Hindistan, dünyaya kendini tanıtmak için yaptığı reklamlarda “Incredible India” sloganını kullanıyor… Bu slogan CNN ve BBC başta, birçok uluslararası televizyon kanalında gösterilen tanıtım filmlerinin ana teması olarak da ekrana geliyor. Kelime anlamı olarak “İnanılmaz Hindistan” anlamına gelen bu slogan, Hindistan’ın ‘inanılmazlıklarını’ anlatmak için az bile…
Ocak ayının ortasında, sıcak yerlere seyahat etmek çok güzel bir duygudur. Kışın dondurucu soğuğunda içinizi ısıtıcak güneşli yerlere gitmenin, hele hele de hiç bilmediğiniz yerleri görmenin heyecanı sizi sarar…
Ben de bu duygularla ve yine sevdiğim arkadaşlarımla yola çıktık. İlk önce hepimiz havaalanında karşılaşıp hasret giderdik. Yeni yerlere yelken açmanın heyecanı diyorum; çünkü ben ve diğer arkadaşlarımız artık gideceğimiz yerleri ve kalacağımız oteli bilmeden yola çıkmayı alışkanlık haline getirmiştik. Böylesi, daha adrenalini yüksek bir seyahat oluyordu.
Rotamız bu sefer Mumbai yani bilinen ismi ile Bombay havaalanıydı. Uçak seyahatinin uzun olması beni hep bunalttığından yanımda gazeteler ve kitabımla beraber yerime geçtim. Okudum, sohbet ettim, yemek yedim, uyudum ama yol bir türlü bitmek bilmedi. Sonra turlamaya başladım, hosteslerle sohbet ettim ve sonunda inişe geçtik. Vizeden geçtikten sonra bavullarımızı aldık ve hemen kendimizi dışarı attık.
Daha önce de gittiğimizden havaalanını biliyorduk. Bizi her zaman ki tur rehberimiz Jouti karşılamıştı. Onu gördüğümüze çok sevindik. Dışarda diğer arkadaşlarımızı beklerken onlar otobüsümüze yerleşmişler haberimiz yok. Sabaha karşı olduğundan hava daha aydınlanmamıştı hemen otelimize geçtik. Biraz dinlendikten sonra kahvaltı yapıp Mumbai için yorucu bir şehir turu başlamıştı. Ben daha önce gezdiğimden otelde kalıp dinlenmek istedim ama arkadaşlarım bırakmayınca yorgun yorgun tura katıldım ama turun sonunda keşke katılmasaydım da dedim.
Çünkü kendimi iyi hissetmiyordum. İlkönce Kamla Nehru parka gittik. Oradan Asma bahçelerini görmek Malabar tepeleri, deniz hatları ve Chowpatty plajı çok güzel kartpostallık görünümü resmettik. Daha sonra yemek için meşhur balık lokantası Trişnaya gittik. Benim için sanki belli bir zaman sonra randevulaşmışız hissini veriyordu. Balık mezeleri bu güne kadar hiçbir yerde yemediğim şekilde pişirildiğinden çok leziz di. Fakat fazla yiyemedim kendimi iyi hissetmiyordum. Sonra Gandi’nin evine yani müzesine gittik. Gandi’nin bütün hayatından kesitler vardı. Yattığı odasından okuduğu kitaplarından ve mücadelesini gösteren bölüm bölüm canlandırma maket resimleri vardı. Bazı arkadaşlarımızla daha önce çıktık.
Bu ikinci gelişimizdi müzeye diğer arkadaşlarımızı beklerken sokakta çocuklarla sohbet edip resim çektirdik. Sonra Victoria Tren İstasyonuna gidildi. Herkes cok yorgun olduğundan bazıları otele bazıları alışverişe çıkarak o günkü turumuz sona erdi.
Erkenden kalkıp başka bir şehre uçmak için yola çıktık. Ama ben çok kötüydüm. Baş ağrısı ve bulantıyla havaalanına gittim. Aurangabad şehrine uçmak için uçuş saatimizi beklemeye başladık ama ben iyi olmadığımdan oraya vardığımızda beni otele bırakmalarını söyledim. Çünkü otele gitmeden Ajanta Budist mağarasına gidilecekti. Fakat benim durumumdan dolayı tura yarım saat geç başladılar. O gün otelde yatarak akşama anca kendime geldim. Akşam yemeğinde arkadaşlardan mağara ile ilgili bilgi aldım. MS 650 MÖ 200 yıllarından kalma şehrin kuzeydoğusunda kayalara oyulmuş mağaralar. Dindar ve laik hayat tasvirleri, heykel ve fresklerle bezenmiş olduğunu Buda’nın doğumunu betimleyen Jatakas hikayeleri varmış…
Ertesi günü gayet kendime gelmiş bir şekilde diğer mağaralar olan Elora Mağaralarına yol aldık. Bu Ajanta ve Elora Mağaraları Rahiplerin toplantı ve yaşama yeri, Dünya mirası olarak kabul edilmiş ünlü iki mağara olarak tarihe geçmiş.
Elora Mağaraları da bazaltik bir tepenin 30 km içine oyulmuş.Mağara tapınak mimarisinin en güzel örneklerinden biri olarak kabul edilmiş. MS 5 yüzyıla kadar Budist ve Hindu kaya tapınakları bir sanat eseri şeklindeydi.
12 Budist Mağara 17 Hundi mağara ve kuzey tarafta 5 mağaralar denilen Jain mağaraları vardı. Bunlar Dünyanın en iyi kaya mimarisi ve mühendisliği örneği olduğunu öğrendik.Buradaki turumuzu tamamladıktan sonra Aurangabad şehrini keşfe çıktık. İlkönce 1679 yılında inşa edilmiş Bibi ka Maqbara adında Tac Mahal çakmasını görmeye gittik.
Bibi ka Magraba Moğol hükümdarı azam şah tarafından annesinin hatırasına aşk abidesi olarak yaptırılmış. Bu şehrin halkının çoğunluğunun Müslüman olduğunu ve turistlere çok yakın davranması hepimizin ilgisini çekmişti. Zira her adımda bizimle resim çektirmek isteyen çoluk çocuk, yaşlı, genç her yaştan insanlar foto foto diye yanımıza geliyorlardı. Bizlerde kırmamak için resimlere poz vermekten ünlülerin işlerinin ne kadar zor olduğunu söyleyip kendi aramızda çok eğlendik. Çünkü ardı arkası kesilmiyordu, en sonunda hayır demeye başlamıştık. Buradan ayrılıp Pan Chakki adında eski 17. yüzyıldan kalma su değirmenine gittik. Burada da resim çektirirken halkın bizi yalnız bırakmadığını hala hatırlayıp gülümsüyorum. Daha sonra buranın ipek ve pamuklu kumaşları çok meşhur olduğundan ve adına himroo dendiğini öğrendik. Fabrikasına görmeye gittik, tabi ki almadan da çıkmadık…
Bu kadar yorgunluğun ardından otelimize geri dönerek erkenden yatıp dinlenip ertesi günü Chennai şehrine uçmak için enerji toplamalıydık.
Sabah erkenden kahvaltımızı yapıp otelden ayrıldık. Chennai uçmak için yola çıktık. Bir saatlik uçak yolculuğundan sona Chennai havaalanına indik. Aşağıya doğru indikçe sıcaklar daha da arttığından koruyucu kremler çantamızdan hemen çıkmaya başlamıştı. Buradan otobüsle Mahabalipuram şehrine hareket etmek için otobüsümüze yerleştik. İki saatlik otobüs yolculuğundan sonra Mahabalipurama vardık. Ama otobüs yolculuğundayken yolda düğüne rastladık. Bütün arkadaşlarımız inerek düğüne katılıp halkla dans edip resim çektirmeyi de ihmal etmediler. Daha sonra Pallava hanedanına ait eski bir liman ve mağaralardaki tapınakları gezdik. Bayağı bir yorgunluğun üzerinden otelimize vardık. Otelin karşılaması çok güzeldi. Ellerinde deniz kabuklarından kolyelerle ve içeceklerle bizleri karşıladılar. Hepimizin yorgunluğu anında geçtiğinden epeyi bahçede oturduktan sonra odalarımıza yerleştiğimizi çok iyi hatırlıyorum. Ertesi sabah erkenden kalkıp yine yollara düştük. Bu sefer ki durağımız Kanchipuram şehriydi.
Burası eskiden Pallavas’a ait başkentmiş. Buranın ipek tekstilinin çok ünlü olduğunu öğrendik. Burada 96 sütunlu Varadaraja tapınağını gezdik. Birçok heykel ve ana mabet şeklinde fil kaya üzerine kurulu olduğunu gördük. El ipek işçiliğini yapan küçük bir dokuma yerini gezdikten sonra daha modernize edilmiş dokuma tezgahını gördükten sonra alışverişe sıra geldi. İpekliler al beni al beni diye çağrışım yaptığından bu sese kulak vermemek imkansızdı. Hindistana ilk gelişim 2011 yılında kuzey bölgesindeki şehirleri dolaşırken çok iyi hatırladığım ve arkadaşlarımın dalga geçtiği konuyu anlatmadan geçmeyeceğim. On beş gün boyunca sokaklarda dolaşırken şalımla hem burnumu hem ağzımı kapatarak gezmiştim. İkinci gelişimde 2012 de kesinlikle kapamamıştım. Bu üçüncü gelişimde ise sokaktan mısır ve hindistan cevizi içip yemiştim. Orada yediğim mısırın tadını hala damağımda hissettiğimi söylemeliyim. Tadı kesinlikle burada yediklerimle alakası yoktu. (olsa da yesem)…Kanchipuram şehrini de dolaştıktan sonra Pondicherry şehrine hareket etmek için otobüsle yola çıktık. Pondicherry şehrine akşam vardığımızdan hemen otele geçip yarın sabah erkenden kalkıp şehirdeki turumuza devam etmek üzere odalarımıza çekildik.
Pondicherry şehri yani Hindistanın güneyi Fransızların sömürgesi olduğundan biraz daha farklıydı. Yani sokaklar daha geniş, kalabalık daha az ve gürültü de nispeten daha azdı.
Burada cafe ve dükkanlar vardı. Ayrıca bayanların saçlarında bir yerinde mutlaka taze çiçek takılıydı. Sokaklarda da kolye şeklinde taç şeklinde taze kokulu çiçekler satılıyordu. Hepimiz çiçeklenmiştik. Pondicherry’de 1926 yılında filozof aziz olan sir Aurobindo tarafından kurulmuş bir Aşramı ziyaret ettik. O bölgeye geldiğimizde etraf çok sessizdi. Tabelalarda korna çalmayın ibaresi vardı. Aşram’a girerken sessiz olmamızı resim çekmemizi ve ayaklarımızı çıkarmamızı söylediler.
İçeri girerken sizi envai çeşit saksılarda adını bilmediğimiz çeşitlikte rengarenk mis kokulu çiçekler karşılıyor. Kapıdan geçtikten sonra büyük bir avluda ortada büyük bir mermer mezar gibi her yeri mumlarla tütsülerle ve çiçeklerle donatılmış onun çevresini dönerek insanlar boş buldukları yerlere geçip bağdaş kurarak meditasyon yapıyorlar. Ondan sonra kütüphaneye geçilerek oraya ait öğreti kitapları, resimleri kimler guruluk yapmış onların fotoğraflarını görüyorsunuz. Belli bir para karşılığında da oradaki kitaplardan, fotoğraflardan alabiliyorsunuz. Eğer aradığınızı bulamazsanız size dışarda kitapçı da bulabileceğinizi söyleyerek oraya yönlendiriyorlar.
Aşramdan sonra Pondicherry müzesine gittik. Burada heykeller, arkeolojik buluntular ve Fransız sömürgecilerin fotoğrafları var. Ne yazık ki çoğu yerde resim çekmeye izin vermiyorlar. Gotik mimarisi ve vitray pencereleri olan kutsal kalp kilisesini ziyaret ettikten sonra Mahabalipuram şehrine geçtik. Çünkü burada Shore tapınağı gezecektik. Beş Rathas ( araba kavramı) dört tek kayadan oluşmuş Hinduların günlük yaşam sahnelerini tasvir eden tapınak dünya mirası olarak tarihe geçmiş.
Burada koskoca bir kayanın taşta duruşu çok ilginçti. Sanki kayaya dokunsan yuvarlanacak gibiydi ama öyle görünmesi aldatmacaydı arka tarafından tamamen taşa oturmuştu. Ben gezinirken yerde oturmuş bir falcıyı gördüm yanına gittim. Rehbere baktırabilir miyiz dedim. Birden bütün arkadaşlarımız fal baktırmış olduk. Falcı yerde oturuyor yanında bir papağana benzeyen kuş adamın ellerindeki kartlardan gagasıyla alıp yere atıyor. Sonra bir tane kartı eline veriyor. O kartlarda Hindu tanrılarının resmi var. Herkese farklı kart çıktığı gibi aynı kartta çıkıyor.
Bana Ganej tanrısı çıkmıştı. Çok hoş şeyler söylediğini hatırlıyorum. İlginçliği kuşun kart seçip yere atıp başka bir kartta adamın eline vermesiydi. Çok eğlenmiştik. Burada bayağı bir vakit geçirdikten sonra Chennai şehrine geri dönüşe geçtik. Bir ara yolda okula giden çocukları görünce durup onların ders yapışını ve resim çektirmeyi de ihmal etmedik. Chennai şehri yani Güney Hindistan’ın bu bölgesi Madras adıyla anılıyor. Çünkü bu bölge tamil geleneğine bağlılığıyla Hindistan’ın genelinden ayrılıyor. Resmi dili de tamil olarak geçiyor. Ayrıca bir ayrıntıyı daha eklemek istiyorum. Hindistan’da kadınların sari giymesinin anlamı; Hint felsefesinde tüm evreni birleştiren gövdenin açık kalması, yüce varlık göbek olarak kabul ediliyor. Yani göğüs altından bele kadar olan bölge açık olması gerekiyor.
Sabah yine erkenden kalkıp havaalanına yol aldık. Chennai’den Andaman adasına uçuşa geçtik. İki buçuk saatlik bir uçuştan sonra Andaman adası başkenti Port Blair’e indik. Ama sıcaklık daha da arttığından durduğumuz yerde terlemeler de artmıştı. Taksilerle otelimize geçtik. Otelimizin manzarası Hint okyanusunun güzelliğini ve esintisi sayesinde yorgunluğumuzu almıştı. Hemen denize gitmek için hareket ettik. Cove beach denilen yere giderken adanın muhteşem doğası hepimizi cezbetmişti. Durup bu güzellikleri resmetmeyi de ihmal etmedik. Beache geldiğimizde hemen hemen akşam olmak üzereydi. Tabelalarda timsah görülmüştür yazısına rağmen denize girip ferahladık.
Fazla açılmamak kaydıyla bir haftalık yorucu geziden sonra kaçınılmaz rahatlıktı. Otelimize dönüp akşam yemeğinde buluşmak üzere odalarımıza çekildik. Ertesi gün erkenden adayı gezerek keşfe çıktık. Daha sonra Ross adasına gitmek için feribota bindik. Burası ikinci dünya savaşında İngilizler üst olarak kullandığı bir liman adası olduğunu öğrendik. Ada İngilizlerin gitmesiyle yıkılan heryeri o şekilde kalmış ve ağaçların dallarıyla kapanmış. Ceylanların ve diğer hayvanların rahat rahat dolaştıkları bir yer haline gelmiş. Sahide bir barakayı müze haline getirmişler. Buranın daha önceki yerleşik zamanındaki fotoğrafları ziyaretçilere sunmuşlar.
Ross adasından ayrıldıktan sonra denize girmek için başka bir beache götürmesini istedik rehberden. Götürdüğü yerde on beş gün önce burada timsah görüldüğünden denize giremeden geri döndük. Ertesi günü Havelock adasına gitmek için hızlı katamarana bindik. İki saatlik çalkantılı yolculuktan sonra adaya vardık. Buradan da rüya gibi bir yer olan Radhanagar beache geçtik. Denize girdik. Deniz altındaki rengarenk balıkları görmek için bazı arkadaşlarımız şnorkelleriyle açıldılar. Beyaz kum ve turkuaz rengi denizde yüzerken vücudumuzu bir şeyler ısırıyor dedik rehbere bunlar deniz sivrisineği denizin yüzeyinde olurlar bir zararı yok dedi. Sonra altı cam olan tekneyle açılarak denizin altındaki balıkları mercanları izlemek son derece keyifliydi.
Adadan ayrılma vakti geldiğinden hiçbirimiz gitmek istemediğimizi ama katamarana yetişmek zorundaydık. Rüya gibi bir gün geçirmenin sarhoşluğuyla otelimize geri döndük. Ertesi sabah Andaman adasından ayrılacağımızdan ve cok yorulacağımız bir gün daha geçireceğimizden buradaki Natıonal Memorial ve Antroploji müzesi, Samudrika deniz müzelerini gezdik. Havaalanına dönüş yolculuğumuza başladık. Port Blair’dan Chennai havaalanına geldik.
Buradan da Mumbai havaalanına geçtik. Mumbai de kalarak İstanbul’a dönmek için uçuş saatimize kadar otelde dinlendik. Bu arada Mumbai’de kuyumcuya uğrayarak bazı arkadaşlarımız Hint işi altın küpeler alarak seyahatimizin son alışverişini yapmayı da unutmadık. Sabaha karşı Mumbai havaalanına giderek yorucu ama bir o kadar da harika on iki günlük gezimizin de sona ermesinin hüznü bizi sardı. İstanbul Atatürk havaalanında bir başka gezide buluşmak dileğiyle arkadaşlarımızdan ayrılıp evimizin yolunu tuttuk…