolculukları tasarımı ile toplumumuzda ihtiyacı olanlara iyiliği iletiyoruz. Hepimizin böylesine kıymet katabileceği bir yetisi ve ilgi alanı vardır sanırım.

Üstel insan, insanlık oyununun ötesine, kendi gerçekliğine ve kendi yetilerini uyandırmaya 100%’ü ile adanmış olmak demek.

“Üstel insan” kavramını ilk senden duymuştum. Sıkça kullandığın bu tabir bende biraz teknolojik bir algı yaratmıştı ne yalan söyleyeyim. Sanki sürüm güncelliyor ve insanlık 1.0’den insanlık 2.0’ye geçiyor gibi. Üstel insan kimdir ve nasıl yaşar? Yaşadığımız dönemin, pandeminin üstel insanlığa sivrilmemizde sence rolü ne? 

Haklısın, teknoloji konusunda çok kapsamlı bilgisi olmayan bana da ilk başlarda çok robotik geliyordu bu terim. Yine kelimelere yüklediğimiz algıdan sanırım, üstel teknoloji çağında bu terimden bahsedince o da çok teknolojik geliyor kulağa. Aslında birbirleri ile derin bir bağlantıları var. Şu anda içinden geçmekte olduğumuz dönem olan üstel teknoloji çağında en kıymetli hazinemiz olan cep telefonumuz bile bizlere haber vermeden haftada en az bir kez kendini günceller halde. Ama ne yazık ki, bu gezegende yaşayan en gelişmiş teknoloji olan biz insanlar, kendimizi, kalıplarımızı, yargılarımızı ve becerilerimizi aynı hızda güncellemiyoruz. Bu daha çok bizlere dikte edilen yaşamı yaşama telaşımızdan kaynaklanıyor sanırım.

Bugün ise bizlere eskiden hizmet eden modellerin, sistemlerin, düşüncelerin ve tanımların artık geçerliliğini yitirdiğini kolektif olarak tecrübe etmekteyiz. Üstel insanlık tanımı işte bu noktada hayata geliyor. Böyle geldi ama böyle gitmemeli. Bana göre, insan olarak bu dünyaya gelmiş olmamız bir tesadüf değil.  Üstel insan, insanlık oyununun ötesine, kendi gerçekliğine ve kendi yetilerini uyandırmaya 100%’ü ile adanmış olmak demek. Defalarca yeniden öğrenmeye, öğretilenleri unutup bir çocuğun merakı ve saf niyeti ile kendimizi defalarca keşfe çıkmaya niyet etmiş olmak demek.

“Reincarnation without dying” diye bir tanım var; ölmeden yaşam içinde ölmek. Üstel insan kendi andaki gerçekliğinin içinde defalarca ölüp küllerinden daha otantik bir şekilde doğmak demek. Ve pandeminin üstel insanlık kavramının zaruriyetini kolektif olarak idrak etmemize vesile olduğu hissediyorum. Hepimiz, evlerimizin güvenli ortamında, neyi niye yaptığımızı tekrar sorgular hale geldik. Sorgusuz sualsiz kabul ettiğimiz işleyiş şekillerinin dönüştüğü bir dönemdeyiz ve birtakım kavramlar da aynı hızda şekil değiştirmekte. Başlangıç zihniyeti ile her şeyi tekrar gözden geçirebilmek için ise önce kendi işleyiş sistemlerimizi güncellememiz gerekiyor. Bu pandemi sayesinde bir çoğumuz hayatlarımıza ve kararlarımızı tekrar bakıyor, insanlığımızı yeniden tasarlıyoruz.

Biz Üstel İnsanlık (#exponential humanity) kavramını üç kolda tanımlıyoruz: Bilinç (Conciousness), Bağlantı (Connectivity) ve Yaratıcılık (Creativity). Bize göre, bu üç içsel yeti insanları diğer varlıklardan ayıran en temel özellikler. Kendimize ettiğimiz niyeti güncel egzersizlerle düzenli olarak beslediğimizde (#practice becoming) insan algortimamız (#human algortihm) ile doğru insanlara doğru çekilmeye başlıyoruz ve kendi sosyal kabilelerimizi buluyoruz. İşte o noktada yaşamın tesadüflerini işlemeye başlıyoruz (#cultivate serendipity), gönülden bağlandığımız iş birliklerine dahil olabiliyoruz.

Bizlere üç tane topluluk hediye ettin. Bunların sana hediyesi, katkısı ne oldu? Bütün bunları gerek kurgularken gerek yaşama geçirirken; kendine veya hayata dair edindiğin önemli farkındalıklar neler oldu?

Bu 3 topluluğu ortağım Markus Lehto ile birlikte derin bir inançla yaşama geçirdik. Onun vizyonu benim inancımın eseri diyebiliriz bunlara. Kendisi ile çıktığım bu yolculukta sesimi, niyetimi, katabileceğim değerleri, beraber büyüyebileceğim sosyal kabileleri bulma imkanı edindim. Çok bencil sebeplerle başladım bu yolculuğa aslında. Başka bir gerçekliğin mümkünatına inancı Markus ile yakaladım. Ümidim bu inançta birleştiğim insanlarla çevrelenmek ve inancımı pekiştirmekti. John Lennon’ın kıymetli bir lafı var. “Tek başına gördüğün rüya rüya olarak kalacaktır. Birlikte hayal ettiklerin ise gerçek olacaktır.” Birlikte hayal etmenin kıymetine inançla iş yapma tanımını dönüştürmekteyiz bugün. Sevgi lisanını iş yaşamına sokma misyonu edindik biz bu yolculukla. Daha içten, otantik, samimi, kırılgan ve şeffaf bağlar yaratmanın kıymetine inancımızla bütün iletişim sistemlerimizi güncelledik.

Kendime uyanıyorum her gün diyebiliriz. Kalpten kalbe iş birlikleri ile her gün büyüyorum, gelişiyorum, öğreniyorum. Cesaretle kendimi ifade edebileceğimi ve kendi şarkımı söyleyebileceğimi keşfediyorum.  Ve her şeyden öte, bunu topluluklar önünde yapabilecek cesareti buluyorum kendimde. Açıkçası, bundan 4 sene önce, bunların hiçbirini yapabileceğimi hayal bile edemezdim. Senin anlayacağın, insanların önünde varlığıma tanıklık ediyorum. Aynı zamanda, o kendime çok uzak bulduğum teknolojik yenilikler de heyecanlandırmaya başladı beni. Threefold gibi teknolojik firmalar ile insanlığımız için tanımlayabileceğimiz yeni değer kavramının arayışında olmak, yeni işleyiş sistemlerini hayal etmek ümit veriyor bana.

Hayatı ve hayattaki varlığını sorgulamayı seven bir insan olarak; kendine bu röportajda hangi sorunun sorulmasını isterdin? Ve cevabın ne olurdu?

“Eda sen en çok hangi konularda zorlanıyorsun?” sorusu doğdu içimde. Hep güçlü olduğumuz taraflarımızı aktarma eğilimi gösteriyoruz ve fakat bence kırılganlıklarımız ve onlara karşı tepkilerimiz de çok kıymetli. Güç teriminin anlamını da dönüştürmeliyiz belki. Belki de güçlü tanımı kırılganlığını kucaklamak demek yeni dünyada. Kendini olduğun gibi, maskelerin ötesinde tüm çıplaklığın ve gerçekliğinle ortaya koymak.

Ve ben aslında en çok bu güç kavramında zorlanıyorum. İçine doğduğumuz kapitalist sistemde ölçümün para ile yapıldığı gerçeklikte, para ile ölçülemeyen değerlerin de değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Başarılı olma teriminin kazandığımız para ile ölçüldüğü günümüzde, olmayı tercih ettiğimiz üst versiyonumuz ile yaşama kattığımız değerlerin ölçülemiyor olması beni en çok zorlayan konu. Bu hem kendi yaşamım için hem de Love Mafia olmaya niyet etmiş olanlar için dönüştürmek istediğim bir kavram. Yeni bir değer ölçüm mekanizması ihtiyacı içindeyim anlayacağın. Hatta ülkelerin bile değerlendirilirken yeni kavramlarla ve yeni anlayışlarla ölçülmesi gerektiğini düşünüyorum.

En son olarak, bir yerlerde okumuştum. Dünyada mülteci sayısı, 2.Dünya Savaşı’ndan bu yana en yüksek seviyesindeymiş (70 milyonu aşmış). Ve bu gidişe dur denmez ise bırak savaşları kuraklık, küresel ısınma, yanlış tarım politikaları ile bu sayının katlanarak artacağı söyleniyor. Ademoğlu kolay ders almıyor gibi. Biliyorum, sen benim gibi insanlığa olan inancınla iflah olmaz bir iyimsersin. Bütün bu gelişmeler ışığında sence neler mümkün?

Şeydacım bugünün gerçeklerinde bu soruya cevap verecek olan ben değilim, kolektif olarak hepimiziz. Hepimiz teknoloji sayesinde bir dünya olarak birbirimiz ile bağ halindeyiz, bir dünyanın vatandaşları olarak bu dünyadaki işleyiş şeklimizi yeniden tasarlama gücüne sahibiz. Bunu yapabilmenin tek yolu ise sanırım BİR olduğumuza uyanmak, aradaki sınırların, ırkların ve dinlerin eridiği bir dünyaya hizmet edecek yepyeni sistemler tasarlamanın tam zamanı olduğunu düşünüyorum. Mucizeler mümkün demek istiyorum ve ben Utopya’ya inanan insanlarla bu yolda emek vermeye devam ediyorum.

Sohbet için kucak dolusu teşekkürler…

Ben çok teşekkür ederim… herkese sevdikleri ile sağlıklı, huzurlu, sevgi dolu bir dönem diliyorum.

Röportaj: Şeyda Bodur

Önceki İçerikÇeviri Kitap Satın Alırken Nelere Dikkat Etmeliyiz?
Sonraki İçerikFriedrich Nietzsche’den Salome’ye Mektup
Şeyda Bodur
Kendini anlatmak dünyanın en zor şeylerinden biri bence. Sürekli değişip dönüşürken, yaşam biteviye bizi şekillendirirken, sahi ben kimim? Değişmezlerim var mı, varsa neler? Dilerseniz beni yazılarımdan sizler tanıyın. Yine de beni heyecanlandıran kavramlar ortaya bırakayım, birer ipucu niteliğinde; Akdeniz, çiçekler, iletişim-İkizler burcu, Boğaziçi üniversitesi, kız kardeş, hak-miras, nezaket, ilk yaz, disiplin-aylaklık, Türk kahvesi, demli çay-simit, kiraz-karpuz, keyif, keşif, denge, dönüşüm, mistik, holistik, seyahat, sahici paylaşımlar, samimi sohbetler... Burada sadece yazmaktan ve okumaktan bahsetmek istiyorum. Neden mi yazıyorum? Biliyorum bencilce olacak, herşeyden önce bana iyi geliyor. Düşüncelerim netleşiyor, duygularım alan buluyor, sakinleşiyorum, sadeleşiyorum, “O”lanla hizalanıyorum, kendimi ifade ediyorum, üretiyorum, yaratıyorum, yüreğimi ortaya koyuyorum, yaşama katılıyorum, meydan okuyorum, “ben de varım” diyorum, belki ortaklık arıyorum ve daha nicesi...Satırlara sığmaz. Neden mi okuyorum? Sözü bir Usta’ya bırakmak istiyorum izninizle, ne bir kelime eksik ne bir kelime fazla... “Bütün iyi kitapların sonunda, bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda, meltemi senden esen, soluğu sende olan, yeni bir başlangıç vardır…” Edip Cansever