Korkular çok büyük yaratıcılardır. İstek ve hayallerimizden daha hızlı, çabuk ve güçlü sonuç verirler.
Evet, şüphelerimiz ile harekete geçen ve yerleşen korkularımız. Kimin? Bizim.
Korkunun seni bir kere bile olsa ele geçirmesine izin verirsen, içine yerleşerek tüm yaratıcılığını elinden alır. Tahmin bile edemezsin yaptıklarını…
İşinden eder adamı. Eşinden eder adamı. Sevgiyi kaybettirir. Kendi kendinin efendisi olma imkânını alır senden. Özgürlüğü alır. Bağımlı, köle hale getirir.
Bir durumdan korkmak, kesinlikle o korkunun gerçekleşmesini sağlamak anlamına gelir. Korkular, kısa bir zaman aralığında gerçekleşerek, somutlaşır. Biz ise başlarız “dış dünya” diye suçlamaya, kendi korkularımızın bizi esir almasının karşılığında.
Çocuğun ile ilgili korkuların mı var? Emin ol, gerçek olur.
Eğitimin ile ilgili korkun mu var? Emin ol, gerçekleşir.
Başarma korkun mu var? Emin ol, başaramazsın.
Fakirlik korkun mu var? Emin ol, fakir kalırsın.
Yaşlılık korkun mu var? Emin ol, yaşlanacaksın.
Kaza, belâ korkun mu vardı senin? Kesin…
Ve en önemlisi ölüm ve kaybetme korkun mu var? Kesin ölür ve kaybedersin.
En güçlü korkumuz, ölüm ve kaybetme korkusudur hayatta.
İnsan aşırı bağlılığın oluştuğu tüm durumlarda, başka bir değişle bir şeye sahip olmaya çalıştığı zamanlarda, kaybetme duygusunu da yaşamaya başlar.
Çocuklarımızı, ana babamızı, eşimizi, ailemizi, paramızı, malımızı, sağlığımızı. Vücudu, güzelliği, gençliği kaybetmekten korkarız.
Kaybetme korkusu başlayınca, kaybedişler de başlar ve ardından daha kötü bir duygu platformuna geçilir. Aşırı bağlılık ve “Her şeyi senin zannetme” duygusu, kaybetme korkusu ile kardeştir. Birbirlerini bozarlar. Bunun için aşırı bağımlı duygular, zarar verir.
Kaybeder, üzülürsün.
Kaybeder, öfkelenir, kızarsın.
Kaybeder, nefret eder, suçlarsın.
Kaybeder, öldürürsün.
Oysa dünyada hiçbir şeyin sahibi olamazsın. Sadece sen olabilirsin. Öz benliğini yükseltebilir insan. Kaybetme korkusunu yaşamayan, kaybetmez asla!
Bu dünyaya gelme amacımız; özvarlığımızı, ruhsal varlığımızı yükseltmektir. Biz mala, mülke, paraya, evlâda, eşe tapmaya başlarız oysa. Tapmak demek, kaybetmek demektir. Tapmak demek, putlaştırmak demektir. Tapmak demek, inkâr etmek demektir: Önce kendini, sonra da Allah’ı.
Bu durumda kaybetme korkusunun yerine “Sevgi” ve “Olmak” duygusu konmalıdır. Korkunun yerine sevginin tekâmülü gerekir. Aslında insan, en fazla kendinden korkar.
Korkularımız çok güçlü yaratıcılardır. Tüm korkularımız bir zaman aralığında gerçekleşir ve biz kendi oluşturduğumuz durumu inkâr eder, hep ikinci suçlu ararız. Ona, buna, kadere hatta Allah’a sitem ederiz. Sadece korkarak, yarattığımız sonuçların sebebini, dışarıda ararız.
Dış dünyada korkulacak hiçbir şey yoktur: Dış dünyayı sen yaratıyorsun. Sen korkularından kork ve terk et korkuları.
Hayatın akışına güveniyorum ve kendimi ona bırakıyorum. (Her gün tekrar edin)
Abdurrahman Kansu
selam hocam…
hani demişsiniz ya; …korkular…İşinden eder adamı. Eşinden eder adamı. Sevgiyi kaybettirir.
bu korku öyle hal almışki benden öyle, durumdayım ki, kendi kendimin kabusu, kendi katilim oldum.
umarsızlığın alası oldum…
bi çok anlattıklarınız benim bizzat yaşadıklarımdır!
Ama, yeteri kadar yazınızdan çözüm bulamadım. bu yüzden çözümleme konusunda bir analiz daha yaparasanız.
belkide benim gibi en az bir insanın hayatını kurtarmaya sebep olursunuz.
teşekkürler..