Alfonso Cuaron‘un kim olduğunu bilmeyenler için ufak bir özgeçmiş verelim: Y tu mamá también (Ananı da- 2001), Harry Potter and the Prisoner of Azkaban (Harry Potter ve Azkaban Tutsağı- 2004), Children of Men (Son Umut- 2006). Usta yönetmenin Gravity’den önce çektiği bu üç film de çeşitli dallarda Oscar’a aday gösterildi ve birçok ödül aldı. Eğer hiçbirini izlemediyseniz şanslısınız, çünkü elinizde birbirinden güzel üç tane film var demektir.
Gravity alışageldiğimiz bir hayatta kalma hikayesi: Rusların imha ettiği uydularının parçaları Hubble Uzay İstasyonu’nu vuruyor. İstasyonda çalışan Dr. Ryan Stone (Sandra Bullock) ve Matt Kowalski’nin (George Clooney) Houston ile iletişimleri kopuyor ve uzayda tek başlarına kalıyorlar. Film de ikisinin dünyaya dönme çabalarını anlatıyor.
Basit bir senaryo, ama amacını fazlasıyla yerine getiriyor. Size hayatla ilgili çok derin düşünceler aktarmak gibi bir derdi yok. Yukarıda da dediğim gibi basit bir hayatta kalma hikayesi… Zaten filmin bize hiç izlemediğimiz bir hikaye sunmak gibi bir çabası da yok. Cuaron’un tek istediği uzay deneyimini olabildiği gerçekçi bir şekilde yaşamamız. Stone’nun trajik geçmişi bu yüzden belki de filmin tek zayıf noktası. Acaba Stone’nun geçmişi ve klişe diyalogları olmasa, sadece bir hayatta kalma hikayesi izlesek yeter miydi? Bilemiyorum. Bunların hepsi varsayım, ama filmin en eğlenceli kısımlarının hayatta kalma bölümlerinin olduğu bir gerçek. Cuaron sessizliği filmin önemli bir parçası olarak kullanmış. Dev uzay istasyonları parçalanırken hiç ses çıkarmıyorlar. Belki de Cuaron bunun üzerine biraz daha gidebilirdi. Bazı klişe diyaloglar ve Stone’nun trajik geçmişi yerine sessizlik ve basitlik… Bu arada kişisel bir not düşmek istiyorum; bir inanmayanın ölüm döşeğindeyken gözyaşları içinde inanmaya başlaması hem klişe hem de rahatsız edici. Bir inananın ölmeden önce kaderine lanet edip inanmamaya başladığını görseniz ne yapardınız?
Sandra Bullock’un oyunculuğu hakkında birçok eleştirmen kariyerinin en güçlü performansını verdiği konusunda hem fikir. Bu kadar az diyalogla, sadece mimiklerle bir karakterin ruhunu vermek çok zor. Üstelik filmin çoğunda onu bir astronot kıyafetinin içinde izliyoruz. Açıkçası Bullock’un performansı çok da umurumda olmadı. Bullock’un önemi yok, önemli olan uzayda yaşadığınız macera. O sadece hikayenin olması ve ilerlemesi için gerekli bir öğe. Seyircinin giydiği bir kostüm…
Uzaya daha önce hiç bu kadar yakın olmamıştık.
Gravity’nin görselliği tek kelimeyle harika. Cuaron ve görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki bu eşsiz görselliği sağlayabilmek için beş sene uğraşmış. En sonunda oyuncuların içinde sabit durduğu, ama etraflarındaki ışıkların sürekli hareket ettiği bir kafes tasarlamışlar. Başrol oyuncusu Sandra Bullock çekimler sırasında bu kafesin içinde günde on saate yakın kalıyor ve ekiple bir telsiz sayesinde haberleşebiliyormuş. Ekibin bu yüzden kafese verdikleri isim de anlamlı: Sandy’s Cage (Sandy’nin Kafesi).
Cuaron ve Lubezki’nin çabaları sağolsun sinemada ışıklar söndüğü andan itibaren kendinizi uzaya ışınlanmış gibi hissedeceksiniz. On dakikayı aşan kesintisiz planlar, POV’ler ve mükemmel efektler sizleri seyirci olmaktan çıkarıp astronot kıyafetinin içine sokacak. Kendinizi uzayın içinde oradan oraya savrulurken buluvereceksiniz. Filmi izlerken kendimi küçükken Tatilya’da gittiğim simülasyonlardan birinin içindeymiş gibi hissettim. Tek farkı sinema salonunda ki koltukların sabit olmasıydı.
Sonuç
Gravity bu senenin en iyi filmlerinden biri. Eğer bu aralar sinemaya gidecekseniz ilk tercihiniz olsun. Ödediğiniz bilet parasını sonuna kadar hak ediyor. Televizyon ve internet yüzünden sinemaya gidenlerin her geçen gün azaldığı günümüzde sinemada izlemezseniz çok üzüleceğiniz bir yapım. Benden söylemesi bu filmin DVD’ye çıkmasını beklemeyin. Hemen gidin.