Marka yaratmanın önemine inanan, yurt dışında ve yurt içinde açtığı mağazalarla beğeni toplayan ve Silk & Cashmire adını markaya dönüştürerek, çok iyi bir noktada konumlandıran AYŞEN ZAMANPUR, iş hayatı, planlama, beklentiler ve tercihlerle ilgili hepimizin akıl dağarcığında bulunması gereken bazı noktaları, siz Martı okurları için paylaştı.
Hayat siyah beyaz değildir. Ya hep, ya hiç değildir…
Ara renkler, tonlar, gölgeler, ışıklar vardır… Bunları sakın gözden kaçırmayınız.
İş yerleri çalışanlarının tüm yasal haklarını vermekle, onların rahat, sağlıklı, etik demokratik koşullarda çalışmasını sağlamakla yükümlüdür. Kurumsal bir yapıda bu minimum koşullar sağlanmalıdır. Doğrudur.
Ama işyerlerinin tanımları gereği asıl amaçları, kardır. Eğer kar amacı gütmeyen sosyal bir şirketten söz etmiyorsak, asıl amaç her zaman sürekli istikrarlı karlılıktır. Bunu hiç unutmayalım. Büyük resmi asla kaybetmeyelim. Yoksa kayboluruz.
İşinizden, işvereninizden, iş arkadaşınızdan, üstünüzden, altınızdan, sürekli yakınıyor ve kendinizi hiç mutlu hissetmiyorsanız, inanın onlar da sizin yüzünüzden mutsuzdur. Hatta muhtemelen daha da çok…
Acıyı uzatmayın. Herkes için doğru olan ayrılmanızdır.
Ama bu demek değil ki, her iş yerinde olabilecek sorunlarda hemen moral bozalım ve gemileri yakıp ayrılalım… Hayır. Bu biraz da -hatta daha çok- size bağlıdır. Doğru iş yeri seçimi kadar sizin kendinizi doğru konumlandırmanız, beklentilerinizi önünüzdeki beş yılı düşünmeniz, planlamanız önemli… Kimse ama kimse bunu sizden daha iyi bilemez, size öğretemez. Hayat dışında…
Hayatta sürekli aldatılmış, kullanılmış, yanlış anlaşılmış, istismar edilmiş, değerinizin bilinmemiş olması ihtimali, sıfıra yakındır. Eğer böyle hissediyorsanız bakış açınızı, kendinizi, beklentilerinizi gözden geçirmenizin tam zamanıdır.
Bakın deneyelim:
Haydi!
İşaret parmağınızla bana karşıdaki suçluyu gösterin. Gösterdiniz mi? Diğer üç parmağınız kime doğru bakıyor?
Hayatta hiç risk almamak en büyük risktir. Risksiz bir hayatta başarı şansınız sıfıra yakındır. Ama unutmayın, riskler hesaplanabilir, ölçülebilir.
Bu demek değil ki, her şeyinizi hiç üzerinde çalışmadığınız, hesaplamadığınız, ölçüp biçmediğiniz bir hayale yatırın…
Hayır. O risk almak değil, gözü karalıktır. Düş kurmak, düşlerini projelendirmek, projeleri hayata geçirmek için çalışmak başka şey, hayalperest olup bunları sohbet masalarına meze yapmak başka şeydir. Karıştırmayalım.
Mesela ben hayatta en çok caz sanatçısı olmak isterdim; Sarah Vaughen gibi ama…
Bunun gerçekleşme olasılığı sıfırdır. Berkley’de, sekiz kere doktora yapsam da, olamam.
Saçınızı kimse için süpürge etmeyin. İlla edecekseniz de sonradan dırdır etmeyin. Hakkınız yok.
Eğer kendi düşlerinizi gerçekleştirmek için hiç bir şey yapmazsanız, başkalarının düşlerini gerçekleştirirsiniz; şanslıysanız o da…
Bu demek değil ki, herkes yüreğinin götürdüğü yere gitmek için her şeyi göze alacak, hayatı boşlayacak, hayal peşinde koşacak… Projelendirilebilen düşlerden bahsediyoruz.
“Hiç bir tutkum yok. Sadece eğlenceli, keyifli bir yaşam istiyorum. Hayatımı geçindirebilecek bir işim olsun yeter”di yorsanız bu da mümkün. Ve asla yargılanamaz. Ama beklentinizi de bu şekilde belirlediğiniz anda, kendinizi de konumlandırmış olduğunuzu ve bunun size yeteceği gerçeğini içinize sindirin. Bununla barışın. Hayatta en büyük başarı bence kendini tatmin olmuş ve mutlu hissetmektir. Gerisi yalan…
Olağanüstü yeteneklerle bezenmemişseniz ve yaptığınız iş, size kolay geliyorsa, hani şöyle elinizin ucuyla, tam kapasitenizi kullanmadan, beyninizi, yüreğinizi ortaya cömertçe koymadan yapıyorsanız ve bu şirkete yetiyor gibi görünüyorsa, uzun vadede başarılı olma ve yükselme şansınız oldukça düşük… Sizin yerinizi hemen alabileceklerdir. An meselesidir hatta…
İşten ayrılma şekliniz sizi en iyi tanımlayan süreç… İnanın oğluma ve kızıma gelin ve damat adayı seçme şansım olsaydı -ki yok tabii- sadece şunu araştırırdım: O aday, işinden veya işlerinden nasıl ayrıldı? Çıkarların bittiği anda nasıl davrandığınız, sizin asıl kişiliğinizi belirler. Herkesi suçladınız mı? İşinizi teslim edip dosyaları devrettiniz mi? Yoksa iş bulup kapıyı çekip gittiniz mi? Bir gün önce saygı gösterdiğiniz kişilere anında sırtınızı mı döndünüz? Üstelik suçlayarak ve karalayarak mı çıktınız? Yeni iş yerinize başvururken herkesi, kurumu yerlere mi vurdunuz?
Elbette kurumların da işten çıkartma prosedürleri onların kurumsal kültürlerini belirler. Elbette çağdışı uygulamaya maruz kalanlardan bahsetmiyorum.
İki taraf da kapıyı kapatırken ne yaptı? Bu her iki taraf için de, en önemli referans. Tüm konuşmalarımda şunu diyorum: “Toplum içinde konuşma dersi konulmalı okullara… Pek çok kişi, salt bu nedenle kendini ifade edemiyor.”
Maalesef eğitim sistemimiz istisnalar dışında; sus, otur, çıkıntılık yapma, göze batma, tırnaklarını kes, başını eğ çizgisinde olduğundan doğal ve rahat bir şekilde kendini ifade edebilmek çok zorlaşıyor. Ve bunu becerebilmek gençleri iş yaşamında inanılmaz öne çıkartıyor. Bu konuda eğitim sistemimizde törpülenen özgüvenin öne çıkması ancak kişisel çabayla mümkün… Tabii okumak, bu anlamda çok yararlı… Ne kadar çok sözcük,ifade ve anlatım biçimi bilirseniz, okursanız o kadar rahatsınız. Bu da konuşmanıza yansır.Çocuklarımın okuduğu yabancı kökenli Amerikan sistemi okulda, fark ettirmeden her derste kendilerini en iyi şekilde anlatma becerilerini öne çıkartmaya yönelik sistemi ve bunun çocukların konuşma becerisini çok geliştirdiklerini keyifle izledim. Her ikisine de, hiç bilmedikleri bir konu versem,on dakika süre tanısam, bir saat konuşabilir… Benim gevezeliğimin de etkisi vardır muhakkak ama aslolan eğitim.
“Gece yastığa basınızı koyduğunuzda…” diye başlayan klasik cümlelerden ben de haz etmem ama şunu dememe izin verin :
Gece yastığa başınızı koyduğunuzda, gerçekten o günü elinizden geldiğince değerlendirin. O gün nasıldı? On üzerinden kaçtı? Neler yaptınız, neler yapamadınız, neler yapabilirdiniz? Nereyi değiştirebilirdiniz? Peki, bunu ne engelledi? Nasıl değiştirebilirdiniz? Yarını daha iyi yapmanın tek yolu bu gibi geliyor bana…
Ayşen Zamanpur