Sofalising, bir insan kaynakları terimi değil. Ama internet karşısında, “sosyalleşirken”, aslında bir o kadar da “yalnızlaştığımızı” anlatan bir kelime. Bu kez, bu farklı kelime üzerine düşünelim istedim.
Sabah kahvesinde komşusunu görememek, sınıfta tek başına cezaya kalmak, geçen bayram ın ardından kalabalık olmayan bir eve uyanmak, yağmur yağdığında başını cama yaslayıp sokağa bakmak, ağlamak istediğinde en yakın arkadaşının sesini duyamamak , doğum gününde kimse tarafından hatırlanmamak….
Geçmiş yıllarda, “yalnız” olmak deyince, insanlar bunları yaşamaktaydı ya da en azından, “yalnızlık”, o yıllarda, hüzünlü olduğu kadar, hem gözyaşının hem tebessümün içinde gizlendiği, romantik bir kavramdı. Dört duvar arasında da kalsanız, bir ağırlığı, bir anlamı, bir kapsamı vardı yalnızlığın…
Otobüste unutulmuş bir şemsiye, havaalanında sahibini arayan bavul, ertelenen bir sinema filminin çift kişilik biletleri, büfedeki resim çerçevesi, pencere kenarındaki biblo…Onlar da, görüntüleri ve yüklendikleri anlamlar itibariyle yalnızlığı çağrıştırırdı bize…
Belki çok klişe bir ifade olacak ama, zaman geçtikçe ve teknoloji hayatımızda daha fazla yer etmeye başladıkça, kavramların anlamları da değişir oldu. Hatta yaşadığımız eylemleri, yeni ve farklı kavramlarla anlatır olduk.
Eskiden insanlar, yukarıda sözünü ettiğim durumları yaşayınca kendilerini yalnız hissederdi. Şimdiyse, kalabalıklar içinde yalnızız. Insanlar artık, aynı evin içinde, farklı odalarından birbirleriyle msn.den konuşuyor; aynı yemek masasının üzerinde sadece işaretlerle anlaşabiliyor, aynı evde yaşamalarına ya da aynı sınıfta okumalarına rağmen, günlük durumlarından sosyal ağlar sayesinde haberdar oluyorlar.
Internet ortamında paylaşılan videoların altında, birbirimize yazdığımız iletilerde, çoğunlukla işaretler, semboller var artık. “İstanbul’dayım” demek yerine, “@istanbul “ demek, veya hasta olan bir arkadaşınızın durumuna üzülmek, daha bir anlamlı geliyor sanki. Dolayısıyla kelimeler azaldığı için, ilişkiler de sığlaşıyor.
Fark ettiniz mi, hayat, artık ekranın önünde geçiyor. Durumunuzu, ilişkilerinizi, arkadaşlarınızı, sevdiklerinizi, nefret ettiklerinizi, bir ekranla paylaşıyorsunuz artık. Hareket halindeyken de, otururken de, tüm bunları sürdürebileceğinizi varsayıyorsunuz. Hem yalnız başınızasınız, hem de kalabalıklar içindesiniz. Nasıl oluyor bu?
Aslında, burada, tükenen veya tükenmeye doğru giden ilişkiler var. Tüketilen şeyler var.
İnsanlar, kendilerinden memnun olunacak bir ‘ben’ yaratmaya çalışıyorlar.
“Benim” ne yaydığım, “benim” ne paylaştığım, “benim” ne konuştuğum, “benim” kendimi nasıl gösterdiğim önem kazandı.
İnsanlar artık kendi kendine değil de, kendi kendiyle konuşuyor. Herkes orada; ekranda. Bir tık ötede. Oldukça kalabalık ortam. Ama farkında mıyız, aslında kendimizle konuşuyoruz. O kimliğin veya resmin altında,gerçekte, yalnızız.
Tabii ki, bir ekran üzerinden de olsa, ulaşmak istediklerine ulaşmak, aradıklarını bulmak, önemli bir duyuru yaymak, müthiş bir teknoloji. Ancak, fazla kullanmak , bazı güzel huylarımızı yitirmemize, sandalye tepelerinde saatlerce vakit kaybetmemize, ekran önünde yalnızlaşmamıza neden oluyor. Ve bazı pazarlama çevreleri buna SOFALISING. Yani koltuk üzerinde sosyalleşmek diyor.
Neden mi? Bundan, bir köşe yazısında Fatih Altaylı da bahsetmişti; ondan alıntı yaparak, ifade etmeye çalışayım.
‘Gerçek insanlarla buluşma ihtiyacı hissetmeden sosyal olmak’ anlamına geliyor sofalising. Çevrenizdeki birçok insan iphone veya Blacberry üzerinden sürekli bir şeyler yazıyor, değil mi? Hem rutin işlerini sürdürmeye çalışıyorlar hem de aynı anda her yerdeler. Kimileri normal hayatta tanıdıkları, kimileriyse, sadece internet ortamından edindiği arkadaşlarıyla bir şeyler paylaşıyor, ortak bir şeylere gülüyor, gruplar kuruyorlar.
Sosyalleşmeden ziyade insanlar, daha kontrollü olduklarını varsaydıkları bir ilişki halindeler. Zaten sorunun temeli de, buradan geliyor bir nevi. Varsayımlarla sosyalleşiyoruz. Ama yalnızız. Bu da yeni bir değişimi ve dönüşümü gösteriyor.
İnsanlar eskiden birbirini sevdiği zaman, heyecanlanır; sayfalar dolusu şiirler, mektuplar yazar, aşklarını anlatırlardı. Şimdiyse, “SNI SVYRM CNM” yazıp, SMS atıyorlar, ya da msn. Üzerinden çeşitli simgeler iletmek yeterli geliyor. İkisinin arasında gerçekten derin farklar var ; ama bu farkların farkında değil hiç kimse.
Bir de her ne kadar paylaşım sitesi dense de, nelerin paylaşıldığı da önemli. Bir şeyi paylaşmak için, önce onu üretmek lazım. Kopyala yapıştır veya cut-paste ile biz de, kopyalanmış kişiliklere dönüşüyoruz. Herkes, aynı şeyleri paylaşır hale geliyor, aynı şeyleri düşünmeye başlıyoruz.
Dünyada 175 milyon insan, her gün binlerce tweet atıyor. 500 milyon kişi, sürekli, facebook kullanıyor. Türkiye”de facebook kullanıcısı 25 milyona yaklaştı. Bu kadar çok kullanıcının olması, bunu ne kadar güzel entegre ettiğimizi değil, aidiyet problem yaşadığımızı gösteriyor. Özellikle de büyük şehirlerde, aidiyet duygusunun yoğunluğu daha fazla.
Sanal aidiyetler ne kadar tatmin edici peki?
Sonuç: Ekrandaki yalnızlık