“Yalnızlık, seven insan için yükseltilmiş ve derinleştirilmiş bir kendi başına olmaktır. Sevmek ilk başta, birisinin içinde yitmek, kendini birine teslim etmek ve bir başkasıyla birleşmek demek değildir. (Çünkü aydınlanmamış ve tamamlanmamış, henüz düzene kavuşmamışların birleşmesi neye yarar ki?) “
Genç Şaire Mektuplar adlı kitabın sayfalarında heyecanla dolaşırken rastladığım, altını çizdiğim bölümlerden birini paylaştım sizinle. Rainer Maria Rilke’nin genç şair Franz Xaver Kappus’a yazdığı mektuplardan oluşan bu kitabı sizlere de tavsiye ediyorum. Rilke’nin bakış açısı, soruların ve sorunların içinde yaşamaya da heveslendiriyor insanı. Her durumu artıya çeviren bu bakış açısına özellikle bu dönemde çok ihtiyacımız var.
Yalnızlık ve sevmek yan yana durduklarında sevgili olduklarını kimse anlamaz. Birbirlerine soğuk ve uzak görünürler. Yalnızlıkla sevmenin ilk bakışta trajik gibi görünen bir tarafı vardır fakat yakınına, derinliğine vardığınızda orada bir olmuş çift görürsünüz. Birbirini anlayan, tamamlayan, birbirine eşlik eden, kaldıran, özgürleştiren, yol aldıran ‘bir’ çift…
Bir arada durmak, yaşamak, paylaşmak, birlikte hareket etmek, bir olmak… Alışkanlıklarımız ve ihtiyaçlarımız sevdiğimizin yanımızda, yanı başımızda olması gerektiğinin altını kalın bir aidiyet duygusuyla çizer. Sahip olmadan ve ait olmadan yaşamak, yaşamak mıdır ki?…
Sabah uyandığında sana bakan bir çift göz görmeyeceksen, birlikte uzanıp yıldızları seyretmeyeceksen, dans edip, sohbetin en derinine el ele inmeyeceksen, en zorları bir arada kovalayıp, uzaklaştırmayacaksan, yarasına yara bandı, kızgınlığına, kırgınlığına bir kucaklayanı olmayacaksan ne önemi var ki bir arada olmanın, durmanın, yaşamanın, nefes almanın…
Birçok yalnızın en büyük düşüdür, çift kişilik kurulan masalar ve masallar… İçinden aşk geçen replikleri, yazıları ve şiirleri sevmemizin ve sık paylaşmamızın da sebebidir bu özlem.
Fi adlı diziyi takip eden ve bölümlerinin gelmesini iple çeken izleyicilerden biriyim. Altıncı bölümde dizi karakterleri Özge Egeli ve Sadık Kolhan arasında geçen diyalog oldukça etkileyiciydi.
Sadık Kolhan’ın kendisiyle birlikte kalmasını istediği sevdiği kadına “Sen benim iyi bir insan olma ihtimalimsin” dediği ve kadın onu öpmek istediğinde, “seni henüz hak etmedim” diyerek kendini çektiği o sahne eminim birçok izleyicinin de as sahnelerinden biri oldu.
Sahneyi izlerken Rilke’nin mektubundaki sözleri aklıma geldi:
“Aydınlanmamış, tamamlanmamış, henüz düzene kavuşmamışların birleşmesi neye yarar ki?”
Sevmek, biraz da olmak, tamamlanmak için bir araç. Sevdiğinin yüzünde, ruhunda kendini gördüğün, kusuru, kusursuzluğu, içtenliği, inceliği, güzelliği ya da eksikliği yansıtan bir ayna…
Baktıkça güzelleşmek, güzelleştikçe sevmek istediğin, sevdikçe öze değdiğin bir sır… İnsan sevdiğinin bir sırrıdır aynı zamanda. Sadece dokununca değil, hissettikçe, yaşadıkça, kendine vardıkça, orada durup kaldıkça, kendini tam anladıkça, tamamlandıkça derinleşen, genişleyen bir seviş hali. Sahip olmadan, sahip olunmadan…
Bu kavram, kimse kimseye ilişmesin, kimse kimseye karşı sorumlu olmasın, hatta “Beni uğraştırma yerime kendine sıkıca sarıl” gibi sığ ve çıkarcı bir mesajla karıştırılabiliyor. Bu söylemler ve eylemler daha çok içi boş ve niteliksiz yalnızlıklara zemin hazırlayabiliyor. Bu zeminin üzerine kurulan ilişkinin sonunda, insan kendine bile sarılamayacak kadar uzak bir boşluğa düşebiliyor. Bunun adı ise yalnızlık değil, geniş bir yanlışlık oluyor.
Hayatta bir şeylere odaklanırsanız, o konuyla ilgili mesajlar da düşüyor önünüze. İster algıda seçicilik deyin ister evrenden mesajınız var. Ben bu işte ilahi bir iş olduğunu düşünenlerden biriyim. ‘Sevmek, yalnızlık ve kaliteli bir başınalık’ hallerinin birliktelikle nasıl bir bağlantısı olduğunu düşünürken önüme düşen bilgilerdi bunlar. Bir dizi, bir mektup ve bir şiir. Hepsi aynı şeye işaret ediyordu adeta: Aşk ve sevgi bir oluş, bir duruş meselesiydi ve insan, sevdiğinin sırrıydı…
Öyle olmasa, şairler, filozoflar ve yazarlar başka bir manada da aşkın mümkün olduğunun altını bu sırla çizerler miydi?
Dünyanın sevgiyle dönmesi gerektiğini ve tüm savaşların kalplerde oluşan, tamamlanan gerçek bir sevgiyle sona ereceğine inanıyorum. Sahip olma ve hatta daha fazlasına sahip olma arzusunun (sevgili, eş, dost, siyasi ilişkiler, iş dünyası dahil olmak üzere tüm insanlar için geçerli) elimizde olana şükretmek, bize bir şeyler katana dua etmek şeklinde evrilmesini canı gönülden diliyorum.
Şiirin, edebiyatın, müziğin, sanatın en güzel ve içten dualar olduğunu ve insanların yüreklerini sevgiyle sardığını düşünüyor, 2018 yılının hepimiz için şiir gibi bir yıl olmasını diliyorum…
Bu yıl hepimiz için, birlikte olgunlaşabileceğimiz, başka birisi uğruna kendimiz için bir dünya olmaya hevesleneceğimiz,
içimizdeki zenginlikleri, derinlikleri, genişlikleri fark ederek yol alabileceğimiz,
birbirimiz ve kendimiz için güzelleşeceğimiz beraberliklerin yaşanacağı bir yıl olsun…
Birbirine sırrımızı verebilecek kadar yakın ve samimi birliktelikler yaşayalım…
Sevgiyi hak edelim ve hakkını verelim sevmelerin…
Yalnızlıklarımız bu manada büyüsün, derinleşsin ve genişlesin…
“Sevdiğiniz zaman: Tanrı yüreğimdedir, demeyin, Ben Tanrı’nın yüreğindeyim, deyin. Ve aşka yol çizebileceğinizi düşünmeyin çünkü aşktır size yol gösterecek olan, sizi kendisine layık bulursa eğer” der Halil Cibran Aşk Üstüne adlı şiirinde.
Yeni yılda yüreklerinde misafir ağırlayacak ve yüreklere misafir olacak herkese Cibran’ın bu dizeleri kılavuz olsun. Yeni yılda aşk için birlikte yalnız olmak dileğiyle.
…
Aşkın bir arzusu yoktur kendini gerçekleştirmekten başka.
Ama seviyorsanız ve vazgeçemiyorsanız arzulardan, şöyle olsun arzularınız:
Su olup akmak, şarkısını geceye söyleyen bir dere gibi.
Tanımak salt şefkatin acısını.
Bizzat kendi aşk anlayışınızla yaralanıp,
Kanamak bilerek ve isteyerek.
Yeni bir aşk gününden dolayı Tanrı’ya şükrederek uyanmak kanatlanmış bir yürekle, bir şafak vakti;
Aşkın coşkusu üzerine düşünerek dinlenmek öğleyin;
Akşam vakti şükranla eve dönmek;
Ve sonra yüreğinizde sevgilinize bir dua ve dudaklarınızda bir ilahiyle dalmak uykuya.