Japon Kültürü Kavramları -1

Japonya’nın hayatımda anlamı büyük.

İlk kez gittiğim ülke olmasından mı yoksa bana göstermiş oldukları misafirperverliklerinden dolayı mı doğrusu tam olarak bilemiyorum. İlaveten bu ülkeyi turistik geziden ziyade kültürel olarak da tecrübe ettim. Nasıl mı? Uluslararası arenada bir sınav kazanıp tam 4 farklı Japon ailesinin yuvasına konuk olarak. Böylelikle Japonların yaşamına 2 ay ortaklık etme şansı yakaladım.

Kahvaltıdan başlayarak öğünlerde neler yerler, neye gülerler, aile içi-şirket içi ilişki dinamikleri falan derken hem kültürü gözlemleme olanağı buldum; hem de dahil olduğum pek çok aktiviteye sayesinde (çay seremonisi, çiçek düzenleme, kimono giyme) günlük yaşamlarını gelenekleriyle beraber bizzat tecrübe etmiş bulundum.

Burada uzun uzadıya anılarımdan bahsetmekten ziyade, Japon kültürünün dünyaya armağan etikleri kavramlardan bahsetmek istiyorum. Bunlar öyle kavramlar ki elbette bir yazıya sığmaz. Anlayacağınız bir yazı dizisi, ne kadar sürer inanın şimdiden ben bile kestiremiyorum. Ve yine bunlar öyle kavramlar ki “Öğrenmesi bir gün, ustası olması bir ömür sürer. ”Bu kavramların bazılarını zaten biliyordum, bazıları hocam Rıza Kadılar sayesinde hayatıma girmiş oldu.

İlki ile başlayalım mı?

OUBAİTORİ

Sanırım tek heceli dillerde, kullanılan karakterlerin o kelimenin anlamıyla bir ilgisi bulunuyor. Buradan hareketle, ilkbaharda çiçek açan dört ağacı (kiraz, erik, şeftali ve kayısı) kullanan bu dört kanji karakterli deyim “insanların hayatlarını kendilerini başkalarıyla karşılaştırarak yaşamamaları, bunun yerine kendi benzersiz özelliklerine değer vermeleri gerektiği” anlamına gelmekte.

Ne kadar derin değil mi?

Bizlere özetle şunları söylüyor:

Asla kendinizi kıyaslamayın.

Herkes kendi zamanında farklı şekillerde çiçek açar.

Pekiyi bu nasıl olacak? Misal alın sosyal medyayı, herkesin kendini başkaları ile kıyasladığı en büyük mecralardan biri olmadı mı? Yine küçüklükten beri sadece sonuç ve başarı odaklı sınavların uygulandığı,  başkaları ile sürekli  yarıştırılarak büyüdüğümüz bir eğitim sistemi sonucunda kendini başkasına göre yargılamamak ne kadar mümkün? Üzerine katıldığım bir seminerde eğitmen “kıyas insan zihninin en ortak, en çarpık, hastalıklı hâllerinden biri” demesin mi, hayda…Bundan sonrasında alıyor beni düşünceler.

Kıyas yapmanın bizlere ve uygarlığa bedelleri kadar hediyeleri (buluşlar ve vb.) olmuş mudur?

Kıyas yaptığımız her anda kendimizi yakalasak acaba neler değişirdi?

Sanırım benim şimdilik biraz sorularda kalmaya ihtiyacım var…Siz ne dersiniz?

Şeyda Bodur

 

 

Önceki İçerikÖdüllü Bir İlk Roman: Kelebeğin Ayak Sesleri
Sonraki İçerikParis’te Beş Gün – Bir Sait Faik Romanı
Şeyda Bodur
Kendini anlatmak dünyanın en zor şeylerinden biri bence. Sürekli değişip dönüşürken, yaşam biteviye bizi şekillendirirken, sahi ben kimim? Değişmezlerim var mı, varsa neler? Dilerseniz beni yazılarımdan sizler tanıyın. Yine de beni heyecanlandıran kavramlar ortaya bırakayım, birer ipucu niteliğinde; Akdeniz, çiçekler, iletişim-İkizler burcu, Boğaziçi üniversitesi, kız kardeş, hak-miras, nezaket, ilk yaz, disiplin-aylaklık, Türk kahvesi, demli çay-simit, kiraz-karpuz, keyif, keşif, denge, dönüşüm, mistik, holistik, seyahat, sahici paylaşımlar, samimi sohbetler... Burada sadece yazmaktan ve okumaktan bahsetmek istiyorum. Neden mi yazıyorum? Biliyorum bencilce olacak, herşeyden önce bana iyi geliyor. Düşüncelerim netleşiyor, duygularım alan buluyor, sakinleşiyorum, sadeleşiyorum, “O”lanla hizalanıyorum, kendimi ifade ediyorum, üretiyorum, yaratıyorum, yüreğimi ortaya koyuyorum, yaşama katılıyorum, meydan okuyorum, “ben de varım” diyorum, belki ortaklık arıyorum ve daha nicesi...Satırlara sığmaz. Neden mi okuyorum? Sözü bir Usta’ya bırakmak istiyorum izninizle, ne bir kelime eksik ne bir kelime fazla... “Bütün iyi kitapların sonunda, bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda, meltemi senden esen, soluğu sende olan, yeni bir başlangıç vardır…” Edip Cansever