Köln’de geçirdiğim bir ayda gezip gördüğüm yerleri bütün ayrıntılarıyla olmasa da can alıcı noktalarıyla siz değerli Martı Dergisi okurlarıyla paylaşmaya çalışacağım. Köln merkezdeki gezilerimden kalanlarla başlayalım o zaman.
Eau de Cologne yani Köln Suyu, yani bildiğimiz kolonyanın anavatanı Köln. Almanya’nın 16 eyaletinden biri olan Kuzey Ren-Vestfalya sınırları içerisinde yer alan dördüncü büyük kenti. Ren Nehri’nin ikiye böldüğü şehir, hem ziyaret edene hem de içinde yaşayana denizin yokluğunu aratmıyor. Türk nüfusu başta olmak üzere birçok farklı ulustan insanın yaşadığı Köln, ulaşım, kültür-sanat ve eğlence aktivitelerinin zenginliği ile gezginlerin ilgisi çekiyor.
Köln’ün II. Dünya Savaşı’ndan sonra yaralarını sarıp gelişmesinde yurt dışından gelen göçmen nüfusun payı büyük olmuş. Şehrin hem yeniden inşasına hem de sanayi olarak kalkınmasına katkı sunanlar arasında gurbetçilerimizin de büyük payı var. Ailece kentte geçirdiğimiz bir aylık tatili yaklaşık 55 yıl önce çalışmak için gelen ve Köln’nün Brauweiler Köyü’ne yerleşen –bizim köylere pek benzemediğini belirtmeliyim- akrabalarımızın yanında geçirdik. Özellikle ilk gelenler hala hem geride bıraktıkları ailelerine yaptıkları katkılardan hem de Almanya’nın gelişimine sundukları katkılardan, kimi zaman gururla kimi zaman da bütün bir ömrü yabancı bir memlekette geçirmenin iç sızısıyla söz ediyorlar.
Köln’e gitmeyi düşünüyorsanız rahat rahat gezebilmek için baharda ya da yazın gidin. Yaz ve kış iki farklı mevsimde de kenti ziyaret etmiş biri olarak ikisinin tadının farklı olduğunu söylemeliyim. Eğer soğukla aranız iyiyse Köln’ü gezmek kışın da keyifli. Öte yandan yaz, artık eski yaz değil Avrupa’da, havalar daha sıcak gidiyor. Bu yaz Almanya, mevsim normallerinin üstünde aşırı sıcak bir yaz geçiriyor. Ülkede sıcaklık ilk kez Temmuz’un son haftasında 42 derecenin üstüne çıktı. Kent ve kentli ise bu türden bir sıcaklığa hiç mi hiç hazır değildi. Aşırı sıcaklar nedeniyle özellikle yaşlılara evden çıkmamaları çağrısı yapılırken sıcak hava dalgası Alman siyasetinin gündemine de girdi. Muhalefetteki Yeşiller Partisi 30 derecenin üstündeki sıcaklıkların bazı kişiler için tehlikeli olabileceğine işaret ederek çalışanların haklarının genişletilmesi talebinde bulundu. Büro çalışanları için “evde çalışma hakkı”, açık havada çalışan kişiler için de “sıcaktan uzak kalma hakkı”nın sağlanması isteyen Yeşiller, “Sıcaklığa Karşı Eylem Planı” adı altında topladığı önerileri Federal Meclis’e sundu. (1)
Avrupalının sıcakla imtihanını bir kenara bıraktıktan sonra şunu belirterek yazıma devam edeyim. Kentte gezip görülecek çok fazla yer, takip edilecek çok fazla aktivite var. Haliyle bu yazıda gezip gördüğüm yerler üzerinden bir hafta sonuna rahatlıkla sığdırabileceğiniz bir gezi rotası sunacağım.
Hohe Caddesi
Eski Kent içerisindeki caddenin tarihi Roma dönemine kadar uzanıyor. Şehrin en eski ve işlek caddesi olan Hohe Strasse, alışveriş meraklılarının oldukça hoşuna gidecek bir yer. Zira Ren Nehri’ne paralel uzanan Hohe Caddesi üzerinde dünyaca ünlü markaların mağazalarının yanı sıra uygun fiyatlı hediyelikler satan dükkânlara rastlamak da mümkün. Oğlumun oyun merakı yüzünden kaldığımız bir ay içinde en çok gezdiğimiz cadde oldu. Alışveriş yapma telaşına düşmesem de oralara kadar gitmişken sokak lezzetlerini tatmak istedim. Avrupa kentlerinin olmazsa olmaz sokak lezzetlerinden Belçika usulü (Pommes Fritten) patates kızartmasını 2 Euro ödeyerek denedim. İsteyene değişik baharatlarla ve soslarla tatlandırılmış sosis-patates seçeneği de var. Cadde üzerinde ayrıca külahla dondurma alıp yolunuza devam edeceğiniz dondurma dükkanları, tekerlekli arabasındaki mevsim meyvelerinden karışık meyve bardağı hazırlayan seyyar satıcılar da yer alıyor. Ziyaretim süresince kullandığım tramvay durağından aşağıda yer vereceğim çoğu mekana ulaşmak için en çok yürüdüğüm caddelerden biri Hohe Caddesi oldu. Ayrıca cadde üzerinde yer alan ve kentin en eski ve yaygın pastanelerinden biri olan Merzenich’ten yayılan pasta ve kahve kokuları da sizi küçük bir molaya ikna etmek için yeterli oluyor. Biz Ludwig Müzesi’ni gezmeye başlamadan sabah kahvaltımızı burada ettik. Sandviçleri istediğiniz malzemeden küçük sandviç ekmeklerine hemen orada taze taze hazırlıyorlar. Müze gezisi uzun olacağından ardından da tatlı yiyip öyle kalktık. Elmalı tatlıları oldukça lezzetliydi. Berliner isimli tatlı ekmekleri ise hem uygun fiyatı (1.90 Euro) hem de elde yeme kolaylığı nedeniyle cadde sakinlerinin en çok tükettiklerinden.
Köln Katedrali (Kölner Dom)
Almanya’nın ikinci, dünyanın üçüncü büyük kilisesi olan Kölner Dom, 7000 metrekare alana inşa edilmiş. Dom Katedrali 157 metre yüksekliğiyle neredeyse kentin her yerinden heybetiyle sizi selamlıyor. Söylediğimi abartılı bulanlar için şunu belirtmeliyim ki kaldığım Brauweiler köyünden yaklaşık12 km mesafeden de ünlü kulelerini gördüm. 1248 yılında inşaatına başlanan ama bazı aksilikler sebebiyle ancak 632 yıl sonra tamamlanan Köln Katedrali 1880’den beri ziyaretçilerini kabul ediyor. Şu sıralar restorasyon nedeniyle geziye kapalı olan Katedralin dışında tarihiyle ilgili küçük bir Açıkhava Sergisi yer alıyor. Daha önceki ziyaretlerim sırasında kuleye çıkmış ve yeni yıla denk gelen gezim sırasında kilisenin içini de gezme şansım olmuştu. Oldukça dar ve uzun bir merdiven yolculuğuyla tepeye ulaştığınızda sizi şahane bir Köln manzarası bekliyor. Katedralin içi de dışı kadar güzel. Vitraylar, heykeller, sütunlar… Katedralin alt katında hazine dairesini ve mezar odasını da gezebilirsiniz. Yine çıkıştaki Müze Dükkanından isterseniz Katedralle ilgili küçük hediyelikler alabilirsiniz.
Roma-Germen Müzesi
Dom Katedrali’ne yürüyerek birkaç dakika uzaklıktaki Roma-Germen Müzesi, şehrin üzerine kurulduğu Roma yerleşimine ait arkeolojik eserlere ev sahipliği yapıyor. 1974 yılından itibaren şu anki binasında ziyaretçilerini ağırlayan müzedeki eserlerin tarihi paleolitik döneme kadar uzanıyor. Pazartesi hariç haftanın her günü ziyaret edilebilen müzede Roma döneminden cam ve seramikler, Germen döneminden mücevherler ve anıt mezar görülmesi gereken eserler olarak öne çıkıyor.
Ludwig Müzesi
Roma-Germen Müzesi’nin biraz ilerisinde yer alan Ludwig Müzesi, çikolata üreticisi Peter-Irene Ludwig’in kişisel resim ve üç boyutlu eser koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor. Wallraf-Richartz Müzesi’nden bağımsız olarak 1976 yılında açılan müzede sergilenen eserler arasında Dali, Picasso, Warhol, Lichtenstein, Mondrian ve Yves Klein gibi pek çok ünlü sanatçıya ait eserler yer alıyor. Almanya’nın önde gelen koleksiyonlarından bazılarına ev sahipliği yapan Ludwig Müzesi, modern ve çağdaş eserlerin sergilendiği büyüleyici bir yer. Şehre gelenlerin uğrak yeri olan müze, 10.00-18.00 saatleri arasında pazartesi hariç haftanın her günü açık tutuluyor. Her ayın ilk Perşembe günü de akşam saat 22:00’ye kadar gezilebiliyor. İsteyen fazladan 2 Euro verip sergileri Almanca, İngilizce ve Türkçe olarak rehber eşliğinde gezebilir. Ayrıca bir süredir 1995 yılından beri Almanya’da yaşayan ressam ve sanat terapisti Hasan Hüseyin Deveci eşliğinde Türkçe ve Kürtçe özel gezilerde düzenleniyormuş. Müzenin giriş ücreti öğrenci için 11, yetişkin için 13 Euro.
Geçici ve sürekli sergilerin yer aldığı müzede 13 Temmuz’da “Familien Bande” (Aile Bağları*) isimli bir sergi açıldı. Ben de gezimi o güne ayarladım. Berlinli koleksiyoncu Alexander Schröder, 1990’lı yıllarda Köln’de oluşan yeni sanat ortamını takip ederek, bu dönem eserlerinden seçici bir bakışla oluşturduğu koleksiyonunu Ludwig Müzesine bağışlıyor. İşte; bağlılık, sadakat, işbirliği, ittifak, aile gibi kavramlar üzerinden ‘aile bağlarını’ bizi yeniden düşündüren Familien Bande sergisi bu koleksiyondan seçilen eserlerden oluşuyor. Sergi 29 Eylül’e kadar açık kalacak.
İstanbul Modern’den sonra ilk kez 6 saat boyunca müze gezdim. Türkiye’ye getirilmesine rağmen şimdiye kadar eserlerini görmemiş olduğum Dali, Picasso ve Warhol’un eserlerini görmek ve yeni sanatçılarla tanışmak için de bir fırsat oldu. Mola için müzenin alt katındaki cafe-restorana gittik. Bunun için biletinizi sonuna kadar saklamayı ihmal etmeyin ki tekrar giriş yapacağınız zaman sıkıntı yaşamayasınız. Burada da sevimli ve renkli bir karşılaşma yaşadım. Bütün masaları canlı şakayık çiçeği süslemişti. Çocukluğumun en sevdiğim kır çiçeği olmasının yanı sıra yaşadığım kentin önemli endemik türlerinden biri. Öyle ki Mayıs ayında Antalya’da şakayık yayılma alanına turlar düzenlenmeye bile başlandı…
Seher Özen Karadeniz
08.08.2019
devam edecek.