Çok sıcak bir yaz günü… Evde oturup kitaplarla flörtleşmek için ideal bir
gün… Salonda kitaplığın karşısında duruyorum. Raflarda, okuduğum ve
okuyacağım eserler yan yana sıralanmış; biliyorum, ilgi bekliyorlar benden,
her zamanki gibi… Her biri emek, göz nuru, kurgu veya yaşanmışlık içeren bu
güzelliklere dokunmaya başlıyorum…
Elim, Nazan Bekiroğlu’nun Şair Nigâr Hanım adlı kitabına gidiyor. “Yazmak
benim için hem teselli hem mükâfat idi” demiş olan Nigâr Hanım (1856-1918),
Osmanlı’da ilk Türk kadın şair. Mutsuz bir özel hayatı olmuş ne yazık ki… 7-8
yabancı dil biliyormuş. Kadın yazar ve şairlerin az olduğu, olanların da takma
erkek ismi kullandığı bir dönemde cesaretle gerçek adıyla yazmış. Günlükleri
de olan Nigâr Hanım, Osmanlı feminizminin önemli bir parçasıymış:
Feryâd
Feryâd ki feryâdıma imdâd edecek yok
Efsûs ki gamdan beni âzâd edecek yok
Te’sîr-i muhabbetle yıkılmış güzel ammâ
Virâne dîli bir dahi âbâd edecek yok.
*****
Sonra da, Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı adlı esere uzanıyor parmaklarım.
Kitabın bir yerinde “Tarihin sırları zaman geçtikçe daha net bir şekilde ortaya
çıkar. Tarihi vakaları yazma usulü, tarihin öyle goncalarıdır ki, vakit geçtikçe
açılır ve kendini gösterir” diyen yazar Fatma Aliye Topuz (1862-1936),
Osmanlı’da ilk Türk kadın romancı. Kendisi aynı zamanda çevirmendi, kadın
sorunlarına değiniyordu yazılarında… Roman, biyografi, felsefe, tarih
türlerinde eser üretiyordu. Elimdeki romanda, resmî tarih tezlerine muhalefet
ettiği için, edebiyat dünyasından dışlanmış. 2009 yılında tedavüle sürülen 50
Türk Lirası banknotlarının arka yüzünde bu değerli yazarın portresi bulunmaktadır.
Levayih-i Hayat adlı eserinden bir alıntı:
“Sözlerinizde haksız değilsiniz, fakat onu anlayamayacak insanlara söylediğiniz için yanlış yaptınız..”.
Udi adlı yapıtında ise yazar: “Erkeklere ait olarak görülen kurumsal alanda
kadının yer alabilmesi, ancak kadının cinsiyetsizleştirilmesi ile mümkün olabilir…” der.
*****
Şimdi karşımda kendiyle barışık, zeki ve aykırı kadın Mîna Urgan (1915-
2000) var… Sayesinde okurlarına yeryüzünde uygar bir yolculuk yaptıran Bir
Dinozorun Gezileri adlı yapıtını alıyorum raftan… Sayfaları çevirirken şu cümleler gözüme ilişiyor:
“Beyaz soydan kişiler, kara ya da sarı ırktan kişilerle sürekli evlenip çocuk yapsalar, dünyanın en çirkin baş belâlarından biri olan ırkçılık ortadan yok oluverir.”
“Buraya eğlenmek için geldiğime göre, mutlaka eğlenmek zorundayım’ düşüncesi bile, sahiden eğlenmenizi engellemeye yeter.”
“Bizlerin başlıca iki kusurundan biri yaşama sevincinden yoksun olmamızsa,
ikincisi de doğa sevgisinden yoksun olmamızdır bence. Çoğumuz, küçük
mutluluklara sıkı sıkı kapatırız benliğimizin kapılarını. Neşeli insanları sulu
sayarız. Dertlenecek bir neden bulunmayınca bile, hep dertliyizdir genellikle.
Doğanın güzelliğini görmeye de pek meraklı değilizdir.”
15 yaşındayken, Ankara Palas’ın balo salonunda Atatürk ile dans etme mutluluğuna erişmiş olan Mîna Urgan, İngiliz edebiyatı profesörü, yazar, filolog ve çevirmendi.
“Çalışmak değil, stres altında çalışmaktır insanı mahveden…”
“Herkesin aşk acıları vardır; benim dostluk acılarım oldu…” der Bir Dinozorun Anıları’nda.
*****
Gözlerim, çok sevdiğim Gülten Akın (1933-2015) eserlerinden birine takılıyor:
İzlediğimiz Sular. Kitabın kapanışında yer alan şiir ‘Büyü’yü okuyorum içimden, gözlerim yaşararak:
“büyü de baban sana,
büyü de
acılar alacak
büyü de baban sana
büyü de
yokluklar alacak,
…”
‘Çağrı’ şiirinde ise: “… Gün uzun türküsünü bitirdi/Karlı dallara yürüdü karanlık/Yalnızlık çekilmez bu vakit/Delirdi denizde yosun, çayda balık/Gel artık” diye seslenen Gülten Akın, şair, avukat ve öğretmendi. Kısmen İkinci Yeni şairiydi ama 1970’li yıllardan itibaren bireycilikten toplumculuğa yönelmişti. Birçok şiiri bestelenmiştir. ‘Deli Kızın Türküsü’ bunlardan biridir.
*****
Günün edebiyat keyfine, yazar ve gazeteci Ayşe Kulin’i (1941 doğumlu)
katmazsam olmaz. Tutsak Güneş’e uzanıyor elim:
“Kader bir yere kadar! Ben size yaklaşacak cesareti bulabilseydim mesela,
belki ikimizin de kaderi farklı olurdu…”
“Çünkü insanlar kendilerine çok acı veren olayları hatırlamak istemezler, beyin
de zaman içinde bunların üstüne bir örtü örter…” cümleleriyle karşılaşıyorum.
Özellikle biyografik eserleriyle, Türkiye’nin en çok okunan yazarlarından biri
olan Ayşe Kulin’in romanlarındaki kadınlar özellikle uğradıkları haksızlıklarla
öne çıkarlar; yazarın amacı, okurun gözüne bu ülkede kadın olma hallerini
sokmaktır.
“Ben boşuna nefes tüketmişim. Sen bari tüketme. Çünkü kimse karşısındakini
dinlemiyor, insanlar doğrularını ve yanlışlarını kendileri bulmak zorundalar…”
der Adı: Aylin başlıklı kitabında.
Veda (Midi Boy)’da “İnsanlar sevdikleri veya mukaddes addettikleri kimselerin
kusurlarına karşı kör olur…” derken yazar ne kadar da haklı!
Kafamda bu son cümleyle dışarı çıkıyorum… Güneş batmak üzere… Sahilde
yürürken, raflardaki yazarların zihnimde beni yalnız bırakmayacaklarını
biliyorum. Başka kitapların satırlarının arasında gezinerek, başka yazarları da
anacağım yine önümüzdeki günlerde…
Nevin Tali Ölçer