Bu başlığı bir soru olarak ele aldığımda aklıma ilk gelen Maslow’un “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” kuramı oldu. Hatırlatmak gerekirse bu kuram şöyle diyor:
“İnsanın yaşam amacı ve arzusu bakımından motivasyonunu oluşturan bir sistem vardır. İnsan ihtiyaçları zamanla davranışlara yansır ve gereksinme önceliğine göre belli bir sıralama izler. En alttan üste doğru ihtiyaç giderildikçe bir üstekine gereksinme doğar. Maslow’un hiyerarşik olarak sıraya koyduğu bu ihtiyaçlar alttan üste doğru; fizyolojik gereksinimler, güvenlik gereksinimi, sevgi/ait olma gereksinimi, saygınlık gereksinimi ve kendini gerçekleştirme gereksinimi ‘dir.”
Şimdi bunun kitapla ne ilgisi var diyeceksiniz. Belki yok, belki de çok yakından ilgili okuyup siz karar verin.
Kitapta bulunan altı öyküden ilki şöyledir: Soğuk bir kış günü genç bir adam çırılçıplak, bir kilisenin duvarına dayanmış oturmaktadır. O sırada oradan geçmekte olan ayakkabıcı Semyon kendi kendine konuşup bu kışı nasıl geçireceğini, ailesini nasıl doyuracağını düşünürken adamı görür. Karısı ile ortak kullandıkları, giyilmekten paralanmış gocuklarının bir yenisini almak üzere gittiği köyden eli boş geldiği için sıkıntılıdır. Adamı görünce önce korkar ve görmezden gelip geçip gider. Bir süre sonra vicdanı sızlar ve geri dönüp adamla konuşur. Adam hiç cevap vermeden öylece oturmaya devam eder. İçi elvermez üzerindeki zaten ince olan kaftanı çıkarıp adama giydirir ve onu evine götürür. Evde karısı Martyona yanında bir yabancı getirdiği ve yeni gocuk alamadığı için kocasına kızar. Evde ancak sabaha yetecek kadar yiyecek vardır. Üstüne üstlük zaten lime lime olmuş kaftanını kocası o yabancıya giydirmiştir. Kocası karısına yalvarır ve ölümlü dünya der. Karısı yabancıya bakar ve yüzündeki acı çeker ifadeden etkilenir ve sakinler. Önlerine evde kalan son yemeklerini koyar. Az önce yamaladığı gömlekle bir pantolon verir. Yabancı ilk kez kadına bakar ve gülümser.
Genç adam çalışma karşılığı karın tokluğuna onlarla yaşamaya başlar. Semyon ona ayakkabı yapmayı öğretir. Zamanla ismi Mihail olan genç usta bir ayakkabıcı olur. Semyon’un işleri açılır, ünü çevreye yayılır. Bir yıl sonra zengin bir bey kapıyı çalar. Elinde çok iyi bir deri parçası vardır ve çizme yaptırmak ister. İyi para verecektir ama beyin tek bir şartı vardır; çizmeyi hiç çatlamadan ve yırtılmadan bir yıl giymek. Seymon karasız kalır ve Mihail’e bakar. Mihail yıllar sonra ikinci kez gülümsemektedir. İşi alırlar ve Mihail hemen deriyi kesmeye başlar. Ne var ki bir çizme değil, bir terlik yapmıştır. Seymon bunu görünce ne yapacağını şaşırır, daha önce genç adam hiç hata yapmamıştır. Tam o anda kapı çalar ve bir uşak belirir. Az önce gelen beyin uşağı telaşla, hanımının onu gönderdiğini ve çizme siparişinin iptal olduğunu söyler. Çünkü zengin bey eve varmadan ölmüştür ve onun ihtiyacı artık ölüye giydirilmek üzere bir terliktir.
Aradan tam altı yıl geçer. Günler bildik şekilde akıp gitmektedir. Kapı çalınır ve bir tüccar karısı yanında iki kızı ile gelir. Çocuklara ayakkabı yaptırmak istiyordur. Kızlardan birinin ayağı topaldır. Bunun nasıl olduğunu sorduğunda kadın hikayesini anlatır. Çocuklar onun değildir. Öz anneleri doğumdan sonra ölmüş ve ölürken bir kızın ayağına düştüğü için o kız topal kalmıştır. Kadın onların komşudur. Kimsesi kalmayan çocukları evlat edinmişti. O sırada bir çocuğu vardır ama o çocuğunun birkaç yıl sonra öleceğini bilmemektedir. Mihail gözlerini ayırmadan çocuklara bakar ve üçüncü kez gülümser.
Kadın gittikten sonra Mihail’den etrafa ışıklar yayıldığını gören Seymon onun artık bildiği insanlardan biri olmadığı anlar. Ona tek bir soru sorar;
“Seni bulup eve getirdiğimde üzgündür, ama karım sana yemek verince ona gülümsedin, yüzün ışıldadı. Sonra o bey çizme ısmarlarken yine gülümsedin, bu kez yüzün daha da aydınlandı. Şimdi de kızlarıyla gelen kadını görünce üçüncü kez gülümsedin ve ışık saçıyorsun artık. Söyle bana Mihail, neden etrafa ışık saçıyorsun ve neden üç kere gülümsedin?”
Mihail anlatmaya başlar. Aslında cennette bir melek olduğunu, bir gün Tanrı’ya karşı geldiği için cezalandırıp, Tanrı’nın üç kelamını öğrenmek için insan olarak buraya gönderildiğini söyler. Ve artık bu üç kelamı öğrenmiştir ve gitme zamanı gelmiştir.
Öyküde cevabı aranan üç soru ve üç kelam ne mi dersiniz?
İnsanda ne var?
“İnsanda sevgi olduğunu anlamıştım.”
İnsana ne verilmemiştir?
“İnsana neye ihtiyacı olduğunu bilme yetisi verilmemiştir. Hiçbir insan akşama çizmeye mi, yoksa ölü terliğine mi ihtiyacı olacağını bilemez.”
İnsan neyle yaşar?
“İnsanlar kendilerini düşünüp kolladıkları için değil, içlerindeki sevgiyle yaşıyorlar.”
Maslow’un sıraya koyduğu ihtiyaçlar hiyerarşisi bence tek bir ortak noktada, paydada birleşiyor… o da SEVGİ. Kitaptaki diğer öykülerde de temel alınan bu duygu aslında insan olmanın temel direği.
Bu kitapta Tolstoy’un ‘Halk İçin Hikayeler” adıyla her yaştan kesimi hedefleyerek yazdığı öykülerden altı tanesi var. Her biri birbirinden öğretici. Okuyup, ders çıkartmak artık biz okuyuculara kalıyor.
Okumakla kalalım…
Alev Türkkan / Ekim 2018
İnsan Neyle Yaşar
L.N.Tolstoy
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Hasan Ali Yücel Klasikleri
Sayfa Sayısı / 86