Kadın, bu dünyaya aittir.
Pythagoras (Πυθαγόρας) , M.Ö. 580-500
Kadınlarla ilgili bu ilginç cümleyi, Pythagoras söylemiş. Bu cümleyi kime söylediysem, söylediğim kişi sayısı kadar farklı yorum dinledim. “Bunlar ne saçma ve abuk sabuk sözler!” ile “Ne kadar derin bir bakış açısı!” aralığında çeşitli yorumlar geldi. Anladığım kadarıyla, bu bandın neresinde olduğumuz; önyargılarımız, yargılarımız, bilinçaltı kayıtlarımız, amigdala (duygu hafızası) bilgilerimiz gibi bazı parametreler tarafından belirleniyor. Bu yüzden, ne yorum yaparsak yapalım, doğrudur çünkü bu yorum aslında, kendi algımızı yansıtmaktadır.
Eğer bu cümle için, parametrik bir analiz yaparsak; “kadın” ile “dünya” arasında birçok benzerlik bulabiliriz. Şöyle ki:
Kadının üretkenliği periyodiktir ve regl dönemi ortasında üremeye hazırdır. Benzer şekilde dünya da, ilkbaharda tohum vermeye, çiçek açmaya hazırlanır.
Bir kadın, ne verirseniz onu çoğaltır. Ona bir sperm verirsiniz; çocuk doğurur. Dünya da, eğer toprağına tohum ekerseniz, onu binlerce meyve toplayacağınız bir ağaç haline getirir.
Kadının üretken olması için ona, belli bir maddesel ve duygusal ortamı hazırlamanız gerekir. Dünya için de öyle…
Kadının ruh hali değişkendir ve bu değişim çok hızlı gerçekleşebilir. Dünyanın ruh hali de değişkendir. Aniden fırtına çıkar, bir süre sonra geçer ve her şey yine güllük-gülistanlık olur.
Kadının duygu ve davranışlarını formüle etmeniz zordur. 5 dakika sonra nasıl davranacağını kendi bile bilemez. Dünya’nın davranışlarını da bir formülle ifade etmek zordur. 12 saat sonraki hava şartlarını -geliştirilmiş binlerce matematiksel modele rağmen- binlerce giga byte’lık bilgisayarlar, hâlâ ancak %90 olasılıkla bilebilmektedirler.
Bütün bu bakış açılarının ışığında; erkeklerin en büyük problemi, kadınları anlamak gibi gözükmektedir. Oysa kuantum bakacak olursak, problem dediğimiz şey, bir fırsata dönüşür. Nasıl mı?
Bu yaşanan problem aslında, kadınları anlamaya çalışma yönteminden kaynaklanmaktadır. Bu, “ormanı anlamak için ağaçlara bakma”ya benzer. Elbette ağaçlara da bakmalıyız ama bu bakış açımızın darlığı, bizi ormana kuantum bakmaktan alıkoyar. Çünkü orman, kendini oluşturan ağaçların toplamından daha fazla bir şeydir. Ormanı sezgisel olarak da anlamamız gerekir. Bunun için de, ormanı anlamaya değil, “keşfetme”ye odaklanmalıyız. Keşfetmek için baktığımızda, zaten sezgisel ve bütünsel olanı da anlamaya başlarız. Kadınları anlamak bir duraktır, keşfetmek ise yolun kendisi.
Esas konu kadının karmaşıklığı ve anlayıp anlamamak değildir. Esas önemli ve değerli olan sizin onu keşfetmeyi isteyip istemediğinizdir.
Bu anlamda “peynir”, labirentin kendisidir. Kadın, bu yüzden süreci ister.
Örneğin, sevişirken, sonuca değil sürece odaklanır. Erkekten de bunu bekler. Sonuca odaklanırsanız kadın tatsızlaşır. Anlaşılmadığını düşünür. Keşfetmek ise, sürecin ayrıntılarına odaklanmakla olur. Keşfetmeye odaklanırsanız çiçek açar, sizi kendisiyle birlikte yukarı taşır. Sizi etkileyebilmektir onun derdi, bilinmek değil! Merak etmek ister sizi, etkilemek için.
Böylesine bilinmeyen birini etkilemek onun zaferidir.
Kadın erkeğe olan merakını kaybettiğinde etkilemek isteğini de kaybeder ve etkilemek için başka merak objelerini aramaya başlar. Herkes tarafından bilinen “Kadınlar arızalı erkek sever” durumunun nedeninin bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü arızalı erkeğin ne yapacağı belli değildir. Çok sağlıklı bir durum olmasa da maalesef böyle yaşanmaktadır ilişkiler.
Her şeye rağmen keşfetmeyi seçtiğinizde kadının avatarıyla (bedeni) erkeğin avatarı bütünleşmeye başlar ve böylece avatarların ilişkisi, bu avatarları yöneten “yüksek ben”lerin bütünleşmesine yol açar.
Cemal Süreya şöyle demiş:
“Sevişmek çiftleşmek değil, tekleşmektir.”
Derdimiz “bütün olmak” olmalıdır, ayrı olmak değil.
Derdimiz “kolay etmek” olmalıdır, zor etmek değil.
Derdimiz “beraber yukarı gitmek” olmalıdır, ayrı ayrı aşağı gitmek değil.
Derdimiz “sevgi” olmalıdır, korku değil.
Derdimiz “keşfetmek” olmalıdır, anlamak değil.
Kerem Şenoğlu