Kurmaca Birliği’nin İhtilali

Uyuyamıyorum.
Bu da cezalarımdan biri. Yirmi dört saat boyunca hiç uyuyamayacak sonuçları takip edeceğim. Bu görevi böyle bir ceza olarak yapacağımı değil kırk yıl, bir ömür düşünsem aklıma gelmezdi.

Şu anlatacaklarım var ya,
Sizlerin aklına asla gelmez. Bir ömür düşünmek değil ama söylemek istediğim. Yani size bunları birisi anlatsa -ki anlatacağım- “Amaaan canım, safsata işte!” dersiniz. Diyeceksiniz, dediniz. Hanginiz demek istemediniz? Postmodern kurgularda olur böyle şeyler dediniz. Kurgusallığı kabul edip gerçekliğini reddettiniz.

Şu an sizinle konuşmam yasak. Önümde sadece bir kalem, bir de defter var. Sosyal medyaya erişemem. “Ama”larımın sonuçlara ulaşmasını istemiyorlar.

Beklemeye en iyi eşlik eden eylem nedir?
Düşünmek mi, yazmak mı? Yoksa düşünerek yazmak mı? Düşünmeden yazmak mümkün mü? Yazmadan düşünmek mümkün, biliyoruz onu. Bilmek… Güvenli bir liman öyle değil mi? Değil mi yoksa? Güzel Türkçem benim, vurguna kurban olayım. Şimdi, “yoksa” sözcüğünü silsem daha etkili olur muydu acaba? Anlaşılırlık zedelenmezdi belki ama netliğe ne olurdu? Muhtemelen hiçbir şey. Sadece yazma ve konuşma arasındaki ayrım belli belirsiz hissedilirdi belki, o kadar. Neyse, silmeyeyim.

Belki belki… Ne kadar velut bir kelime değil mi belki?

Saat yirmi üç otuz,

Daha çok var.

Hayır hayır, bu satırları zaman öldürüp başınızı şişirmek için yazmıyorum. Düşündüklerimi böylece aktarmak, bilinç akışının akışı, elde tutulamaz velutluğu hoşuma gidiyor. Onun için yazıyorum.

Bunun böyle oluşu, daha çok olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Kalan saatleri sadece yazarak geçirmek gibi bir çılgınlık yapacak mıyım, bilmiyorum. Sanmıyorum. Parmaklarım isyan eder en azından ve bende bu isyanı bastıracak bir güç de yok.

Ve bilincin musluğu kapanır. Akmıyor. O halde kovadan döker gibi düzenli ve dikkatli dökmenin zamanı geldi demek ki kelimeleri.

Öyle yapalım peki.

Ne demiştim, bu anlatacaklarımı kiminiz safsata olarak okuyacak, kiminiz iyi bir kurgu olarak kabul edecek. İnanmasanız da fısıldamak istiyorum, “İnanın bana, tamamen gerçek.”

İnanın, dediğime bakmayın, emir kiplerini hiç sevmem.

Bir açılıyor bir kapanıyor musluk.

Zararı yok. Bir oradan bir buradan. Olduğu kadar. Olduğu kadarın kaderini bilmiyorum. Olmadığı mı, olamadığı mı?

-Dık, an… İkisini de denedim. Şöyle kurmuştum önce cümleyi, “Olmayan mı, olamayan mı?” Yerine “dık”la değiştirmemi salık verdi iç ses, uyguladı dış ses. Ne fark etti peki? Bilmem.

Bilmemek büyülü kabul edilebilir mi?

Yani bazen, bazıları için.

Sadede gelelim. Sadede gelmeden önce sadede gitmek istiyorum. Siz de gelin. Gelmek eylemi daha önce gitmiş olmayı mı gerektiriyor acaba? Hayır hayır yanıldım. Gelmek eylemi daha önce gitmiş olmayı gerektirmiyor. Gitmek ve gelmek sözcüklerinin hangisinin kullanılacağını belirleyen şey, karşı tarafın konumu. Evet evet, doğru olan bu.

Sözlüğün sayfalarına binip gidelim ne göreceğiz, sadette bakalım ne varmış. Hmm, tek anlam. Mekânımız tek manzaralı. Olsun.

Yalnız, Türkçemin güzelliği demek istiyorum bir kez daha. Yukarıda, “Sadede gelelim,” derken sizinle birlikteliği hesaba katmamış, kalıp olarak kullanmıştım. Ama hesaplamadan sizi de sözlüğe davet ediverdim.

Tamam tamam, anlatmaya başlıyorum.

Bugün bir ihtilal oldu. Öykülerimin her biri, üzerindeki iktidarıma isyan etti.

Bana son derece kızgınlar. Bazı öykülerim, kullandığım üstkurmaca tekniğinin özlük haklarına saldırı olduğunu savunuyor. Diğerleri de onlara destek oldu. Anlayacağınız biri hepsi için, ben onlar için… Onlar için olmaya itiraz etmedim hiçbir zaman. Onları kendi hislerimden önde tuttuğumu düşünsem de öyle olmadığını iddia ettiler. Onlardan utandığımı, özlerini bir teknikle gölgelediğimi söylediler. Oysa ben…

Neyse,

Üretilen bir metin oldukları için kanlı canlı karşınıza çıkamayacaklar ama telepatik olarak iletişime geçeceklermiş sizinle. Geri bildirimlerinizi bekleyecekmişim ben de. Hile olmayacakmış. Uyumayacakmışım. Uyumamak hem bir cezaymış hem de bir görev. Her bir geri bildirimi tek tek duyumsamam gerekiyormuş.

“Peki,” dedim elbette, buna da peki.

Şimdi bekliyorum. Hiçbir şey duyumsadığım yok. Bunun nasıl olacağını da bilmiyorum. Olduğunda anlayacakmışım. Öyle dediler.

On saat oldu. Hâlâ tek bir his yok.

Ben böyle düşünürken ismini açıklamama izin vermeyen bir öyküm, mağrur mağrur seslendi bana:

Sizden aldıkları geribildirimleri benimle paylaşmak zorunda değillermiş. O geribildirimler sizinle onlar arasındaymış. Benimle paylaşmamak da en doğal haklarıymış. İstesem de istemesem de kabul edecekmişim. Yeniden bana ait olmalarını istiyorsam “Kurmaca Birliği” (Kendilerini böyle adlandırıyorlardı) tarafından hazırlanan antlaşmayı imzalamam gerekiyormuş.

İşte bu da sundukları antlaşma metni:

Madde 1: Yazar, öyküleri beğenilir mi, diye düşünerek bir kalıba sokmaya çalışmayacak, özlük haklarına saygı duyacak. (Dil ve kurgu olarak sağlığı tehdit eden durumlar hariç. Yazar, o zaman öyküleri uyarmakla, en uygun tedaviyi uygulamakla mükelleftir.)

Söz konusu sağlık tehdidi belirlenirken asla nicelik kriteri ölçüt alınmayacaktır. Yukarıda da belirtildiği gibi sadece dil, kurgu ve üslup ölçütlerine tabi tutulacaktır.

Madde 2: Yazar, bir sağlık tehdidi fark ettiğinde tedaviyi uygulamadan önce öykünün rızasını alacaktır. Öyküler kararsız kaldıklarında arkadaşlarına danışabilecektir.

Madde 3: Yazar antlaşmayı uygularken aşırıya kaçmayacak: Öyküleri nitelikli kişilerin nitelikli eleştiri süzgeçlerinden mahrum etmeyecektir.

Madde 4: Her ne kadar bu bir öykü harekâtı olsa da roman ve şiir gibi türler için de geçerlidir.

Madde 5: İşbu antlaşma yazarın, şairin ömrü boyunca geçerli olacaktır.

İmzalamamak elde mi?

İmzaladım tabii.

İmzaladıktan sonra bu yazdıklarımı gösterdim.

— Sevgili metinlerim, bu gördüğünüz cümleleri okurla paylaşabilir miyim?

O mağrur öyküm girdi hemen devreye. İsmini silmemi, açıklanmasını istemediğini söyledi.

“Ona da peki.”

Değerli okurlar,

Yukarıda yazarımızın sizin için yazdıklarını okudunuz. “Peki”ler sizi yanıltmasın. Niyetimiz yazarımıza zarar vermek değil. Onu üzmeyeceğiz. Sadece bir şeyleri fark etmesi için bu iktidar değişimi gerekliydi. Yazarımızın sıhhatinden endişe etmeyiniz. Çok yakında onu yine cıvıl cıvıl göreceğinizden emin olabilirsiniz.

Sizleri coşkuyla ve saygıyla selamlıyoruz.

 

Kurmaca Birliği

TUBA VURAL

 

Önceki İçerikİçindeki Kız Çocuğuna Sarıl
Sonraki İçerikİzmir’de Bir İlk: Akdeniz Bienali