Kahve içmeyi, mis gibi kahve kokusunu severim. 6-9 Ekim arasında İstanbul’da bu sene üçüncü kez yapılan “Kahveye Yolculuk” temasıyla pek çok kişinin ilgisini çeken bir festivale katıldım. İstanbul kahve festivali yerli yabancı kahve markalarının lezzetleri, profesyonel baristaların değişik şovları, atölye çalışmaları, sektör konuşmaları, renkli sohbetleri, alışveriş ve müzikli eğlenceleriyle oldukça zengin ve kalabalıktı.
Mekan olarak İstanbul’un merkezi sayılabilecek Beşiktaş Küçükçiftlik Park’ın seçilmesi gerek ulaşım, gerek ferahlık açısından bana göre doğru bir seçim olmuştu. Dört gün süren festivalin program zenginliği ve her günün farklı bir deneyim sunması açısından da büyük bir ilgi gördüğünü düşünüyorum. Hafta sonunun daha yoğun geçeceğini bildiğimden hafta içi orada olmayı tercih ettim. Mevsiminin sıcak ve güneşli gününü yakalamış olmak bizlere lezzetleri, keyifli sohbet duraklarını, alışveriş stantlarını rahat rahat deneyimlemek fırsatını verdi. Mekanın büyüklüğü ve katılımcı yerleştirmelerinin düzenli oluşu da bütünlüğü sağlayan en önemli etkendi tabii. Bir de Sunay Akın’ın kahve sohbetini izledim ve tadı damağımda kaldı.
Böyle enerjik bir ortamda yerli yabancı pek çok kahve lezzetiyle doymuş, alışverişiyle de keyiflenmiş olmanın ardından düşündüm ki bizler aslında Türk kahvesini ne kadar tanıyor, biliyor ve sahipleniyoruz?
Kahvenizi nasıl içersiniz?
Bu sene üçüncüsü düzenlenen Kahve Festivali’nin ardından yaşantımızdaki Türk kahvesini düşündüm. Hani derler ya bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır diye. İşte tam da orada duralım. 40 yıl hatır dile kolay!
Ortalama hayatımızın pek çok Akdeniz Ülkesine göre 80 olduğunu varsayarsak bir kahve içiminin neredeyse ömrümüzün yarısına dokunacak değeri olduğunu görürüz. Kahve bir buluşma, insanın dostuyla, eşiyle, sevdiğiyle, seveceğiyle, işiyle gücüyle kendine yaptığı bir yolculuktur.
Bu yolculuğun geçmişindeyse derin bir tarih ve kültür yatmaktadır.
Nedir bu tarih, kültür; nereden gelir? Nereye gider?
Geçmişi 14. yüzyıla kadar dayanan kahvenin Arap yarımadasından Osmanlı kültürüne geçişi Saray mutfağında Kahve çekirdeğinin özenle öğütülüp su ve şeker ilave edilerek kömür ateşinde ağır ağır pişirilmesi ile olmuştur.
Dönemin sosyal hayatında iz bırakan kahvenin özgün haliyse kısa sürede yolu İstanbul’dan geçen tüccarlar sayesinde Avrupa’yı ve zamanla da tüm dünyayı sarmıştır. İstanbul’da özellikle de Tahtakale’ de kurulan kahvehanelerin içi günün her saati güzel yazıların okunduğu, sohbetlerin çoğaldığı, satranç ya da tavla oyunlarının oynandığı kültürel bir ritüel zenginlik haline gelmiştir. Bu kahvehanelerdeki insan sesleri avlulardaki kanarya sesleri ile karışıp ahenkle İstanbul semalarında yükselmiştir.
Dönemin Avrupa’sında yer bulan bazı gelenekler gibi kahve içiminin de toplumda belli kuralları oluşmuştur.
İçimi çoğunlukla sabah ve öğlen öğünlerinde tercih edilen kahve, “kahve altı” yani günün ilk öğününün de ismini vermiştir. Günümüzde hala kahve, falıyla sosyal psikolojik etkisini, kız isteme törenlerindeki kahve geleneğiyle kültürel anlamdaki etkisini kuşaktan kuşağa yaşatmaktadır.
Tarihinin derinliklerinde Hoca Ali Rıza Efendi’nin resmettiği dönemin kahvehaneleri, ressamın hem sosyal hayatında hem de sanatında önemli yer edinmiştir. Sanatçı, günümüzde antikacılar da gördüğümüz kahve fincanı, tabak, cezve, zarf ve şeker ya da kahve kutuları gibi objeleri tuvalinde renklendirmiştir.
Bugünlere kadar gelen kahvenin, mis gibi kokusuyla, ister Osmanlı’daki yeniçeri kahvehanelerinde, ister 1950’lerdeki Ara Güler’in fotoğrafladığı kahvelerde, isterse de bugünkü modern kafelerde olsun ama daima hayatımızda bol sohbetli, bol köpüklü ve keyifli yerini bulsun.
İdil Dernek
Kaynaklar:
Türk Kahvesi Kültürü ve Araştırmalar Derneği
İlk Türk Empresyonist (Hoca Ali Rıza)
Sunay Akın kahve festivali söyleşisi