La La La ezgileriyle başlayan masalların tüh tüh tüh yakarışlarıyla bitmesine alışkın kadınlar olduk.
Şarkılar, diziler, hatta çizgi filmler bile kadını tekrar tekrar eve kilitlemeye devam etti. Yıllar geçti yetişkin olduk, okuduk, çalıştık, evlendik ve o anahtarı elimize aldık. Gücümüzü elde ettiğimizi düşünürken, kendimizi başka bir kapıdan içeri kilitlemeye başladık. Cesaretten vurulduk. Kadın olarak yaşarken toplumsal normlara ve diğerlerinin fikirlerine yenildik yine. Ruhumuzu, ne istediğimizi, neyi sevdiğimizi unuttuk. Bir yazarı okurken, yazarın ruhunu hissetmeyi unuttuk. Kendi ruhunu yaşayamayan bir kadın, bir kitabı ne kadar nesne olmaktan çıkarabilir.
Toplumsal normlardan dolayı ruhunu hissedemeyen kadının sıkışmışlığını, kadın yazarlarda da görüyoruz. Bunun en güzel örnekleri; Sevim Burak, Tezer Özlü, Leyla Erbil, Latife Tekin ve Aslı Erdoğan’dır.
Yaşadıkları toplumun normlarına göre içeride ve dışarıda yer alamamış olmaları, onların ‘yabancı’ olarak tanımlanmasına yol açmıştır. Burada söz edilen yabancılık, topluma yabancı olmak değildir. Aksine, toplumun yaşadığı travmaları edebiyata aktarmayı başarmaktır. Toplumun genelinde olan yaşayış algısından kaynaklanan farklılıklar, yurt dışıyla kurulan düşünsel bağlamda oldukça ilişkilidir.
Sevim Burak
İkinci öykü kitabına adını veren “Afrika Dansı” öyküsü, hastanede yatan bir kadını ve ona hükmetmeye çalışan bir makineyi konu alır. Kadına acı çektirip pes etmesini isteyen bir makine, ataerkil toplumu temsil eder. Kadın makineyi anlamaya çalışırken şu sözleri kullanır:
“Kim bu! Bir makine mi gizli bir yönetici mi yoksa gizli bir güç mü düş gören biri mi bir aşık mı bir erkek mi?”
Ataerkilliği temsil eden makine, kadını şekillendirme göreviyle donatılmıştır. Kadın-makine ikiliğinde kadın, tedavi edilmesi gereken zihin ve bedeni temsil eder. Makine ise sert ve baskıcı erkek rolünü üstlenmiştir. Öyküde yer alan bir başka zıtlık ise Afrika’nın çağrıştırdığı doğa ile makinenin modern dünyadaki yeridir.
Tezer Özlü
“Öğretmen anne babanın, Müslüman mahallerindeki dar evlerin, kilise okulunun Katolik havasının, düşüncelerimizle bağdaşmayan çılgın sayılacak rahibelerin davranışlarının, öteki öğretmenlerin, öğrenmenin, düşüncelerimize yön verecek bir akım olmayışının, kavranması istenen önümüzde bekleyen tüm yaşamın sıkıntısı var.”
Katı okul kurallarının aksine dışarıda kendisininkine hiç benzemeyen bir dünya vardır. Bu nedenle anlatıcı kendini sokaklara atmak ister. Oradaki canlılığı görür, dış dünyaya açılan kapının orada olduğunu görür. Gitme teması Tezer Özlü’nün tüm eserlerinde karşımıza çıkar. Çocukluğundan itibaren bir yerden uzaklaşmak, gitmek ister. Gitme isteği, aidiyetten uzaklaşmaya yol açar. Yazarın alıntısındaki durum, topluma ve dünyaya yabancılaşmayı anlatır.
Leyla Erbil
“Hastalığımın adı Langerhans. 1800’lerde bulunmuş çok nadir bir hastalık. Kadınlarda milyonda bir rastlanıyormuş; nedeni pek bilinmeyen bir hücre hastalığı. Ama ben nedenini biliyorum: Dünyaya gelmemle birlikte karşılaştığım ve ömrümce seyretmek zorunda bırakıldığım vahşet, haksızlıklar, insanlığın ödediği bedel, işte bu. Nasıl Baudelaire’i çıldırtan kapitalizmdir dedilerse de beni hasta eden de acı ve mutsuzluk.”
Hastalığının sebeplerini toplumda ve ruhundaki yansımasında arayan Erbil’in yazarlığında da aynı yaklaşım vardır. Kendi iç dünyasıyla ilgilenen karakterleri konu aldığında, iç dünyanın toplumla olan ilişkisini her zaman ortaya koymuştur. Toplumun bilinçaltında bastırılan travmatik olaylar aniden metinde ortaya çıkar. Bazen gazete küpürü, bazen kopuk bir hatıra olarak karşımıza çıkar.
Aslı Erdoğan
“Mesela yazmak bir tanıklık mı? Dış dünyada şiddetin karşısında yazarın yaptığı tanıklık aslında bencilce bir eylem mi, yoksa öteki için yapılan bir eylem mi? Ötekine anlatmak kendi acından seni kurtarmak için mi, yoksa daha çok, kendi acınla yüzleşmek için mi?”
Aslı Erdoğan’ın eserlerinin temel bileşeni acı olduğu için, eserleri karamsar olarak nitelendirilir. Kitaplarında, iç ve dış dünya arasında çatışma ve etkileşim kurulmuştur. Dış dünyada yansıtılan şiddeti yazmak yerine beden üzerindeki izlerinden bahseder.
Duygularını, cesaretini, hayata olan bağlılığını yitiren kadın, bir noktada güçsüz düşmektedir. Kendini sadece ekonomik ve statü olarak güçlendirmeye çalışan kadın, bu şekilde gücünü yitirmeye başlar. Ne olduğunu unutan kadının, artık tek kurtarıcısı kendini yeniden tanımak ve yaşamaktır.
Kendin ol,
Duygularını hisset,
Düşüncelerini tanımla,
Fikirlerini harekete geçir,
Harekete geçirdiklerine odaklan,
Odaklan, harekete geç, düşün, hisset,
Kendin ol.
Unutma: Sorun Saçın Değil, Sorun Kadın!
Dilan Şatır