Hicri takvime göre ’93 Harbi olarak anılan Osmanlı-Rus Savaşı, tarihimizde travmatik izler bırakmıştır. Balkanları hızlı kaybediş sürecinin başladığı bu dönem, aynı zamanda yüzyıllardır bir arada yaşayan halkların düşmanlığının da filizlendiği bir dönem olur. Genç Salih ailesi ile birlikte Bosna Hersek bölgesinde nüfusunun yarısını Boşnakların yarısını da Hırvatların oluşturduğu küçük bir kasabada yaşamaktadır. Ailesi son derece saygıdeğer ve zengindir. Ancak savaşın ardından Osmanlı’nın bu vatanı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bırakması Salih’in canını son derece sıkmaktadır. Artık bu topraklarda rahat nefes bile alamayacağını düşünmekte, içten içe yanmaktadır. Bu yangının bir diğer sebebi de gençlik ateşinin damarlarında gezmesidir. 17 yaşındadır ve oldukça da yakışıklı bir delikanlıdır. Salih’in yakın arkadaşlarından biri, bu konuşkan, yakışıklı gençten bir şey ister. Sevdiği, kalbini delen bir kıza aşıktır, kimselere söylemediği aşkını Salih’e itiraf etmekte ve kıza şu haberi göndermek istemektedir: “Hazır ol, bu gece seni kaçıracağım.”
Salih’in görevi ağır ve bir o kadar da kutsaldır. Arkadaşının talebini beldenin güzel, alımlı kızı Zeynep’e ulaştırmak için yola koyulur. Tepenin ardındaki mahalleye varır, Zeynep’i uzaktan bilmektedir ancak aralarında hiçbir konuşma geçmemiştir. Evinin bahçesinde çamaşır asan Zeynep’e yaklaşır ve seslenir:
–Zeynep, bi baksan bana,
-Sen kimsin?
-Ben Salih, Feyziç’lerden Salih
-Görmüşlüğüm var seni, ne istersin?
-Yakın arkadaşım Ahmet seni bu akşam kaçırmak ister, gönlü sana düşmüş, bu gece yarısı hazır olsun der.
-Kendi söyleyemez mi bunu? Ulakla mı söyler derdini? Hem ben öyle adama kaçacağıma sana kaçarım daha iyi.
Salih şaşkın, sarışın yüzünde kulaklarına kadar kızardığını hisseder. Bununla beraber Salih’in girişkenliği ve lafazanlığı da meşhurdur. Hemen yapıştırıverir lafı:
-E, madem öyle gel o zaman, ben kaçırayım seni, der.
O gece Zeynep Salih’e kaçar ve evlenirler. Bu mutlu evlilik çok da uzun sürmez ve Zeynep ateşli bir hastalıktan sonra dünya serüvenini bitirir. Tekrar evlenen Salih artık kabına sığamamaktadır. Bu sırada, o dönem şartlarında çok zor olan hacca da gitmiş ve memleketine sağ salim dönmüştür. Eşini, çocuklarını ve ailesini alarak Türk topraklarına göçmeye karar verir. Uzun bir yolculuktan sonra Selanik’e ulaşırlar, aile burada tam iki yıl kalır. Balkanlar’daki karışıklıklar ve huzursuzluklar devam eder, tekrar batıya göç ederek Edirne’nin Uzunköprü ilçesine varırlar.
Bu yolculuk oldukça uzun sürmüştür ve ailenin tüm servetini bitirmiştir. O zamana kadar bir mesleği olmayan Salih’i zor günler beklemektedir. Bakmakla mükellef olduğu onlarca boğaz ve yokluk zamanlarıdır belini büken.
Salih bir berber yanına çırak olarak girerek mesleği öğrenmeye çalışır. Yetişkin bir çırak. Zira sermaye yapacak herhangi bir birikimi kalmadığı için sermayesiz bir iş bakmaktadır. Buna da en uygun meslek berberliktir.
Salih berberliği öğrenir, hem de çok iyi öğrenir. O zamanların berberleri sünnet etmek, diş çekmek gibi başka işler yapmaktadır Salih de bu konularda üstat olur.
Hoşsohbeti dillere destan olur, dükkânı dolar, taşar. Tam 6 çocuğu, onlarca torunu olur.
Bosna Hersek’te başlayan zengin hayat, Uzunköprü’de son derece mütevazı şartlarda son bulur. Ardında çok sayıda hikâye ve dost bırakır. Bugün, o torunlardan biri bu satırları kaleme almakta onu gülümseyerek dua ile yâd etmektedir. Yattığın yer nur olsun Salih Dede.
Anıl Akın