Vicdan: İnsanda iyiyi kötüyü ayırt eden, iyilikten huzur, kötülükten azap duymasına yol açan, davranışları hakkında âdil bir yargıya iten duygu.
Feryat: Yüksek sesle ve kuvvetle bağırma, bağırtı, haykırış, çığlık, âvâze, figan. İmdat isteme, yardım dileme, inleme.
Lanet: Karşıdakinin bu af ve merhametten mahrum kalmasını dileme, beddua etme, ilenç. Allah’ın rahmetinden, af ve merhametinden mahrum olma.
İsyan: Karşı gelme, itaatsizlik etme, baş kaldırma.
Şehit: Allah yolunda ve din uğrunda savaşırken ölen kimse. Vatan, millet, kutsal bir amaç ve görev uğrunda ölen kimse (Kelime bu anlamı Türkçede kazanmıştır).
Acı: Tadı ağızda yakıcı bir etki bırakan, dille alınan duygulardan tatlının karşıtı olan. İnsanda üzücü bir etki bırakan, dokunaklı, hüzünlü. Izdırap verici, üzücü. Şiddetli, sert, keskin.
Zulüm: Adalete aykırı davranma, hak edene hakkını vermeme, haksızlık, adâletsizlik. Eziyet, cevr, cefa.
Hain: Hıyanet eden, sadakat göstermeyen, güveni kötüye kullanan (kimse). Eziyet etmekten, karşısındakini üzmekten, zarar vermekten hoşlanan kötü ruhlu (kimse)
Yas: Ölüm veya çok büyük bir felâketten duyulan acı ve bu acıyı belirtmek üzere yapılan şeyler, matem.
Yangın: Bir şeyin yanmasından ileri gelen ve etrafa yayılıp zarara yol açan büyük ateş. Gönülde uyanan ve insanın bütün benliğini kaplayan güçlü duygu, arzu, istek, ıztırap.
Çocukluğumun Türkçe derslerinde, öğretmenin seçtiği bir öğrenci tarafından tüm sınıfa edebi bir metin veya okuma parçası okutulur, sonrasında da o metinle ilgili sorular, sınıfa sorulurdu. Konunun teması, ana fikri çıkarılırdı. Devamında, okuma metninde geçen farklı kelimelerin anlamları sözlüklerden araştırılır ve daha iyi öğrenilmesini sağlamak için cümle içinde kullanmamız istenirdi. Bazı sözcüklerde zorlanırdık. Kitapları karıştırır, örnek bulmaya çalışırdık. Ama çoğu zaman kullanırdık da. Hatta birkaç kelimeyi aynı cümlede kullandığımız da olurdu.
Sonra büyüdük. Anlamına hayli yabancı olduğumuz kelimeler, hayatlarımızın tam ortasına yerleşti. Sınıfta yüksek sesle okuma parçası okuyan arkadaşın yerini, televizyon haberlerindeki ‘son dakika’lar aldı. Haber spikerinin yüksek sesle okuduklarına kulak kabartır olduk. İnternet sitelerindeki ‘sıcak gelişmeler’, en çok atılan tweetlerle yarışır oldu. Bilmediklerimizi öğrenmek için, TDK’nın sözlüğü yerine, ‘ekşi sözlükte’ arama yapar olduk; Sosyal medya hesaplarındaki haber akışımızı yine ‘kelimeler’ ile güncelledik.
Ne mi yazıyorduk?
#Lanetliyoruz
#Yastayız
#Hainsaldırı
#Acımızbüyük
#Şehitlerölmez
Ve bu kelimelerin hepsini, farkında olmadan aynı cümlede kullanıyorduk artık:
“Hain saldırıda şehit olanların aileleri acı içinde isyan ediyor, teröre lanet yağdırıyordu…”
Ya da
“Ölenlerin yakınları ‘Sizin vicdanınız yok mu’ diye feryat ediyor. Yürekler yine yangın yeri..”
Bu cümleleri en son bugün kullandık. Yani 1 Ocak’ta. Yani yeni bir senenin ilk gününde, ilk saatlerinde… Ne kadar da yakın öyle değil mi?
Eskiden, TRT’de yılbaşı programı beklenirdi. Birçok sanatçı da o akşam izleyici karşısına görücüye çıkardı. 1 Ocak sabahlarında piyango alınmışsa, gazeteden tek tek şanslı numaralar taranır, televizyonlar önce yeni senenin dünyaya gelen ilk bebeklerinin haberini verirlerdi. Akşam misafir gelmiş, yemek fazla kaçmışsa, biraz hazımsızlık problemi çekilirdi. Maden sodası içince geçerdi. Canımız, yılbaşı sokak kutlamalarındaki magandalara, tacizcilere sıkılırdı sadece… ya da üst kat komşunun oğlunun yüksek sesle çaldığı müziği kesmemesine…
Çok şey değişti. Çok değiştik…
Aslında bunları yazmak değildi niyetim. Güzel dileklerden, olumlu temennilerden bahsedecektim. Ancak son bir yılın muhasebesini yapınca da, acının ne kadar çok hayatımızda olduğunu fark ettim. Acı hayatımızda olunca da, onunla birlikte sabrın, cefanın, dayanma gücünün de olduğu görmezden gelemedim.
Farkında mısınız, sosyal medya hesaplarında artık rengarenk profiller, cıvıl cıvıl paylaşımlar yerini siyah ekran karartmalarına bıraktı. Telefondan veya bilgisayar ekranından bakarken, normalde dayanamayacağımız görüntüler, gözlerimizin önünden hızla akıp geçiyor. Teröre lanet yağdırıyoruz, şehitleri uğurluyoruz, geride kalan yarım hayatlara ağlıyoruz.
Dayanmaya çalışarak güçleniyor muyuz yoksa mekanikleşiyor mu? Bu hıza yetişmeye mi çalışıyoruz, yetişirken bir şeyleri mi yitiriyoruz? Tüm bu olan bitene çok yoruluyoruz…
Ve hep aklımda o en korktuğum soru: Alışıyor muyuz yoksa?
Acıyla yaşamaya alışmak değil bu kastettiğim.
Terörle yaşamak… Her an her yerde bir şey olabilir korkusu. İşe gitmek istememe, çalışmaya üşenme, koşa koşa eve gitme…
Zaten amaçlanan da bu. Toplumdaki algıyı korku algısına çevirmek, insanımızın psikolojisini çökertmek… Bununla yetinmeyip, inanan inanmayan, Türk ve öteki ayrımı yaratmak, ortalığı bununla ateşleyip, herkesi birbirine düşürmek…
Uzman doktorlar, hepimizin bir travma yaşama riski altında olduğundan ve bir şekilde bu sürecin içine dahil edildiğimizden bahsediyor. Çünkü terör, korku ve dehşet saçmak amacıyla insan eliyle yapılmış yıkıcı ve ağır bir travma olduğu için, toplumun güvenlik algısını bozuyor. Teröre maruz kalanların algılarını bozmasının haricinde, onların yakınlarının, bu olayları televizyonda izleyenlerin hatta o haberleri yapan gazetecilerin de etkilendiği bir süreç. Bu yüzden hepimiz bu tramvayla yüz yüze geliyoruz bu günlerde. Zaten, terör de bunu amaçlıyor. Biz bu korkuya kapıldığımızda onun ekmeğine yağ sürmüş oluyoruz. Bizi bu durum, uzmanların söylediğine göre, iki şekilde etkiliyor: İlk aşamada korku, panik, endişe, uyku ve kaygı bozukluğu gibi haller yaratıyor. Her terör olayı mağduru, bunları yaşamasa da, yaşadığı olayın şiddetine bağlılığı, yakınlığına ve kişilik özelliklerine göre değişebiliyor.
Hepimiz çok etkileniyoruz muhakkak. Ama bu sürece alışmamalıyız. Alışmayacağız.
Birlik ve beraberlik içinde hareket etmek lazım şimdi.
12 ay sonra, 2017’yi uğurlayacağımız zamanda, cümlelerimizde bu kelimeler olsun:
#Umut
#Gelişme
#Gelecek
#Barış
#Güçlü
Ve şöyle seslensin bu kez haber spikeri: “Ülkemiz için önemli gelişmelerin yaşandığı şu günlerde, ne kadar güçlü bir millet olduğumuzu bir kez daha kanıtlamış olduk.”
Zeynep Kıyak