Fetih 1453 filmi, beklenen ilgiyi uyandırmamış olabilir ama film, Fatih Sultan Mehmet’in nasıl bir insan ve nasıl bir yönetici olduğu sorularını gündeme taşımış oldu. Osmanlı klasik döneminin iki uzmanı Halil İnalcık ve İlber Ortaylı’nın verdiği bilgiler temelinde onun kim olduğunu ve başarısının sırrını birlikte keşfetmeye çalışalım.
“Fatih çok büyük bir hükümdardır. Büyük bir politikacıdır. Büyük bir kültür adamıdır. Altı asırlık imparatorluğun tarihi içinde sadece anavatanımız Anadolu’yu değil Türkiye’nin dışında kalan Osmanlı ülkelerinin de içtimai, dini, kültürel yapısını en çok değiştiren hükümdar Fatih’tir. O bir Rönesans senyörüdür” diyor İlber Ortaylı.
Rönesans senyörü mü? Nasıl yani? Fatih, bir Rönesans senyörü, Rönesans tipi bir hükümdar mıydı yani? Ama o, “kötü Batılıyı” dize getiren adam değil miydi?
Evet, öyleydi. Dize getirmek istediği şeyi önce çok iyi tanıması gerektiğini bilen, yaşadığı döneme göre gerçek bir entelektüeldi. Fakat “En önemlisi de” diyor İlber Ortaylı:
“Fatih, Batı’ya karşı kompleksi olmayan bir Doğulu’dur. Bu tip bir insan bırakın devlet adamlarımızı aydınlar arasında bile çok az bulunur.”
Fetih 1453 filmi, beklenen ilgiyi uyandırmamış olabilir ama film, Fatih Sultan Mehmet’in nasıl bir insan ve nasıl bir yönetici olduğu sorularını gündeme taşımış oldu. Osmanlı klasik döneminin iki uzmanı Halil İnalcık ve İlber Ortaylı’nın verdiği bilgiler temelinde onun kim olduğunu ve başarısının sırrını birlikte keşfetmeye çalışalım.
Fatih Sultan Mehmet kimdir?
30 Mart 1432’de Edirne’de doğdu. Babası II. Murad tahta çıktığında, Fetret Devri sonrasında gerçekleşen Ankara Savaşı (1402) sonrasında Osmanlı Devleti tamamen parçalanabilecekken 1416’da yeniden düzen sağlanmıştı. II. Murad’ın hükümdarlığı sırasında ekonomi önemli oranda gelişmiş, Bursa ve Edirne gibi Osmanlı kentleri büyümüş devletin geliri artmıştı. Bir Fransız casusu, bu dönemde eğer II. Murat istese Avrupa’yı kolaylıkla istila edebileceğini söylemiştir.
Fatih, henüz 11 yaşındayken babası tarafından askeri ve idari eğitimini tamamlamak üzere ve dönemin geleneklerine göre, yanına lalası Kasabzâde Mahmud ve Nişancı İbrahim Abdullah beyler verilerek Manisa’ya sancak beyi (Saruhan Sancak Beyliği’ne) olarak gönderildi. II. Murat, tahttan çekilmeyi düşündüğünden 1444 baharında onu Manisa’dan yanına çağırdı; kendisi hâlâ hayattayken onun tahta çıktığını görmek istemişti. Fakat devletin 12 yaşında bir çocuğa bırakılması içeride ve dışarıda derhal buhranlara sebep oldu. “Bu buhranlı devir Mehmed’in bundan sonraki hayat ve faaliyetinin istikametini çizmiştir” diyor tarihçiler. Bazı devlet adamlarının ısrarıyla II. Murad yeniden tahta geçti ve II. Mehmed derhal Manisa’ya gönderildi. 1444 Ağustos’undan 1446 Ağustos’una kadar sürmüş olan bu ilk saltanat devri, onu derinden etkiledi. Çandarlı’nın iktidarını kırmak, yeniçeriler arasında asayişi sağlamak, faal bir gaza siyaseti takip etmek ve nihayet İstanbul’u fethetmek fikirleri hep o zaman zihninde gelişmiş olmalıdır.
İstanbul’un fethi nasıl gerçekleşti?
Fatih’in ilk amacı İstanbul’un fethiydi. Bunun kendisinde bir imparatorluk kurmak için gerekli saygınlık ve gücü sağlayacağının bilincindeydi. Zaten Halil İnalcık’a göre de o dönemde İstanbul’un doğal sahibi Osmanlı Devleti’ydi:
“O zaman nüfusu 40.000’i geçmeyen, ticareti tamamıyla Venedik ve Cenevizliler eline geçmiş bulunan bu şehrin doğal sahibi, Anadolu ve Rumeli’de kurulmuş olan Osmanlı Beyliği idi. Bizans’ın 1423’de Selanik gibi İstanbul’u da Batılılara devrü teslimi olasılığı uzak değildi. Böyle bir şey Osmanlı İmparatorluğu’nun hiçbir zaman gerçekleşememesi sonucunu verirdi. Bir kelime ile Osmanlı fethi Osmanlılar için bir ölüm kalım sorunu idi.”
Fatih’in savaşlara girmeden önce uzun araştırmalar ve hazırlıklar yaptığı biliniyor. İstanbul’un fethinden önce de aynı şeyi yaptı. Önce, araştırdı, anladı, kavradı. Avrupa devletlerinin iç siyaseti ve kültür hayatı hakkında düzenli okumalar yapmıştı. Edirne’ye eski Yunan Roma heykellerini getirtmiş bunları meydanlara dikemese bile Yunan Roma tarihi hakkında kendisini bilgilendirecek İtalyan-Rum âlimlerini etrafına toplayıp bilgilerinden yararlanmıştır. Kısa sürede, o dönemde fethetmeyi amaçladığı İstanbul’un bir parçası olduğu Doğu Roma İmparatorluğu’nun kültürel temellerini oluşturan İtalya çok iyi tanıdığı bir ülke haline geldi. Haritasını, kültürünü, âdetini, sosyo-ekonomisini ezbere biliyordu. İtalya’yı ve İtalyan kültürünü onun kadar iyi tanıyan bir Osmanlı hükümdarı ne Şark’ta ne de Garp’ta olmamıştır.
Ayrıca surları dolaştı, planlarını çizdi, nerelerden hücum edileceğini hesapladı. Planının bir parçası olarak Halil Paşa’ya, dedesi Bayezit’in yaptırdığı Anadolu Hisarı karşısında Rumeli Hisarı’nı (Boğazkesen Hisarı) yapması emrini verdi. Zağanos Paşa sayesinde, 4 ay içinde, 1452’de sahilde ilk kale yükseldi. Boğaz’ın denetimi artık elindeydi. 26 Mart’ta ordu ve donanması ile bizzat gelerek diğer burç ve surların inşasına nezaret etti.
Fatih, Nisan ayı başında Edirne’den topları çektirmeye başladı. Ortaylı’nın belirttiğine göre, 22-23 Nisan gecesinde, çağdaş Bizans ve İtalyan raporlarına dayanılarak tarif edildiği gibi, gemilerin Boğaz’ın başından Haliç’e indirilmesi gerçekleşti. İnce donanma hafif kadırgalardan oluştuğu için gemilerin bir gecede çekimi mümkündü. Kuşatma 6 Nisan 1453’den 29 Mayıs 1453’e kadar toplamda 54 gün sürdü. Bizans güçleri 8500 kişiyken Osmanlı ordusu en az 50 bin kişilikti. Kuşatma sırasında İmparator’un paralı askerlerinin çoğu evlerine dönüyor, Latinler ve Rumlar arasında çatışma eksik olmuyordu.
Tarihçi Iorga, şehri Rumlardan çok Latinlerin savunduğunu söylemiştir. Rumlar, Latinlerden öylesine nefret ediyorlardı ki, şehirde “Latin külahı görmektense Türk sarığı görmek evladır” sözü öteden beri bir slogan hâlini almıştı. Kuşatma sırasında pek çok Rum, para almadıkça şehri savunmayı reddetmişti; ailelerinin iaşesini bahane eden pek çokları evlerine dönmüştü bile, cepheye dönmelerini sağlamak ise çok zordu. Tarihçi Ruhi de “Frenk kâfirlerinin Rumları savaşa devam etmeye zorladığını” yazmıştır.
Şehrin surlarını savunanlar arasında, Osmanlı tahtında hak iddia eden, Osmanlı casino online şehzadesi Orhan da vardı.
Doğru stratejiler, doğru kararlar…
Osmanlı ordugâhında ise tüm bu olumlu gelişmelere ve muhtemel zafere karşın Çandarlı, kuşatmanın başarıya ulaşmasının imkânsız olduğunu, Batı ülkelerinin tehdidinin boşu boşuna üzerlerine çekildiğini, derhal bu hayalden vazgeçilip Edirne’ye dönülmesini salık veriyordu. Çünkü İstanbul’un alınması, Fatih’in iktidarını mutlaklaştıracak ve kendi iktidarı zayıflamış olacaktı. Zağanos 05 vs the line-matched mean latency after saline injection (two-way ANOVA with repeated measures over buy-detox.com dose, followed by pairwise contrasts with the HSD Tukey test). ise tam tersi yönde görüş bildiriyordu. Yani bir yandan kuşatma sürüyor öte yandan kuşatmayla ilgili tartışmalar sürüp gidiyordu. Doğrudan saldırıya geçmek yerine kuşatmanın sürdürülmesi ve Fatih’in kenti müzakereyle sulh yoluyla alma çabaları, askerde de sabırsızlığa daha da beteri padişahın yapılması imkânsız bir işe girişerek milletini mahva sürüklediği gibi bir düşünceye sebep oluyordu. Çandarlı’nın kendi hesaplarının farkında olan Fatih, neyse ki ona papuç bırakmadı. Fakat onu derhal azletmedi de. Olumsuz sonuçlarını hesaplamış olmalıydı. Padişah, Edirne’de bir meşveret meclisi toplayarak meseleyi tartışmaya açtı ve tavrını kuşatmanın devamından yana koydu. Bu mecliste Zağanos, Hıristiyan hükümdarların birleşemeyeceklerini, birleşseler bile Osmanlı ordusundan daha güçlü olamayacaklarını söylüyordu. Umumi taarruz kararı verilerek o günün tespiti Zağanos Paşa’ya bırakıldı.
Kuşatma süresince İmparator’a teslim olması için elçiler gönderildi. Defalarca reddedildiklerinde ise 29 Mayıs günü son bir saldırıyla kente girmeye karar verdiler. Son saldırıyı Zağanos Paşa planladı.
Fatih, İstanbul’u alırken “sanatını” kullandı.
Osmanlı devlet geleneği gereğince her şehzade muhakkak bir meslek edinirdi yetişirken. Fatih, belki de gelecekteki planları gereğince top dökümcülüğünü seçmişti. Ortaçağ’ın en güçlü istihkâmları olan şehir surlarının yıkılmasında da o zamana dek görülmemiş büyüklükte dökülen toplar etkili olmuştu. Osmanlı ve Batı kaynakları, askerlerin şehre surlarda açılan Hela bakgrunden andrar sig efter nagra sekunder och gor reklam for olika casino spel samtidigt som tva nyhetsfloden presenteras pa sidan. büyük deliklerden girdikleri noktasında birleşir. Şehir, zorla teslim alındığından şeri hukuka göre Fatih’in kentin yağmalanması iznini vermesi gerekiyordu. Yağma 3 gün devam etti. Ardından Ayasofya’ya girerek namaz kıldı, kiliseyi camiye çevirdi ve ilan etti: “Bundan sonra tahtım, İstanbul’dur.”
Fethin ertesi günü derhal Çandarlı’yı tutuklattı, ihanet suçlamasıyla idam ettirdi. Ardından Orhan ve kardeşi Ahmet’i de boğdurttu. Bizans’ın son imparatoru Konstantin Paleologos’un naşı cesetler arasında bulundu; savaşırken öldüğü anlaşıldı. Fatih, kendisine gereken saygıyı gösterdi; naşının, Hıristiyan dinine uygun şekilde ve bir hükümdara yakışacak şekilde defnedilmesini emretti.
İstanbul’un fethi haberi tüm Avrupa’da büyük bir felaket haberinin yaratacağı bir heyecanla karşılandı. Papa V. Nicolas, İtalyan şehir devletleri arasında bir birlik kurmayı başarsa ve çok büyük çabalar sarf etse de yeni bir haçlı seferi düzenlenemedi. Papa, Osmanlı’nın batıdaki en büyük rakibi Macaristan’ı da bir haçlı seferine ikna edemedi.
1204’de Latinlerin istilasına ve sonraki 50 yıl boyunca hâkimiyetine maruz kalan şehir çok kan kaybetmişti. Fatih, yeniden imar çalışmaları için Konya, Niğde ve Aksaray vilayetlerinden Müslüman ve Hıristiyan Türkleri şehre getirtti. İmparatorluk sınırlarındaki bölgelerden Ermenileri getirtti. 1461’de Bursa’nın metropoliti Hovakim Osmanlı Ermenilerinin başına patrik tayin edildi. 1492’de İspanya’daki Endülüs Devleti’nin yıkılmasıyla kıtadan sürülen Musevi nüfus da şehre akmaya başladı.
İstanbul fethedildi, peki ya sonra?
Fatih, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçek kurucusudur. Fetih sonrasında tüm İslam âleminin en güçlü ve büyük hükümdarı oldu. Avrupa ve Asya’da başkenti İstanbul olmak üzere 400 boyunca büyük Osmanlı Devleti’nin çekirdeği olacak bir imparatorluk kurdu. Üzerine yerleştiği, fethettiği Doğu Roma İmparatorluğu’nu reddetmediği gibi, mirasını çeşitli şekillerde sürdürmeyi seçti. Kendi şahsında, Türk, İslam ve Bizans geleneklerini bağdaştırarak klasik Osmanlı padişahı tipini yarattı.
Fetih sonrasında şehrin yağmalanmasına mani olamasa da zaten harabe halde adeta “vücutsuz bir baş gibi” olan şehrin yeniden inşa faaliyetleri için gayret gösterdi. Nüfusu 40 bine kadar inmiş olan şehre, çeşitli yerlerden sürgün usulüyle getirdiği insanlarla şenlendirdi. Müslüman Türkler kadar Hıristiyan ve Yahudilerin de yerleşmesini teşvik etti. Şehrin etrafındaki bölgelerden savaş esirlerine topraklar vererek iskânı sağladı. Yeni Camii, Yeni Saray, mektepler, Darüşşifa, Semaniye medreseleri de hep onun döneminde yapıldı.
Fatih, dünya hâkimiyeti için savaşan, aynı zamanda bir hoşgörü timsali, kültür adamıydı. Rum Ortodoks Patriği olarak atadığı Gennadios’a Hıristiyan dininin ilkelerini özetleyen bir risale yazmasını emretmişti. Ermeni Patriğinin de İstanbul’da ikamet etmesine izin vermiş, 1456’da Amurutzes’e bir dünya haritası yaptırmıştı.
Ulemadan seçkin kişiler, haftanın belli günlerinde ders vermek üzere saraya gelirlerdi. Hümanistleri ve Rum âlimlerini huzuruna kabul eder, onlarla fikir teatisinde bulunurdu. Saray duvarlarına freskler yapması ve kendi portresini çizmesi için Venedik’ten Bellini’yi çağırmıştı.
Babasının aksine vezirlerini ulemadan değil, daima kendi kulları arasından seçti fakat yetkilerini genişletti. Yalnızca vezirleri değil, valiler, tımarlı sipahiler, vergi tahsildarları ve padişah yasağını uygulamaya yetkili herkesi…
Sivil kanunnameler çıkardı. Eski Türk ve Moğol hakanlarının geleneklerine dayanarak, ulemanın fikri ve onayından bağımsız bir şekilde, devlet yönetiminde geçerli olacak kanunlar oluşturdu. Kanunların uygulanmasında ise kendi oğulları için bile ayrıcalık tanınmamasını istedi. Adaletin tam anlamıyla yerine getirilmesi, hükümdarın otoritesinin yerine getirilmesi demekti.
Osmanlı geleneğinde kut ancak Tanrı tarafından verildiğinden veliahdı da ancak Tanrı belirler diye inanılıyordu. Nizam-ı âlem için zaruret halinde tahta çıkan veliahdın diğerlerini öldürtebileceğini yasalaştırdı. Fetret Devri’nin halka yaşattığı sefalet, iç çatışmalar ve devletin başsız kalmasının yarattığı sonuçlardan haberdar olarak büyüyen Fatih, bu kanunu çıkarırken aslında hanedanı, tebaasının refahına feda etmiş oluyordu. O dönemde bu uygulamayı askerin ve kamuoyunun da kabul ettiği görülür. Ancak 16. yüzyıl sonlarında ekberiyyet usulü, bu usule tercih edildi. Ekberiyyet, sağ olan en yaşlı veliahdın tahta çıkması uygulamasıydı. Kardeş katlini yasal kılan hüküm, böylece ortadan kalkmış oldu.
Fatih, bir Rönesans hükümdarı mıdır? Bu gözle okuduğunuzda siz ne diyorsunuz?
Başka hangi padişahın Batı kültürünü tanımaya azmettiğini, Avrupa coğrafyasını kültürel anlamda keşfetmeye gayret ettiğini okudunuz bir yerlerde?
Tekrar edelim:
“Fatih, Batı’ya karşı kompleksi olmayan bir Doğuludur. Bu tip bir insan bırakın devlet adamlarımızı, aydınlar arasında bile çok az bulunur.”
Onu, “Fatih” yapan şey, aslında İstanbul’u fethetmesi değil, fetih öncesinde ve fethin ertesinde yapıp ettikleridir.
Fatih’i bir de bu gözle okumanız, ona bir de bu açıdan yaklaşmanız dileklerimle…