Ölmeden önce Büyük Elma’yı mutlaka görmek isteyenlerdenseniz ve biraz daha ileri gidip bu şehirde yaşamak isteyenlerdenseniz sözümüz, daha doğrusu yazımız size… İşte bir NY tespiti.
Hayata dair gözlemlerimi paylaştığım bir yazımda daha sizlerle birlikte olmaktan tarifi imkansız bir mutluluk duyduğumu belirterek satırlarıma başlamak istedim. Nihavent Makamı’ndaki bu girişin sebeb-i mucibesi biraz alaturka bir yazı olacağının bir nevi emaresi…
Malumunuz aylar önce biriktirdiğim paranın dörtte biri ile bir adet Paris aktarmalı New York bileti alıp Burak Kut’umuzun, Rafet El Roman’ımızın ve de Tarkan’ımızın kliplerine konu olmuş ışıltılı diyarlara süzüldüm. Gökyüzü hiç bu kadar uçsuz bucaksız gelmemişti. Kuş olup yuvadan uçan kızlarımızın önündeki uzun yol bir anlığına aklıma geldi, titredim ve kendime geldim.
Işıltılı kente yumuşak bir iniş yaptıktan sonra valizimi alma isteğim hasıl oldu normal olarak. Köyden indim şehre atmosferine benzer bir ambians oluştu, şaşırdım. Sonra yine titredim ve ‘’İstanbul’umun hakkını hiç bir metropole yedirmem’’ dedim.
İlk maceramın başlangıcı bu ana tekabül ediyor. Valizim kayıp!
İngilizce soru sorduğunuzda sizi sonuna kadar dinleyip, her söylediğinizi anladığını tasdik eden ve fakat sohbetin sonunda Fransızca cevap verme cüretinde bulunan güzelim Fransızlar valizimi NY’a transfer etmemişler. Dakika bir gol bir dedikleri bu olsa gerek sayın seyirciler. Ağlamak istiyorum. Kendi eksenim etrafında iki tur attım, ayaklarım birbirine dolandı ve yere çakıldım. El uzatan da yok. ‘’Önümüzdeki maçlara bakacağız’’ diyerek havaalanından ağır aksak yol aldım. Ertesi gün biraz ucuz edebiyat yapmak suretiyle valizimin transferini gerçekleştirdim ve o an kendi kendime ‘oğlum Yunus’ dedim. Evet sadece bunu dedim. Ne diyeceğimi bilemediğimi siz de tahmin etmişsinizdir.
Girişimci Ve Gezmek İçin Gelen Kardeşlere Öneriler
‘Ne işin var kardeşim otursana evinde. Neden macera arıyorsun’ hazır şablon sorusunu soranlar olacaktır elbet. Söyleyeyim. Sebebi var, bahanesi yok. Bir vizyon gezisi diyelim. Biraz da merak. İyi de oldu gelmek. Dünyanın kaç bucak olduğunu öğreniyor burada insan.
Bir Türk gözüyle köşe bucak bir açıklama yapayım müsaadenizle.
First olarak İngilizce öğrenmek için terk-i diyar etmek isteyen genç ve girişimci kardeşlerim, bu sözüm size;
NY bu girişim için uygun bir yer değil. İstanbul’dakinden daha fazla Türk’le karşılaşma ihtimaliniz var desem sanırım biraz abartarak bir gerçeğe parmak basmış olurum. Bu çılgın Türk’lerden kaçsanız da onlar sizi bulur. Daha iç eyaletlerde böylesi bir öğrenme aşkı ve isteği daha casino online da amacına ulaşacaktır.
Gezmek için gelen arkadaşlarım, bu sözüm de size;
Orta üçten sonra unuttuğunuz tüm harita okuma bilgilerinizi burada yenileyeceksiniz. Ayakkabılarınızı ise hiç olmadığı kadar eskiteceksiniz. Gezilecek çok yer var, yürünecek çok yol var. Fıstıkçıya adres sorduğunuzda dört sokak ileride, iki cadde sağda, sağdan onbeşinci bina gibi bir cevap alınca da çok şaşıracaksınız. Öyle elle tarif yok. ‘’Yaklaşık olarak üçyüz adım git, oradan tekrar sor” olayı yok. Kuşbakışı-nokta atışı bir sistem geliştirmişler ki adamlar: hayran kalmamak elde değil.
“New York’un taşı toprağı altındır, ben bir çalışmaya gideyim” casino online diyenler, bu sözüm de size;
Türkiye’de sahip olduğunuz hiçbir unvan ve bilgi seviyesi burada kimse tarafından önemsenmemekle birlikte: bu değersizlik suratınıza -eski Türk filmlerindeki sevgilinin attığı bir tokat gibi- geldiğinde canınız çok acıyacak. Mesela komi, garson, ekmek arası sucuk yapıcısı, raf dizicisi ve toz alıcısı gibi unvanlarınız CV’nizde yer alıyor ve mesela pazarlama kariyeriniz kadar parlak bir ekmek arası sucuk yapıcılığı kariyeriniz varsa belki biraz rahat edebilirsiniz. Vizyonunuz bu yolla kazanacağınız parayla örtüşürse ne ala. Yoksa doktora yapmaya gelip taksi şoförlüğü üzerine ihtisas yapan Necmi Abi olur çıkarsınız. Taksimetreyi açmayı unutur, en uzun yolculuğunuzdan en az parayı alırsınız.
Saati 7 Dolar’a çalışacağınız işlerin size getirisi maddi olarak ekonomik kazanç gibi görünse de yüzde 95 Türkler’in yanında çalışmak zorunda kalacağınız için büyük bir sıkıntı duyacağınızı temin ederim. Aynı dili konuşan insanların teoride daha çok iletişim halinde bulunması ve anlaşması gerekir. Fakat neden buradaki Türkler bu denli iletişimden yoksun bir imaj kaybında. İsviçreli bilim adamları ışınlanma ile ilgili çalışmalarını bırakıp bu I haven”t been able to get LCP to work for me in best-data-recovery.com XP, the newest version of best-data-recovery.com it supports. konuya odaklanmış durumda.
Gel, gez, gör, git paketi ile satın alacağın bir uçak bileti inan seni çok eğlendirecek. Kalmayı düşünürsen gökdelenden aşağı atılmayı ve sonrasında yoldan geçen bir hayırseverin sana verdiği spatula ile kendini kazımak hoşuna giderse zevklerine karışamam. O hayırsever bir homeless olabilir. Sonrasında ona verecek 1 Dolarınız yoksa: onun da iyi davranacağını kimse temin edemez.
“Etin Kilosu Kaça, En Ucuz Elektronikler Nerede”
“Ah be güzel kardeşim sen ki eğlenceli bir adamsın, ne bu kaos tablosu” dediğini duyar gibiyim. Zira kulaklarım iyi işitir. Evet, eğleniyorum, eğlenmeye de devam ediyorum. Fakat eğlenmeyenleri gördükçe de içim cız etmiyor değil. Cızbız köfte oldu yüreğim.
New York’a gelmeyi hak eden o kadar çok vizyon sahibi, bu deneyimi yaşamayı hak eden, geleceği parlak, kişisel gelişimi tam, parlak çocuklar varken buraya neden bu kadar sorumsuz ve gereksiz insanları toplamışlar bilmiyorum. Onu da vakti geniş başka bilim adamlarına havale ediyorum.
Her gelenden şu soruları duydukça kendimden geçiyorum. Siz gelecekseniz lütfen bu gibi soruları önceden “Google edin de” gelin.
‘’Etin kilosu kaç para, en ucuz elektronik eşyayı nereden alırım, outlet kıyafetler giyilmiş oluyor mu, hangi bar daha çılgın, pantolonların boyları bizimkiyle eşit mi, metronun uzunluğu kaç kilometre, geri dönüştürülmüş tuvalet kağıtları kullanılmışlarından mı yapılıyor, çekik gözlüler aslında birbirine benzemiyor mu ne, helal kesilmiş domuz helal midir, üst sokağa yürüyerek mi daha hızlı giderim yoksa metroyla mı, çizgi film indirsek FBI bizi de basar mı, Mc Donalds’da üstüme sıcak kahve döksem milyoner olur muyum, burada da işe alırken kızları kayırıyorlar mı, Central Park’ta beyaz atletle mangal yapabilir miyim, 5 minareli cami nerede, Times Meydanı’nda kolbastı yapan oldu mu, 50 Kuruş mu daha büyük 50 Cent mi, apaçiler buradan mı dünyaya yayıldı ve son olarak Starbucks’da Türk kahvesi satılıyor mu?”
Bu soruları soran herkesi konsolosluğa şikayet edip geldikleri yere geri gönderilmeleri için elimden geleni yapacağım. Söyleyeyim!
Sanat, kültür, şehir hayatı, özgürlük, eğlence, hoplamaca, zıplamaca, adam kayırmaca, paranla okumaca, alemlere akmaca, karıya kıza bakmaca, yoldan geçene laf atmaca, laf atamadığına omuz atmaca, gece geç yatıp sabah geç kalkmaca, dolaşmaca ve de coşmaca gibi isteklerinin hepsine imkan tanıyan bu uyumayan şehir uykusuzluk sıkıntısı çekiyor. Gelirken bir kutu uyku ilacını yanına almayı unutma.
Burada herkes ekstra ordinary. Sen de onlardan biri olabilirsin. Eğlenceye kaldığın yerden devam.
Satırlarıma son vermezden evvel, faydalı olur düşüncesiyle bir paylaşım daha yapayım.
Benim gözlüklerimden şehrin binasını, taksisini, Splinter ustalarla dolu metrosunu, yolunu, caddesini, metroda uyuyan çekik gözlüsünü, Meksika style kısa boylu-geniş pantolonlusunu, pizzasever bir halkın pırıltılı kentine dair derin ve detayda kalmış izlerini merak edersen http://ordinaryunus.tumblr.com/ adresindeki fotolarla oyalanabilirsin.
Minaresiz Kent New York’tan bildirdim.
Yunus Baran