Karanlıkta Diyalog

“Sol el duvarda, bastonlar sağda kalacak şekilde duvarı takip edelim lütfen” diyor rehberimiz, ben solum neresi diye düşünüyorum. Hareket etmeyip durunca arkadaki bana çarpıyor, benim elim ayağım birbirine giriyor.

Biraz dağınık bir başlangıç yapmış olabilirim ama yavaş yavaş toparlandım ve karanlıkta tango bile yaptım. Tabii ki benim gibi sakar biriyle değil…

Karanlığın içinde görülmeyeni deneyimlemek, biraz konfor alanının dışına çıkıp panik olmak, biraz çevrendeki deneyimli rehbere güvenmek, biraz keşif, biraz empati, biraz da çözüm çabaları bu ziyaretin sebebi.

Andreas Heinecke’in başlattığı –iyi ki de bu farkındalığı başlatmış- Karanlıkta Diyalog dünya üzerinde 130’dan fazla kentte 8 milyondan fazla insanın hayatına dokunmuş.

Bundan beş yıl önce yine Karanlıkta Diyalog etkinliği deneyimim sonrası Kadıköy Belediyesinde Görme Engelliler Kütüphanesi’ne çocuk kitapları seslendirmiştim.  O zamanlar küçük oğlumu, yaşı itibari ile bu etkinliğe götürmemiştim ama ağabeyinin ve benim anlattıklarımızdan o kadar etkilenmişti ki evde gece ışıkları kapatıp ona kendi ortamında karanlıkta diyalog yapmıştık.

Düşünsenize kendi evimizde, eşyaların yerini bildiğimiz halde bile gece ışık yakmadan yürümeye çalışırken sağa sola çarpıyoruz. Bir de evdekilere söyleniyoruz.  Kimin terlikleri bu odanın ortasında? Oğlum okul çantanın yeri burası mı? Bu sehpayı kim koydu buraya?

Bizler kendi konfor alanlarımızda bile minik tatsız sürprizlerle karşılaşırken her gün dışarıda bir çok görme engelli sokaktaki sürprizle nasıl başa çıkıyor dersiniz? Her yeni bir gün, yeni bir mücadele onlar için…

Acaba, tüm belediye çalışanlarının, çevre planlamacılarının ve mimarların bu etkinliği deneyimlemesi bir şeylerin değişimi için küçük bir adım olabilir mi?

***

Bugün yeniden, bu sefer iki oğlumla birlikte görülmeyen İstanbul’u deneyimlemek için Karanlıkta Diyalog’dayız.

Etkinlik boyunca görme dışındaki duyularımın bana yol göstermesini bekliyorum, panik duygusunu yenmeye çalışarak. Sonunda şunu fark ettim, karanlıktaki İstanbul deneyimimiz boyunca hep çocukların yerlerini kontrol ettim, elimle onlara dokundum, emin oldum rahat ve güvende olduklarından. Aslında kendini güvende hissetmeyen bendim, endişe düzeyim artmıştı.

Küçük oğlumun bu deneyimi oyuna çevirmiş ve eğleniyor olmasından rahatsız mı olmuştum? Yoksa her şeyin kontrolüm dışında gelişiyor olması mıydı beni gergin yapan? Kim bilir?

Benim gerginliğimi hissetmiş olan rehberimiz Harun Bey’in “Aslında çocuklar zorluklarla baş edebilmede daha başarılılar. Biz ise, ‘acaba ne yapar?’ diye onlar adına da endişeleniyoruz” demesi hâlâ kulağımda.

Gezimizin bir etabında Diyalog Kafe’de bildiğimiz tatları farklı algılarken, deneyimlerimizi paylaşıyoruz. Her birimiz potansiyelimizi ve limitlerimizi yeniden tanımlamaya çalışırken buluyoruz kendimizi.

Yaptığımız küçük sohbetlerden Harun Bey’in tango yaptığını, satranç oynadığını ve sosyoloji bölümü öğrencisi olduğunu öğreniyorum. Sinema filminden bir sahnenin, -Tango müziği eşliğinde dans sahnesinin- betimlemeli halini dinlerken, Harun Bey’in profesyonel yönlendirmesiyle karanlıkta yürürken bile eli ayağı dolaşan ben -her ne kadar beceremesem de- dans etmeye çalıştım. Bu müthiş deneyim için çok teşekkürler…

Bir de bize sürprizi var, Harun Bey’in. Kendisi, Turkcell’in Engel Tanımayanlar reklamında Tango yapıyor. Eşlerden biri müziği görebiliyor, diğeri dansı duyabiliyor.

Aslında engelleri biz yaratıyoruz hayatımızda…

Hepimizin, anlayışla, nezaketle ve sevgiyle paylaştığımız hayat yolu açık olsun.

Sevgiyle Kalın

Hüma Oktay

Meraklısı için NOT: Aralık 2013’den bu yana Karanlıkta Diyalog ve Ocak 2016’dan bu yana Sessizlikte Diyalog etkinlikleri Gayrettepe Metro’da Turkcell Diyalog Müzesinde, görülmeyeni duymak, duyulmayanı görmek için devam ediyor.

Önceki İçerikBoş Biberon, Hiç Dolmamış
Sonraki İçerikİlişkilerde İletişim Atölyesi
Hüma Oktay
Bir işletme bölümü mezunu olarak kurumsal hayattaki misyonumu tamamlayıp artık özüme döndüm. Yazarak yaşamaya... Hayat boyu bitmeyen bir öğrenme arzusu çok kitap okumaya ve kitapların yayına hazırlanması sırasında işin mutfağında olmaya yöneltti beni. Bazen görme engelliler için kitaplara ses verdim, bazen basılmadan önce kitapları çocuklarla birlikte irdeledim. Böylece çocuklar için eğlenceli kitaplar yazma serüvenim başlamış oldu. Her kitap yaşamımda bir iz bıraktı. Kafka’nın Dönüşüm’ü beni Prag’a sürükledi, Gülşah Elinkbank’ın Yalancılar ve Sevgililer’i Romanya’ya... Antoine de Saint-Exupéry’in Küçük Prens’i beni koleksiyoner yaptı, Orhan Veli’nin Şiirleri benim de duygularımı şiir ile ifade etmeme vesile oldu. Kitaplar ve seyahatler yeni şehirleri, yeni kültürleri ve yeni yazıları da beraberinde getirdi. Bu seyahatlerdeki yol arkadaşım kardeşim Baobab ve ben Albatros 2013 den bu yana kendi web sitemizde yazmaya başladık. Etkilendiğim kitaplar, doğal yaşam, geri dönüşüm, çocuklarla iletişim, çocuklarla hayata dair kaleme aldığım konuları 2015’den bu yana Martı Dergisi’nde paylaşıyorum. Dünyanın geleceğini bugünden görmek isterseniz bir eliniz çocuklara bir eliniz toprağa dokunur olsun... Sevgiyle kalın daima... Hüma Oktay