Dedikodu günlük yaşamda, hemen hemen birçok yerde karşımıza çıkıyor. Sevsek de sevmesek de ya tanık oluruz ya da anlatılan hikâyeye ortak oluruz. Peki, dedikodu, şirket düzeyinde olursa neler olur? Gelin birlikte düşünelim…
Dedikodu kelimesi “Aa ne ayıp, hiç sevmem” , “Yapanı mutlaka uyarırım”, “Bu yaptığınız dedikoduya giriyor” gibi cümleleri getiriyor öncelikle akıllara. Çünkü hem toplum tarafından etik bulunmayan, hem de birçoğumuzun kullandığı bir iletişim yöntemi dedikodu…
İletişim yöntemi diyorum çünkü insanın olduğu her yerde karşımıza çıkıyor ve temelinde de aslında hikâye anlatıyor. Birşeyleri ‘öğrenmek’ için, iyi bir araç oluyor. Ancak, masum başlayan arkadaş sohbetleri, bir süre sonra, tehlikeli boyutlara ulaşabiliyor çünkü başkalarını bu hikâyelere kurban ederken farkında olunmuyor ama bizden bir dedikoduda bahsedildiyse eğer, kıyamet kopabiliyor.
Dedikodu ile çalışma hayatında da sıkça karşılaşıyoruz. Hatta buna çoğumuz “fısıltı gazetesi” diyoruz. Maalesef dedikodular yayıldığı ve inanıldığı zaman, güzel sonuçlar ortaya çıkarmıyor. Çalışma ortamında huzursuzluk, güvenin zedelenmesi, çalışanlar arasında gruplaşma, verimin düşmesi, işe ilginin azalması, ciddiyetin bozulması, dedikoduda adı geçen kişi ya da kişilerin işten uzaklaşması, istifa etmesi veya işten çıkarılması gibi sonuçlara sebep olabiliyor.
Ve yöneticiler ile çalışanlar arasında iletişim eksikliği varsa, herkes birbirinin arkasından konuşmaya başlıyor. Herkes kendi anladığı gibi konuştuğu için de, yanlış anlamalar, abartılı ifadeler ortaya çıkıyor. Eğer ortada bir kriz varsa, korkular büyüyor. Belirsizlik varsa, söylentiler çoğalıyor. “Finans Müdürü ayrılıyormuş”, “Ofisin lojistik departmanını kapatacaklarmış” gibi cümleler daha sık duyulmaya başlanıyor… Oysa gerçekte bunların hiçbiri olmuyor.
Dedikodu, bir iletişim yöntemidir demiştim yazının başında. İletişim yöntemidir ama sağlıklı bir iletişim değildir.
Peki özellikle iş yerlerinde, ofiste dedikodudan ve zararlı etkilerinden uzak kalabilmek için neler yapılabilir?
- Öncelikle sağlıklı iletişim kanalları geliştirilmelidir.
- Çalışma arkadaşlarımızı çok iyi tanımadan mesai saatleri içinde veya dışında onlarla her şey paylaşılmamalıdır.
- Dedikodu konusu kendimiz isek ve bundan haberdar olmuşsak ani tepkiler vermemeliyiz. Önce sakin olup dedikoduyu yapan kişiye ya da bunu duyanlara rahatsızlığımızı anlatmalı, hislerimizi net bir şekilde ifade etmeliyiz.
- Eğer yöneticiysek çalışanların merak ettikleri konularla ilgili olarak onlarla doğrudan iletişim kaynakları geliştirilmeliyiz.
- Şirket içinde değişiklik, yenilik, herhangi bir olay vb. varsa, bu ya yönetimin birinci ağzından toplantı yoluyla duyurulmalı ya da duyuru, mail, yazılı belge gibi yollarla herkes bilgilendirilmelidir.
- Haftalık veya aylık toplantılarla sorunlar, planlar, yenilikler vb. paylaşılmalı, “öneri sistemi” de geliştirilmelidir.
- Ayrıca, merak duygusunu biraz azaltıp, doğrudan “feed-back” alınacak kanallara önem vermek de gerekir. Dedikodunun feed-back olmadığını anlamak, hemen ilgili taraflarla yüzleşmeye gitmek gerekir.
Yüzleşme yapılsın ki, bir daha kimse dedikodu yapmaya niyetlenemesin…
Kaynakça: Bu yazıda, Dr. Sevda Ergenekon’un da bazı makalelerinden yararlanılmıştır.