Hikayeler

Kimler hikâye dinlemeyi sever?

Sanırım nerdeyse hepimiz. Küçüklüğümüzden beri masal dinleyerek büyüdüğümüzden olsa gerek… Gözlerimizi kapar, farklı âlemlere yolculuk yapardık. Yaratıcılığımızın konuştuğu anlar âdeta paha biçilmezdi. Zaman zaman kahramanlardan biri haline geldiğimiz de sıklıkla vaki olurdu. Hem sonrasında hepsinde son derece değerli alınması gereken bir ders vardı.

Şimdi birer yetişkin olduk. Değişen bir şey yok. Hala hikâyelere bayılıyoruz. Bu yüzden eğitim dünyasında giderek daha çok kullanılan bir yöntem haline geldi hikâye anlatma tekniği. Kimse kendi üzerinden bir şey öğrenmek istemiyor, “ego” ister istemez savunma stratejisi kuruyor. Anlatılan hikâye ise ders verilenin egosunu serbest bırakıyor, kişi istediği kadar kendini hikâyeyle özdeşleştiriyor ve istediği kadarını alıyor.

Zaten hayatta da öyle değil mi? Herkes bu dünyaya misafir ve herkes yine ancak almaya açık olduğu kadarını (mal-mülk, para-pul, bilinç seviyesi-farkındalık, sevgi-ilgi-değer…) alıyor günün sonunda… Şimdi sıra hikâyelerde…

SABIR

Uzakdoğu savunma sporlarıyla uğraşan bir kişi hocasını görmeye gider, hocası ile karşılıklı çay içerlerken içeri gelen hizmetli bir zarf uzatır hocaya, uzaklardaki kızından mektubu vardır. Hoca zarfı bir kenara bırakır. Bu hareketi, öğrencisinin epey dikkatini çeker, ertesi gün derste dayanamayıp soluğu hocanın yanında alır:

– Hocam gösterdiğiniz nezaket beni âdeta büyüledi, yanımda zarfı açmak istememeniz, ben olsam dayanamaz, anında açıp okurdum.

Hoca kibarca yanıtlar;

– Siz yanımda olduğunuz için böyle davranmış değilim, siz olmasaydınız da aynı şeyi yapardım, ne zamandır beklediğim bir mektuptu, ertesi gün tadına vara vara yapmak istedim sadece.

Öğrencinin hayreti katlanır;

– Bu nasıl bir sabır?

– Küçük şeylerde sabır gösteremezse kişi, büyük olaylar karşısında nasıl sergileyebilir insan?”

Kıssadan hisse… En ulvî sınavlardan biri değil midir zaten sabır? Belki sonuç ve fayda odaklı olmak yerine biraz süreç odaklı olabilsek, sabır yolunda tekâmülümüz hızlanır…

SÜREÇ ODAKLI OLABİLMEK

Usta’nın biri kendisine gelenlere tek tek sorar;

-Bana ne için geldiniz?

Herkes farklı farklı yanıtlar;

– Bilgeliğiniz ve rehberliğinizden faydalanmaya geldim.

– Sığınmak için geldim.

– Beni kutsamanız için geldim.

– Günahlarımdan kurtulmaya geldim.

– Kendimi senin vasıtanla tanıyorum.

– Geldim çünkü sen benim Gurumsun.

– Çünkü beni çağırdınız.

– Arınmak için geldim.

Küçük bir çocuk Ustaya dans ederek yanaşmış ve eğilerek ‘Seni seviyorum ve seninle oynamaya geldim!’ der.

Usta bir hayli güler, yanıt çok hoşuna gitmiştir. Böylelikle her iki çocuk arasında çok uzun ömürlü olacak bir bağ oluşur.

Hayatı çocuklar gibi bir oyun tadında görebilsek ne güzel olurdu? Neler değişirdi o zaman hayatımızda? Nasıl oyuncular olurduk? Hâlâ bu kadar sonuç odaklı olabilir miydik? Oyun oynarken bakın çocuklar tamamen o andadırlar. Anın getirdiklerini yaşarlar…

Sanırım yaşamı oyun gibi görebilmek hayata bakışımızla bir hayli alâkalı, “Hayat sizin için nedir?” desem nasıl tanımlarsınız, “Hayat zordur, sınavdır, haksızlıklarla doludur…”. Haydi ne duruyorsunuz, alın kâğıdı elinize. Bakış açımızı biz değiştirmez isek kim değiştirebilir? Şimdi de bakış açısına dair bir hikâye…

BAKIŞ AÇIŞI

Picasso bir gün trende yolculuk ederken yanında oturan kadın ona bakar, gülümser ve şöyle der, “Sizinle tanışmaktan çok memnun oldum, ancak resimlerinizi hiç beğenmiyorum.” Picasso “Neden?” diye sorar. Kadın “Keşke biraz daha realist olsaydınız” der. Picasso “Ne demek istediğinizi anlamadım” der. Kadın “Bakın göstereceğim” diyerek cüzdanından kocasının resmini çıkarır “Bakın işte bu fotoğraf, kocamın fotoğrafı, işte mesela bu gerçekçi” der. Picasso gülümseyerek yanıtlar “Bence kocanız çok küçük ve düz.”

Her olayda olumlu bir yan bulabilmek ne güzel… Daha mutlu olmaz mı insan? Sahi mutluluk nedir? Son hikâyemiz de mutluluğa dair olsun o zaman…

MUTLULUK

Usta’nın birine öğrencisi sorar:

– Mutluluk nedir hocam?

Hoca gülerek yanıtlar:

– Cahili ikna etmeye çalışmamak.

Öğrenci şaşkındır, onca sene sen gel meditasyon yap, inzivalara git, ruhunu terbiye etmeye çalış, bu kadar basit midir? Olacak iş mi?

– Hocam, emin misiniz? Bu kadar basit olamaz.

Hoca gülerek yanıtlar;

– Pekiyi…

Kıssadan hisse… Ben hikâyelerde kendi gördüklerimi paylaştım, dileyen dilediğini çıkarabilir elbette. Taktir sizin yorum sizin. Hikâye kavramının güzelliği, bilenler bilir işte tam da bu noktada…

Şeyda Bodur

Önceki İçerikOkurun Gözünden: Lou Andreas-Salome’dan Feniçka
Sonraki İçerikYazmak Meselesi, Ama Neden, Ama Nasıl? Yaz(ı) Kampı da Ne?
Şeyda Bodur
Kendini anlatmak dünyanın en zor şeylerinden biri bence. Sürekli değişip dönüşürken, yaşam biteviye bizi şekillendirirken, sahi ben kimim? Değişmezlerim var mı, varsa neler? Dilerseniz beni yazılarımdan sizler tanıyın. Yine de beni heyecanlandıran kavramlar ortaya bırakayım, birer ipucu niteliğinde; Akdeniz, çiçekler, iletişim-İkizler burcu, Boğaziçi üniversitesi, kız kardeş, hak-miras, nezaket, ilk yaz, disiplin-aylaklık, Türk kahvesi, demli çay-simit, kiraz-karpuz, keyif, keşif, denge, dönüşüm, mistik, holistik, seyahat, sahici paylaşımlar, samimi sohbetler... Burada sadece yazmaktan ve okumaktan bahsetmek istiyorum. Neden mi yazıyorum? Biliyorum bencilce olacak, herşeyden önce bana iyi geliyor. Düşüncelerim netleşiyor, duygularım alan buluyor, sakinleşiyorum, sadeleşiyorum, “O”lanla hizalanıyorum, kendimi ifade ediyorum, üretiyorum, yaratıyorum, yüreğimi ortaya koyuyorum, yaşama katılıyorum, meydan okuyorum, “ben de varım” diyorum, belki ortaklık arıyorum ve daha nicesi...Satırlara sığmaz. Neden mi okuyorum? Sözü bir Usta’ya bırakmak istiyorum izninizle, ne bir kelime eksik ne bir kelime fazla... “Bütün iyi kitapların sonunda, bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda, meltemi senden esen, soluğu sende olan, yeni bir başlangıç vardır…” Edip Cansever

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz