Diyarbakır, dünyanın en prestijli turizm ödüllerinden sayılan ve turizmin Oscar’ı olarak nitelendirilen Altın Elma (Pomme d’Or-Golden Apple) sahibi oldu. Geçtiğimiz yıllarda Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine giren kente bu yıl da FIJET (Fédération Internationale des Journalistes et Ecrivains du Tourisme) tarafından böylesine prestijli bir ödül verildi.
1971 yılından bu yana (FIJET) tarafından turizm endüstrisinin değişik sektörlerinden bir organizasyona, bir ülkeye, bir şehre ya da bir kişiye turizme yaptığı katkılardan dolayı verilen Altın Elma, bu kez de Diyarbakır’a verildi. Diyarbakır’la birlikte Türkiye’nin kazandığı Altın Elma sayısı da beşe ulaştı. FIJET’İN Türkiye’deki temsilcisi ATURJET çalışmaları sonucunda Altın Elma’nın 1984’te Antalya Kaleiçi, 2004’te Nemrut Dağı Ören Yeri, 2012’de Ankara-Hamamönü Projesi, 2017’de Konya Mevlâna ve 2018’de Diyarbakır olmak üzere, beş kez Türkiye’ye verilmesini sağladı.
FIJET Türkiye Temsilcisi ATURJET Başkanı ve FIJET Yönetim Kurulu Üyesi Delal Atamdede Altın Elma’nın neden Diyarbakır’a verildiğini şöyle açıkladı: “Turizmin Oscar’ı ‘Altın Elma’ misafirperverliği, hoşgörüsü, toleransı, toplumsal kucaklaşması, sürdürülebilir turizme katkıları, tarihi ve kültürel değerleriyle Diyarbakır layık görüldü. Turizmin ana amaçlarından biri, algı operasyonları ve ön yargıyla birbirine yabancılaştırılmış toplumların turizm sayesinde yakınlaşmaları ve kucaklaştırılmalarıdır. Bugün iyimser olarak baktığımızda hedefi yılda bir milyon turist olan Diyarbakır’da 5 aylık süreçte 600-700 bin sayısına ulaşılması bir şans değildir.” FIJET olarak 47 yıldan bu yana 67 “Altın Elma” ödülü verdiklerini anlatan Atamdede, bu ödülün en sevindirici kısmının ise kararın FIJET yönetim kurulunda oy birliğiyle alınması olduğunu belirtti.
“Sizlerin bizi anlatması çok önemli”
Altın Elma sahibi Diyarbakır ya da Diyarbekir mutlaka bir kez görülmeli. “Başım gözüm üstüne” diyen halkı beni şaşırttı mı? Hayır çünkü Doğu insanı gerçekten her şeyi büyük bir özveriyle, zevkle ve keyifle yapıyor. Yollarda gezerken sarılmak isteyen çocuklara da şahit oldum, fotoğraf çektirmek isteyen ana kıza rastladım: Anne Medine küçük kızı Güldünya. Eski Diyarbakır evlerinden kafeye dönüştürülmüş mekanlarda gençler çok eğleniyor. Süryani şarapları eşliğinde caz dinleyen gençleri görünce kendimi Beyoğlu ya da Kadıköy’de zannettim. Terörizmin turizme yönelik olumsuz etkilerini geçmişte yaşamış bir kent olarak sahip olduğu zenginliklerle turizmin güzellikleri ile tanınmayı hak ediyor Diyarbakır.
Sur’da yaşanan olaylar kenti çok üzmüş. Suriçi’nin labirenti andıran sokaklarında yaşanan çatışmalardan çok etkilenmiş Diyarbakırlılar. Yaşadıkları en kötü deneyim olarak tanımlıyorlar. Sizlerin bizi anlatması çok önemli demeleri, beni düşündürdü. Farklı inançların, dillerin ve kültürlerin beşiği Diyarbakır, kendisine egemen olan tüm uygarlıklara ev sahipliği yapmış. Kısacası bu kent, semasında tarihin çeşitli dönemlerinde gelen Süryanice, Ermenice, Arapça, Türkçe, Kürtçe dillerinin yankılandığı bir mozaik. Bu mozaik içinde insanın kendini kaybetmemesi mümkün değil. İşte bu mozaikten bazı parçalar…
Mezopotamya’nın kalbi Diyarbakır, Diyarbakır’ın kalbi Suriçi’dir demek yanlış olmaz. O yüzden surlar ve Suriçi büyük önem taşıyor. Diyarbakır Surları, binlerce yıllık tarihi, mimari dokusu, insanların içinde yaşayarak günümüze geldiği 10-12 m yüksekliği, 82 burcu, bu yöreye has bazalt taşları, yazıt, kitabe ve işlemeleri, dört yöne açılan şehir kapılarıyla dünyada tek ve eşsiz… Suriçi’nin sokaklarında yürümek bile başlı başına bir macera. Bazen iki kişinin bile zor geçebildiği sokaklar, o sokaklardaki rengarenk kapılı evler gerçekten görülmeye değer.
Anadolu’nun kadim kenti Diyarbakır’dan kimler kimler geçmiş. Yontma Taş Devri’nden (Paleolitik) başlayıp Cilalı Taş Devri’ne (Neolitik) kadar uzanan tarihi izlere rastlamak mümkün bu kentte. En eski köy yerleşmelerinden biri olan Diyarbakır’ın Ergani ilçesindeki Çayönü Höyüğü, günümüzden 10 bin yıl önceye ait tarımcı köy topluluklarının varlığını kanıtlar nitelikte. M.Ö. 1260’a dek egemenliklerini sürdüren Hurri ve Mitanniler’den sonra kentte sırasıyla Asurlular, Aramiler (Bit-Zamani Krallığı), İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar, Selevkoslar, Partlar, Ermeni Tigran Krallığı, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Hamdaniler, Mervaniler, Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyubiler, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlılar egemenliklerini sürdürmüş…
Suriçi’ne doğru yürürken önünüze çıkan “Dört Ayaklı Minare” mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Ve “Dört Ayaklı Minare”nin altından 7 kez geçince dileklerin gerçekleştiğine inanılıyor. 1500 Yılında Akkoyunlu Kasım Bey tarafından yaptırılan Şeyh Mutahhar Cami dört sütun üzerinde inşa edilmiş minaresiyle ilginç anıtlardandır. Cami, Suriçi’ndeki bazı evler gibi sıra sıra siyah ve beyaz taşlardan yapılmıştır.
Ulu Cami, Bahram Paşa Cami ve Meryem Ana Kilisesi
Diyarbakır’da pek çok cami var. Ancak iki tanesini mutlaka görmelisiniz. Bunlardan biri Ulu Cami; kare kesimli minaresi, iki katlı doğu batı revakları, korint düzeninde başlıklı sütunlarıyla, giriş açıklığının iki köşeliğindeki aslan boğa mücadelesini anlatan kabartmalarıyla avluya girdiğiniz andan itibaren etkilenmemek mümkün değil. Avlu içerisinde 800 yıldan fazla bir geçmişi olan güneş saati caminin bir özelliği. Bir metre kadar yükseklikteki yuvarlak bir mermer üzerinde bulunan demir parçasının, güneşin dönme hareketiyle birlikte etrafında dönen gölge sayesinde zamanı bildiriyor. Sibernetiğin babası olarak kabul edilen ünlü bilgin El-Cezeri’nin yaptığı tarihi güneş saatinin, öncesinde caminin dışındaki meydanda bulunduğu ancak 1920’lerde şimdiki yerine getirildiği bilinmektedir. Yine Sur’da yere alan Behram Paşa da görülmesi gereken başka bir cami. Behram Paşa Cami, Mimar Sinan’ın bir eseri. 1564-1572 yılları arasında inşa edilen cami, tamamen kesme taştan inşa edilmiş… Sur’da yer alan cami, kilise, tarihi yapılardan biri de Meryem Ana Süryani Kilisesi. 3. yüzyıldan kalma bu kilise zaman içinde pek çok onarım görmüş.
On Gözlü Köprü, Suzan Suzi ve Dicle
Diyarbakır’a gelmişken, Mezopotamya’yı sulayan Fırat’ın kardeşi Dicle’yi görmeden olmaz. On Gözlü Köprü’nün altından akan Dicle, bu yöreye can veriyor adeta. Kırklar Dağı’nın eteğinde yer alan köprü On Gözlü Köprü, Dicle Köprüsü ve Silvan Köprüsü olarak da biliniyor. Köprüye son şeklini, köprünün batı ucunda yer alan kitabeye göre 1065 yılında Mervaniler vermiş, bazı kaynaklarda 742-743 tarihlerinde Emevi Halifesi Hişam’ın yıkılmış köprüyü onardığı belirtiliyor.
Eski adıyla Seman Köşkü, 1930’lu yıllarda Atatürk’e armağan edildikten sonra Gazi Köşkü olan mekânın terasından bakıldığında, Dicle’nin hemen üstünde “Kırklar Dağı” dikkat çeker. Hani Suzan-Suzi türküsüne konu olan Kırklar Dağı:
Kırklar dağının düzü
Ziyaret çarptı bizi
kör olasın susan suzi
sular apardı bizi
Bu türkünün hikayesi çok acıklı. Türküde adı geçen Kırklar Dağı’nın arkasında Kırklar Ziyareti vardır. Çocuğu olmayanlar, buraya gelip dilek dilerler. Bir Süryani zengin ailenin de hiç çocukları olmuyormuş. Kadın, Kırklar Ziyareti’ne gelip dilek dilemiş, adak adamış ve bir kızı doğmuş. Adını Suzi (Suzan) koymuşlar. Her yıl doğum gününde, anne kızını süsler, giydirir ve Kırklar’a götürerek, bir kurban kestirirmiş. Suzan bin nazlarla büyüyüp, güzel bir genç kız olmuş. Müslüman komşularının oğlu Adil’le birbirlerine âşık olmuşlar. Yine bir doğum gününde, annesi Suzi’yi, hizmetçilerle beraber kurbanını kesmek üzere, Kırklar Ziyareti’ne göndermiş. O gün habersizce Adil de gelmiş. Hizmetçilerin kurban kesme telaşından yararlanan Suzi, Adil’le dağın arkasına dolanmışlar ve birlikte olmuşlar. Kırklar Ziyareti, bu beraberliği bağışlamamış. Suzi, On Gözlü Köprü’nün orada, Dicle’de boğularak ölmüş. Suzi’nin ölümünden sonra, adil de aklını yitirmiş. İşte bu acıklı hikâye şimdi filme de çekiliyor. Diyarbakırlı ünlü sanatçı Bedri Ayseli de filmin yapımcısı.
Uygarlığın başladığı yer: Çayönü
Şimdi biraz da kentin dışına çıkalım ve Türkiye’nin bakır madeni merkezi olan Ergani’ye doğru gidelim. Ergani’de yer alan Çayönü Höyüğü uygarlığın başladığı yer. Çayönü, tahıl ve evcilleştirmeye dayalı köy hayatının en eski örneklerinden olup, günümüz uygarlığının da önemli bir basamağını oluşturuyor. Çayönü yerleşmesinin bu önemi yabani buğday, mercimekgiller gibi bitkilerin tarıma alınması, koyun ve keçinin evcilleşmesi ile gerçekleştirilmiştir. Buradan çıkan eserleri İç Kale’deki müzede görülebilir. Çayönü, zamanın küçük bir sanayi yerleşimi olarak kabul edilebilir.
Çayönü ziyaretinin ardından Eğil’e doğru yol almanın zamanı. Eğil’de görülecek pek çok tarihi kalıntının dışında Eğil Baraj Gölü’nde mutlaka tekne gezisi yapın. Bu gezi sırasında kral mezarlarını daha yakından görme olanağına sahip olacaksınız. Asur ve Ermeni krallara ait bu mezarların yanı sıra, göreceğiniz piramit de en ilgi çekici eserlerden biri. Baraj gölünün kenarındaki tesislerde mutlaka sazan balığı yemeden dönmeyin.
Eğil’de 8 peygamber kabri var. Bu 8 peygamberin 4’ü Nebi Harun Tepesi’nde diğer adıyla Ziyaret Tepesi’nde bulunuyor. Kur’an-ı Kerim’de isimleri geçen Zülkifl ve Elyesa peygamberlerin kabirlerinin yanı sıra, Nebi Hallak ve Nebi Harut’un kabirleri bu tepede yer alıyor. Türkiye’de tek olma özelliğine sahip Ziyaret Tepe her yıl pek çok ziyaretçiyi ağırlıyor.
Ayşe Dural