Ara verdiğimiz yerden Japon kavramlarıyla devam ediyoruz. İstedim bu ayın kavramı “bahar” mevsimine uysun. Bizi heyecanlandırsın, ayağa kaldırsın, eyleme geçirsin…
İkigai. Siz daha önce duydunuz mu bilmem, ancak ben hayat içerisinde, arasıra eğitimlerde rastlamama rağmen manâsını halen bilmediğim bir kelimeydi. Hayret. Kısmet bu güneymiş, boşuna dememiş atalarımız, “Vakitsiz kuş ötmez” diye.
IKIGAI
İki kelimeden oluşur; “yaşam” anlamına gelen iki ile “sonuç, değer, fayda, önem” anlamlarına gelen gai kelimeleri. Özetle “varlık, varoluş nedeni” diye çevirebileceğimiz bu kelime hayli derin bir anlama sahip.
Picasso’nun pek sevdiğim ünlü deyişi bu konuya sanırım “cuk” diye oturuyor; “Hayatın anlamı yeteneğinizi bulmak; amacı ise onu başkalarına sunmaktır.” Hakikaten kaçımız ikigaimizi bulacak kadar şanslıyız? Pekiyi bu şansı kendimiz yaratabilir miyiz?
İşte size bir demet koçluk sorusu;
Sabahları sizi gözleriniz parlayarak kaldıran ne?
İyi olduğunuz, söz konusu olduğunda başkalarının aklına ilk sizin geldiğiniz bir konu/alan var mı? Ne?
Tutku duyduğunuz alanlar neler?
Neleri yapmaktan hoşlanırsınız?
Size doğal ve kolay gelen ne?
Hayâlinizdeki işi kimler yapıyor, onlardan neler öğrenebilirsiniz?
Neden yaşıyorsunuz? Sizin için yaşamı değerli kılan ne var?
Yarın ölecek olsanız, sizi yataktan çıkaran ne olurdu?
İlaveten;
Dünyanın buna ihtiyacı var mı? Ve dünya bunun için değer biçip bir bedel ödemeye hazır mı?
FELIX BAUMGARTNER
Biliyorum, hayatımızdaki çoğu şey gibi “ikigai” felsefesi de söylemesi kolay, ya uygulaması? Zaten bizi farklı kılan yer tam olarak burası değil mi? Değerlerimizi, hayâllerimizi, vizyonumuzu ne kadar eyleme geçiriyoruz? Yoksa sosyal medyada oturduğumuz yerden ahkâm kesmek, dünyayı kurtarmak oldukça kolay.
Son bir soru;
Çocukken ne olmayı düşlerdiniz?
Felix Baumgartner’ı tanıyor musunuz? 2012 senesinde, 39,000 m yükseklikten atlayan Avusturyalı yüksek atlamacı ve paraşütçü. Kendisi bu gözüpek uzay atlayışı ile serbest düşüş dünya rekorunu kırmıştı. TV’de bir röportajına denk gelmiştim; kendisi annesinin yıllar önce bir evladını kaybettiğini, dolayısıyla ondan atlamamasını hararetle rica ettiğini söylemişti. Felix, anne yüreğini kırmak istemese dahi hayâlinin peşini bırakmaz. “Hiç korkmadınız mı?” sorusunu ise şöyle yanıtlar: “Uzay aracından inip, aracın kapağı kapandığında korktum, ancak dönüş yoktu.” Ve kendini boşluğa bırakır. İşin ilginci, eve döndüğünde çalışma masasında küçükken çizmiş olduğu bir resim gözüne çarpar. Meğer uzay aracı ve atlama sahnesinin benzerini daha çocukken resmetmemiş mi? Rahmetli Barış Manço’nun deyimiyle; “Adam olacak çocuk.”
Demem o ki çocukluk hayâllerinizi asla küçümsemeyin… Belki sizi yuvaya götürecek olan yol budur.
Şeyda Bodur