Bugün 27 Mayıs, yazıyı teslim etmem gerekirdi çoktan. Fakat ikimiz de, şehir dışında ve ayrı ayrı yerlerdeydik. Fatih, Diyarbakır’a kitap fuarında imza günü için gitmişti, ben ise Salihli’ye ailemi görmeye… Bugün, on beş dakika arayla eve geldik. İşlerimizi bitirince hemen röportajı devreye soktum. Kocam dahi olsa bir canlı yayın ustası ile söyleşi yapmak haliyle heyecan verdi. “Sorularımı beğenmezse” diye aklımdan birkaç kere geçirdim. Ki yaptığım söyleşilere hazır soru ile gitmem. Kafamda plan yaparım girizgâhtan sonra hikaye kendi sorularını yaratır, ben de akar giderim.
Ertesi gün için çalışırken “Gel görüşelim, ben iki işi birlikte yaparım” dedi. Ama ben yapamam, yani iki işi bir arada yaparım ama göz teması kuramazsam, konsantre olmayı bırakın, bazen konuşamam bile. Sonunda benim dediğim oldu ve “ses”SİZ nasıl doğdu diye giriş cümlemi söylediğimde Fatih kıs kıs gülerek “E, siz de biliyorsunuz bunu?” demez mi? Anlaşılan beni zorlayacak. Ben de tüm ciddiyetimle devam ettim. Eee, bu konularda benden daha profesyonel tabi, su gibi ilerledik.
“Aklımda kitap yazmak hiç yoktu. Bir gün Postiga Yayınevi sahibi Nurettin Hacıkurtiş ve editör Ece Korkmaz ziyaret ettiler. Aşağı yukarı 8 ay önce. ‘Sizin kitap yazmanızı istiyoruz.’ dediklerinde kitap yazmanın kolay olmadığını söyledim. Ben radyoculuk yaptım. Ben televizyonculuk yapıyorum. Hep sesimle bir yerlere geldim. Neticede kaynağımız SES ve yazabilir miyim diye, hiç düşünmemiştim.”
Bu teklifi aldığında ne hissettiğini siz de merak ettiniz değil mi “Korktum” diyor. Yazıp yazamayacağından öte ne yazacağını, nasıl yazacağını düşünerek korkmuş. Bu soruların cevabını bulmak ise çok zor olmamış. Hangi konuda yazmayacağını mesela siyaset yazmak istemediğini bildiği için Çalar Saat ekip arkadaşları ile beyin fırtınası yaparken konu kendiliğinden şekillenmiş. Halkın içinden gelen, halkın sorunlarını dile getirmeyi öncelik edinen Fatih, kitabında da aynı tarzı devam ettirmeye karar vermiş. Diyor ki, “Halkın içinden gelen insanız biz. En güzel neyi yazarız? Vatandaşın haberini yazarız.” Hatta Milliyet Gazetesinden Ali Eyüboğlu’nun “Haber Öykücüsü” benzetmesini çok seviyor ve ekliyor “Haber Öykücüsü olmak gerçekten güzel, ben sıradan vatandaşların hayatlarını öyküleştiriyorum.”
Bu, zaten Fatih Portakal’ın haber tarzı aynı zamanda. 1996 yılından beri haberlerinin merkezine hep insanı koyan Fatih, kitabının da merkezine insanı koymayı başarıyor.
Kitapta sekiz gerçek hikâye var. Fox TV’de her sabah yayınlanan Fatih Portakal’la Çalar Saat programının sonunda ‘Türkiye Konuşuyor’ bölümüne dinleyiciler telefon ile canlı bağlanıyorlar. Konuk olan insanların hikâyeleri bunlar. Beş dakikalık telefon konuşmasında bir hikâyesi olduğunu hatta farklı bir hikâyesi olduğunu fark ediyorlar. Bunun sırrı mesleki tecrübelerinde yatıyor.
Konular belirlenip iş yazma safhasına geldiğinde, henüz korkularını tam anlamıyla yenmemişken ilk gelen deşifreyi okumaya başladığında, kafasında kurguyu oluşturmaya başlamış. Bunu fark etmek, yolu yarılamak, ipi göğüslemek gibi cesaret vermiş ve hikâyeleri tüm zenginliği ile örmeğe başlamış. “Haberde 2-3 dakikalık perforeler hazırladığımız için bir haberi öyküleştirirken nasıl üretebilirim, çoğaltabilirim diye endişe ediyordum. Ama başlangıcı yaptıktan sonra hızını alamıyorsun. Hatta şimdi ilk kitabımda bazı eksiklikler görüyorum. Daha farklı daha zengin yapabilirdim diye düşünüyorum.”
Bu cümlenin içindeki İLK KİTABIM ifadesi kulağıma takılan bir zil gibi ayrı çınlıyor. Devamını getireceksin yani diye araya girince “Bugün yaşadığım olay bana iyice cesaret verdi. Suadiye D&R Mağazası’na gittim ve Yeni Çıkanlar bölümüne göz attım, geçen hafta iki tane vardı ama “ses”SİZ’i göremeyince önce ter bastı, üzüldüm açıkçası. Hatta kasaya sorayım mı diye düşündüm vazgeçtim. Rafların önünden geçerken baktım benim kitap Çok Satanlar bölümünde. Bu bir işaret dedim. Ben en azından tarzımı buldum. Önce “ses”SİZ serisi olarak gideceğim. Yani, devamı 1-2…5 olarak gelecek. Ardından büyük bombayı patlatacağım. Roman yazacağım. Gerçek bir hikâyeden oluşan roman yazmayı kafama koydum.” diyor.
Bombayı patlatıyorum demesi hakikaten bende bomba etkisi yaptı. Daha ben bilmiyorum roman yazmaya soyunduğunu, röportajın faydası ilk ağızdan öğrenmiş oldum. Belki bana kıyak yaparak manşet çıkarmak istemiştir.
Konuşmamızın başında hep sesimle ve görüntümle iletişimdeydim, şimdi yazıyla karşılarındayım demişti. Bunun nasıl bir duygu olduğunu anlatmasını istiyorum doğal olarak. “Önceleri kitabı elime aldığımda ne hissedeceğimi merak ediyordum.
O anı merak ediyordum. Kitap bitecek mi elimle tuttuğum o an gelecek mi? Fakat elime aldığımda hiçbir şey hissetmedim.” deyince patlıyorum. Aslında buna cevap vermekte zorlanıyor, bence hiçbir şey hissetmedim derken çok da doğru değil. Bana göre hislerini tarif edemiyor. Çünkü “ne hissederim” sorusuna bir cevap bulamadığını açıkça söylüyor ben de buradan çıkarım yapıyorum.
“ses”SİZ kelimesini düz olarak ve kelime manası ile okumayacaksın diyor. Bu yüzden kelimede apostrofla ayırma yapıp, ‘Sizin sesiniz oluyoruz’ anlamında kullanıyor. Yani susan, tepki vermeyen anlamında değil, aksine sen tepki vermesen de biz sana geliyoruz, seninle konuşuyoruz ve ben senin sesin oluyoruz anlamında.
“Gelen tepkiler bu kitabın devamını isteyen türden. İnsanlar şöyle diyor ‘Bizim bildiğimiz ama farkında olmadığımız veyahut unuttuğumuz konuları tekrar gün yüzüne çıkardın’. Çünkü bu vatandaşın hikâyesi. Şu anda Türkiye’nin bir yerinde yaşanmakta olan hikâyeler. Tabi sadece burada insanların hikâyeleri yok. Burada, bir protesto da var. Neye karşı, sisteme karşı, kişilere karşı, yeri geliyor kendimi eleştiriyorum.
Ekrandaki Fatih Portakal’ın duruşundan farklı değil bu kitap. Burada da iğnelemeler, haksızlıklara karşı duruş var.” diye açıklıyor.
Fatih’in ekranda bir tarzı ve olaylara karşı bir tavrı var. Nedir o? Vatandaşın yanındadır. Zam olduğunda, ücret artışı olmadığında, kadına şiddet uygulandığında, çocuğa ya da sağlıkçıya şiddet uygulandığında, 2000 yıllık bir tarihi eseri taşırken kırıp hatta kırdıktan sonra gülenlere, trafik sorunu, korsan kitap sorunu, kaçak et sorunu, olumsuzluklarda normal bir insanın düşüneceği ama ekranlardan duymaya alışık olmadığı tepkileri dile getiriyor. Ben yazdım ama O detaylı açıklıyor “Bizim bir duruşumuz var. Yani vatandaş isyan ediyorsa biz onun tercümanı oluyoruz. Biz isyan ediyoruz. Tepkiyi biz koyuyoruz. İnsanlarla belki siyasi olarak ayrışıyoruz, herkesle aynı paralelde gitmiyoruz ama neticede inandığımız söylüyoruz. Bizim inandıklarımızı söylediğimize güveniyor ve doğal buluyorlar. Hakaret küfür olmadıktan sonra doğal akışına bırakıyoruz. İnsanlar olaylara tepki verirken ben kameranın önünde onların akıllarından geçeni dillendiriyorum. Sonuçta aynı çizgide buluşuyoruz. Normal, ahlaklı insanların verebileceği tepkilerin aynısını belli televizyon kuralları içinde biz veriyoruz.
Kitap da bu paralellikte. Mesela madencilerin öyküsünde, “Neden göçük altından çıkarılmıyorlar?” diye soruyoruz. Son delikanlı Ahmet ağabey öyküsünde “Onun gibi insanlar az bulunur” diyoruz. Öğretmen öyküsünde kendimi eleştiriyorum. Üniversite sınavını kazanamayınca, Kıbrıs’a gittim ve yüksek not ortalaması ile İstanbul Üniversitene geçiş yaptım, arka kapıdan dolaştık diyorum ama hatayı sisteme yüklüyorum. Sistem yüzünden bunları yapmamıza neden oluyor diyorum.”
İmza günlerine gidiyor bu aralar. Hatta bu yüzden görüşemiyoruz bile. İzleyici ve okuyucu kitleni tarif et dediğimde “Sabah kalkan herkes” diyor. Yani kadın, erkek, yaşlı, genç hatta çocuklar bile. “Çocukların çizgi film seyretmesini beklersin ama bizi izlediklerini söylüyorlar. Ne anlıyorsun diye sorunca ‘Ben haber izlemeyi sevmem ama anlatışın hoşuma gidiyor abi’ diye yanıtlıyorlar. Yetişkinler ‘Bizden biri gibisin ve anlayacağımız şekilde anlatıyorsun’ diyor. Haber seyretmezdim seninle birlikte izlemeye başladım hatta zaman zaman tebessüm etmeye başladım diyenler var.”
Haber verirken tebessüm ettirmeyi başarmayı önemsiyorum. Nedenini sorunca “Bu insanın hayata bakış açısından kaynaklanıyor. Komiklik anlamında değil ama hayata ufak bir espri ile bakmayı becerebilmekle alakalı. Ben bunları bilinçli yapmıyorum. Normal yaradılışımda olan tepkileri veriyorum.” diyor.
Fatih’e göre kitap sahibi olmak “Televizyonculukta suya yazarız biz, ama kitap bambaşka bir olay” diyor ve hatta benim sözlerime atıfta bulunup “Bundan 30-40 yıl sonra birinin kütüphanesinde hayat bulacak. Belki hiçbir şey hatırlamayacak ama 2012 yılında yaşananlara tanıklık edecek. Aslında bu kitap, yaşadığımız zamanın bir kesiti. Kitabın kalıcı ve unutulmamak adına güzel bir yapıt olduğunu düşünüyorum. ” diyerek ülkeyi kıyaslama fırsatını verdiğini anlatıyor.
Sormadığım bir soru var mı dediğimde ve merakla yanıtını beklerken sözlerine başlayınca espri yapıyor sandım ama Fatih’in tarzı budur, ciddi şeyleri bile belli bir kıvamda yumuşatarak aktarır. “Senin fonksiyonun çok büyük oldu bu konuda. Çünkü ilk başlarda yazamadım, bir türlü başlayamadım. Bana sürekli ‘Senin bir vaktin vardır.’ dedin ve o vakit geldi, yazdım, şimdi raflarda. O nedenle senin de hakkını ödeyemem Armuş” dedi.
Son sorumu beklemiyordu ama sordum “Beni seviyor musun?” “Çok seviyorum seni Armuşum” diyerek kahkahayı patlattı ve Martı Dergisi’ne çok teşekkür ederek, hepinize sevgilerini iletti. Elçiye zeval olmaz, selam sevgi sizindir.
Armağan hanım 2 kitap gönderiyorum , birisi Hilal için, diğeri de benim için ( Biri Hilal ‘ e olarak imzalanacak, diğeri Alp’ e olarak ). Fatih bey’ i biraz yoracağım galiba :)) Benim adresi biliyorsunuz sanırım, bilmiyorsanız da mail atarım. İlginiz için çok teşekkür ederim. Saygılarımla… Beyazıt Alp BİLGİN (
Merhaba Alp bey,
Tamam, biz teşekkür ederiz ilginiz için…
İyi günler,
Merhaba gercekten cok yogun bir seyahatleri oldu cok selami var
Tesekkur ederiz ilginize
Adresi vereyim
Fatih portakal
Fox tv
Kazlicesme mh
34020
Zeytinburnu istanbul
Çok teşekkür ederim ilginiz için, iyi ki varsınız :)
Harika bir eser, yalnız Fatih Bey’ e gerçekten darıldım. Oysa ben Armağan hanım ile beraber kendisini imza kampanyası için Kastamonu/Araç ‘ a davet etmiştim ama Fatih Bey Araç’ a gelmiş, tanıdığım kişilerle görüşmüş, hatta evimin önünden geçmiş :((( Tabi ki de bu kadar yoğunluğun içinde bizi hatırlayacak değil ama insanız işte, içten içten darıldım. En azından Fatih Bey’ e yollayayım kitabı da imzalayıp tekrar göndersin bana… Olmaz mı ? :)))