Çocukluk yıllarımızdan hafızalarımıza yer etmiş olan Külkedisi Sindirella masalını bilmeyenimiz yoktur. Masal olmasına masal ama dikkat edilmesi ve incelenmesi gereken birçok noktası var aslında. Bunlardan öncelikli olarak ele alınması gereken, aciz ve kimsesiz olduğu için, külkedisinin “Bir gün prensinin geleceği ve onunla evleneceği” umuduyla yaşamasıdır. Hala birçok genç kız, günün birinde beyaz atlı prensin onu alacağını hayal eder. Buradaki çelişki, aslında bir erkeğin kendilerini günlük hayatın endişesinden kurtarmasını beklemektir. Hatta birçok kadın için, Külkedisi olmak bir nevi varoluş biçimidir. Beyaz atlı prenslerini bekleyen hanımlar, bir gün bir erkeğin kendilerini keşfetmesini hayal eder ve o adamı kaybetmemeyi amaçlar. Kendilerinden her isteneni yaptıkları, yaptıkları işte kusur etmedikleri taktirde, bir gün beklediklerine ulaşacaklarını zannederler. Başka bir deyişle bu hanımlar, bir yerde yaşam enerjilerini, bir erkeğin hayatı içinde var olmak için kullandıklarını çoğu zaman fark edemezler.
Acıdır ki, masallardaki olaylara benzemez gerçekler.
Kadınların çoğu, uğruna yıllarını tükettikleri “beyaz atlı prensleri”ne kavuştuklarında, ilişkileri için verdikleri çabanın sonunda kendilerini mağdur hale gelmiş bulurlar. Masallarda genellikle sefalet ve zorluk içinde olan kızların, bir prensin gelerek onları bulundukları zor durumdan kurtaracakları ve o beyaz atlı prensle mutlu yaşayacakları anlatılır. Bunun sonucunda henüz kız çocuklarının bilinçaltlarında onları kurtaran bir prens ve onsuz mutlu olamayacakları hissi kodlanmaya başlar. İşte bunu 1980’li yıllarda fark eden psikolog Colette Dowling, kadınların bağımsızlık korkusu üzerine bir kitap yazar ve “Külkedisi Sendromu”ndan bahseder.
Kitabın ana karakteri, Külkedisi Sindirella gibi iyi huylu, yardımsever, çalışkan ve güzel olup, her işin üstesinden hakkıyla gelse de, zamanla bir sebeple içinde bulunduğu duruma karşı çıkamayarak, bu durumu kabullenir. Dowling buna “Külkedisi Sendromu” adını vermiştir. Çünkü Dowling’e göre kadınlar, bazen bilinçaltlarında ‘başkaları tarafından bakılma isteği’ içine girmektedirler. Ve bu istek, yaş ilerledikçe artmaya başlamaktadır. Birçok kadın özgüven sorunu yaşayabilmekte, bir erkeğin himayesine gereksinim duyabilmektedir. İşte bu noktada kendileriyle ilgili problemi olan ve bunu bastırarak yaşayan erkekler, onları yücelten kadınlarla huzur bulmuş olmaktadır. Tabii yine masal böyle devam etmez. Burada unutulmaması gereken en önemli şey, her ne kadar erkek, himayesine aldığı kadına bir prenses hayatı vaat etse de, görkemli at arabalarının tekrar balkabağına dönüşeceği ve kadının kendini Külkedisi olarak bulacağıdır. Külkedisi, bu ilişkinin bitmemesi için ödediği bedelden habersizdir. Kaybettiği en önemli şeyin zaman olduğunu anlamaz. Kurtarılmayı bekleyen kadınlar, Sindrella’nın sadece bir masal olduğunu anladıklarında, en verimli yılları geride kalmıştır. Üstelik yerine hiçbir şey koyulamaz halde…
Özetle, Külkedisi sendromu, masallarla büyümüş insanların ve bilhassa kadınların, alt satırlarında “özgürlüklerinin onları kurtaracak bir prense bağlanmış olması” durumudur. Dowling bundan “Gizli özgürleşme korkusu” şeklinde bahseder. Ancak sanılanın aksine külkedisi sendromu, sadece kadınlara özgü bir ilişki biçimi değildir. İşin bir de erkeklerin göremediği cephesi vardır. Erkekler genellikle hayatlarında bir Külkedisi olmasından memnun olurlar, hatta bu durumdan beslenirler. Kadının özgürlüğünü istemeyip, kendilerine mecbur kalarak yaşamalarını isterler, başka bir deyişle kendilerine mecbur halde yaşayan Külkedilerini, egolarına merhem ederler.
Masalda Külkedisi karakteri, kadınların başarılı olmasının yolunun itaatkâr, güzel, çok zahmet çeken, gerekirse kendini kurban eden ve masum görünüşlü olmasından geçtiğinin bir simgesi niteliğindedir. Sosyal normların oluşmasına neden olan bu peri masalları, aynı mutlu sona ulaşamayan kadınlarda güven problemi, anksiyete bozukluğu ve çalışma hayatındaki görevlerini yapamama gibi durumlara sebep olabilmektedir.
İş Hayatında Külkedisi Sendromu
Külkedisi Sendromu, çalışma hayatında da karşımıza çıkan ve birçoğumuzun fark edemediği bir durumdur. Kendimizden beklenenden fazlasını yaparak, gereğinden fazla çalışarak, çok efor sarf ederek ödül beklemek ve tüm bunların karşılığında takdir görmemek, bu sendromun en önemli özelliğidir. İş yaşamında devamlı fazla emek sarf edip, günün birinde Külkedisi gibi ödüllendirileceğini sanmak “Külkedisi Sendromu” olarak adlandırılmaktadır. Bu sendromdaki bir diğer özellik de, Sindirella’nın, tıpkı prensinin onu bulmasını beklediği gibi, çok iyi bir terfi veya zam beklemektir. Bu yüzden de sadece gereğinden fazla çalışarak, başkalarının kendisi için bir şey yapmasını bekleme yanılgısına düşenler için ‘Külkedisi Sendromuna yakalanmıştır’ denebilir. Şüphesiz bu sendrom iş yaşamında sadece kadınlarda değil, erkekler de görülmektedir. Bir gün at yarışından veya lotodan büyük para kazanacağını düşünen erkeklerde işe ilgisizliğin oluşması, uzmanlar tarafından külkedisi sendromunun başlangıcı şeklinde belirtilmiştir.
Külkedisi sendromuna yakalananlarda dikkat çeken bir başka nokta da, çok çalışıp sebat ederse mutlaka ödüllendirileceği duygusuna kendisini kaptırmasıdır. Kişi bu duruma kendisi o kadar çok kaptırır ki, izin almadan çalışır, olmadık işleri üzerine vazife alır, başkalarının da işlerini üstlenmeye başlar. Kendisi yokken, yerinin doldurulamaz olduğunu düşünür. Ancak sonunda eğer beklediği ödülü ya da zammı/terfiyi alamazsa, beraberinde tükenmişlik sendromu yaşar. İşte Külkedisi Sendromu’na yakalanmış bireyler de uzun vadede emeklerinin karşılığını alamadıklarında, huzursuzluk yaşamaya başlamakta ve çıkmaza girebilmektedirler. Özellikle kadınlar, kimliklerini iş hayatına taşıdıklarında, özgür olmakla boyun eğmek arasında sıkıştıkları için rekabetin gerisinde kalıp, yalnızca kadın olmanın gereklerini yerine getirmeyi tercih edebilmektedirler.
Sonuç olarak önemli olan, insanın kendine güvenmesi, kendi çatışmalarıyla yüzleşebilmesi, yeteneklerini küçümsememesi ve sınırlarını mantıklı bir biçimde belirleyebilmesidir.
Burada sorulması gereken, yetişen nesillerin masallarla büyütüldüğü mü, yoksa masallarla uyutulduğu mu sorusudur. Kendini gerçekleştirmiş bireyler, kendileri gibi olan kişileri bir şekilde bulurlar. Aynı durum iş hayatı için de geçerlidir. Yetkinliğinin farkında olan kişiler, farklı beklentilere girmeden üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirip başarılı olurlar. Ancak çok çabaladığı halde özgürlüğünü başkasında arayan prensesler, onları kurtarmaya gelen prenslere razı olmak zorunda kalırlar.
Bu yüzden yaşam enerjinizi başkalarının hayatlarında var olmak için değil, kendi şatonuzda mutlu olmak için kullanın. Çünkü sizin önce kendinize ihtiyacınız var, unutmayın.
Zeynep Kıyak
Yararlanılan kaynaklar:
- Sneha Saha1 & Tanishka S. Safri, (2016), “Cinderella Complex: Theoretical Roots to Psychological Dependency Syndrome in Women”, The International Journal of Indian Psychology Volume 3, Issue 3.
- Şafak Gündüz, (2017), İş Yerinde Yaşanan İstanbul: Beta Yayınevi.