Canım benim…
Henüz 15 gün oldu sen aramıza katılalı. Ellerin, ayakların öyle minik, öyle güzel ki, dokunmaya, sevmeye kıyamıyor insan…
Seni ilk gördüğümde, uyumakla uyanıklılık arasındaydın. Başın terlemişti biraz, annen saçlarını okşadı, kucağına aldı sonra. Annenin sana nasıl baktığını gördüm, hafızama kazıdım o görüntüyü. O an, sana küçücük bir şey olsa, canını verecekmiş gibi baktı, sen bir şey istesen, dünyaları yerinden oynatacak gibi baktı, içi gitti sana.
Ben bir annenin ya da babanın hissettiklerini biyolojik olarak hissedemem ama anlayabilirim az çok. Annenin o gün seni kucağına aldığı anki bakışını hiç unutmayacağım.
Öyle güzel, öyle kocaman yürekli bir ailen var ki senin. Senin için yapamayacakları şey yok, biliyor musun? Ve ben bu güzel yürekli insanları çok seviyorum.
Birçok şeyden habersizsin şimdi, kendi dünyandan, büyüklerin dünyasına bakarak, olan biteni anlamaya çalışıyorsun. Her şey ne garip öyle değil mi? Sana şimdi garip ve saçma gelen şeylerin içinde, aslında güzel olanlar da var. Anneni anlatarak başlayabilirim mesela.
Annenle çok eski arkadaş değiliz. Ne okul yıllarından tanışıyoruz ne de çocukluktan… Beraber dosyaların, bilgisayarların, evrakların arasında, mesailer mesaileri kovalarken, bulduk birbirimizi. Öğle araları sohbetleri, uzun bahçe turlarına, iki kahve yudumları akşam oturmalarına yerini bıraktı. İyi ki de bıraktı. Biz, annenle gerçekten “dost” olmak için uzun yılların geçmesini beklemedik özetlemek gerekirse. İstediğimiz an birbirimizin yanındaydık, olamadığımız zamanlarda gönül koymadık, sitem etmedik, trip yapmadık, hep anladık aklımızdan geçenleri. Aynalar yerine gözlerimizin içine baktık.
Annen… Hani nasıl derler, güzel yürekli, ince düşünceli hem akıllı hem dünya güzeli. Sustuğum zaman bile beni anlayan naif insan…
Değer veren, gönül alan, incitmeye korkan, merhametli… Gözüpek, güçlü, cesaretli… Yani senin ileride okuyacağın masallardaki “prensesler” gibi.
Seni hiçbir şeyden mahrum etmemek için didinen ve “Bu zaten benim vazifem” diyebilen biri. Kendisinden bir şey istenildiğinde, koşa koşa giden biri. Yaptığı iyilikler karşısında, kendi menfaatini düşünmeyen biri. Asil ruhlu kadın… Zuzum o benim.
Peki, ben kim miyim? Bana ilk seni beklediğini söylediğinde, oturup ağlayan kadınım. Senin çok iyi, çok mutlu, çok sağlıklı olmanı isteyen kadınım. Şimdi kararsızlıklar aşamasında olsan da seni ileride sıkı bir Galatasaraylı yapacak olan kadınım. Oyunlar oynayıp, yerlerde yuvarlanacağın, çift kale maç yapacağın kadınım. Ve teyze olmayı seninle tadacağım…
Aslında 2019’a gireceğimiz şu günlerde, yeni yıl temennilerimi yazacaktım sana. Ancak daha farklı bir şey yazmak istedim.
Günler, haftalar, yıllar geçiyor. Her yeni senede bir yaş daha almış oluyoruz. Herkesin beklentisi, isteği farklı birbirinden ama değişmeyen isteklerimiz de var.
Minik kuzum, güzel ömründe, ailen, hayatta en değer verdiğin şey olsun. Dediklerini yap, annenin ve babanın sana söylediği her şey, senin iyiliğin içindir, onları üzme sakın, e mi? Onlar, şimdi sen tüm bunları anlayamasan da senin iyiliğini ve mutlu olmanı, her şeyden çok istiyorlar. Sarf ettikleri tüm çaba senin için. Ellerinden sıkı sıkı tut, sakın bırakma…
Doğuluktan ayrılma. Adil ol. İyilik yap. Merhamet et. Sorumluluk al. Çok çalış
Sabret. Güçlü ol. Azimli ol.
Yaptığın işleri severek tutkuyla yap.
Mutlu olmayı seç ki, etrafına da bu enerji geçsin. Ve gülümse.
Çok oku, çok öğren, çok gez.
Çok sev, çok sevil.
Yeni senem, seninle geçecek inşallah… Aramıza hoş geldin tekrar mis kokulu miniğim. Şansın, bahtın açık olsun. Allah sana huzurlu olacağın, güzel uzun bir ömür nasip etsin.
Seni annen, benim yerime de öpüyor biliyor musun? Şimdi yine öpecek ve sen belli belirsiz gülümseyeceksin.
Zeynep Kıyak