Mardin’in garip gezgin Elmayra’nın kulağına fısıldadıkları insanı masal dünyasına sürüklüyor. Girin o dünyaya…
“Ey Güzel Mardin! Uzaktan bana hep çok gizemli, çok derin, çok etkileyici görünürdün. Uzun zamandır sana gelmek ister, fırsat kollardım. 2011’i kapatırken yılın son günlerinde sonunda kavuştuk. Sonunda ben de senin sarp sokaklarında dolandım, insanlarınla sohbet ettim, tarihini anladım, yemeklerinden yedim, suyundan içtim.”
Evet bunlar garip gezgin Elmayra’nın, yani benim, Mardin’in kulağına fısıldadıklarım.
Aylar öncesinden Diyarbakır’a bilet almıştım, sırf Mardin’i görebilmek için. Gitmişken Diyarbakır, Hasankeyf ve Midyat’ı da gezdim ama Mardin’den bahsetmek istiyorum. Mezopotamya’ya tepeden bakan ama bir o kadar da mütevazı Mardin’den… Onlarca farklı kültürü, dili, dini aynı yerde harman etmiş ve birbirine karıştırmadan yaşatmış olan Mardin’den…
Gece geç vakit ulaştık Mardin’e… Mardin’in Diyarbakır yönünden gece manzarası çok etkileyici derler. Bendeki aksi kader, biz tersten Midyat yönünden gördük ilk onu. Daha sarp, daha sert tarafından baktık ilkin. Yine de uzakta, sanki bulutların üstünde oturur gibi aşağıya bakan ışıklarını gördüm önce. Sonra yavaş yavaş o ışıkların içinde buldum kendimi… Benim masal şehrim, rüya şehrim Mardin’e gelmiştim sonunda.
Mezopotamya burası
İnternetten rezervasyonunu yaptırdığım otele arabayla ulaşamayacağımızı anlamamız kısa sürdü. Eski Mardin’de tek bir cadde var, o da tek yön. Gidiş var, dönüş yok. Diğer bütün sokaklar sadece eşeklere ayrılmış. Otelden gelip bizi caddeden alıyorlar.
Abbaralar arasından, daracık sokaklardan, kirli, yıkık dökük sokaklardan geçip otelin arka kapısına geliyoruz. Bir an için korkuyorum, acaba ne çıkacak karşıma diye. O küçücük kapıdan içeri girince 1000 yıllık bir Mardin evinin avlusunda muhteşem bir Mezopotamya manzarası çıkıyor karşıma. Gece sanırsın karşısı deniz. Denizde irili ufaklı gemiler, tekneler ışıklarını görür gibi.. Halbuki Mezopotamya burası… Sabah anlayacağım ki, göz alabildiğine ova, geceleri denize dönüşüyor.
Cumartesi akşamında vardık Mardin’e. Heryer kapalı, turist sezonu çoktan bitmiş. Eski Mardin sakin günlerini yaşıyor. Bizim dışımızda yollarda birkaç yabancı turist var sadece. Yemek için kapanmak üzere olan çok salaş bir kebapçıya giriyoruz. Mardin kebabı atıyor hemen ocakbaşına. O kadar lezzetli ki… Sohbet de öyle… Çalışanların üçü de İstanbul’dan memleketlerine geri dönmüşler. İstanbul’da adını bildiğimiz kebapçılarda çalışırken artık memlekette de geçim sağlayabilir olduk diyorlar. Mardin gezimiz sırasında bunu başka Mardinlilerden de duyacağız. Bunu duymaktan çok keyif aldım. Turizm arttıkça Mardin’de iş olanakları arttığı için memleketlerine geri dönenler, geri dönüp kendi işini kuranlar, geri dönüp Mardin’in güzelleşmesi için uğraşanlar… Onlar Mardin’in güzel insanları… Onlar insan…
Otelimiz tam bir Mardin Evi. Yüksek taş duvarları, işlemeli güzel kapıları, kat kat avluları ile bütün günümü burada geçirebileceğim kadar keyifli. Manzara güzel, güneş pırıl pırıl. Mardin beni beklemese avludaki masada günlerimi geçirebilirmişim gibi.
Pazar günü Mardin Müzesi’nde
Pazar sabahı Mardin sokakları oldukça sessiz. Zaten sezonu da olmadığı için esnaf da ağırdan alıyor. Bütün bunlar bizi durduramıyor elbette. Otelden çıkıp Mardin sokaklarını keşfe dalıyoruz. İlk durak Ulu Camii, ama restorasyon nedeniyle kapalı
İçeri girebilir miyiz diye şansımızı deniyoruz ama ne yazık ki olmadı. Yukarıya doğru devam edip Mardin Müzesi’ne giriyor ve her zaman olduğu gibi haritamızı alıyoruz. Her ne kadar gelmeden dersime çalışmış ve gezilecek yerler listemi hazırlamış olsam da haritayla gezmeyi ayrı seviyorum. Mardin’i gezerken unuttuğumuz bir şey oldu. Pazar günü kiliselerde Pazar ayinleri var, bizi içeri almıyorlar. Pazartesi günleri de müzeler kapalı. O yüzden ilk planı tersine çeviriyoruz. Pazar müzeleri bitireceğiz, Pazartesi kiliseleri. Mardin Müzesi küçük ama gezilmeye değer. Benim en çok ilgimi çeken Kırk Haramiler definesi olduğuna inanılan parçalar.
Mardin Müzesi’nin üst kısmı Süryani ailelerin yaşadığı bölge, ara sokaklarda gezerken Mardin’in gönüllü rehberlerinden biri bize eşlik ediyor, Mor Behnam Kilisesine (Kırklar Kilisesi) giriyoruz. Ayin yüzünden yine içeri giremiyoruz ama avlusu bile güzel. Mardinli gönüllü rehberler daha sonra da sık sık karşımıza çıkacak, önceleri sempatik gelse de bir süre sonra yakanızdan bahşiş için düşmeyen bir çocuk sürüsü haline dönüşebiliyor dikkatli olmak lazım. Umarım yabancı turistleri de böyle taciz etmiyorlardır. Bir Süryani ailesinin evini de ziyaret edip, ev yapımı şarap tadına da bakma fırsatı yakalıyoruz. Şarapla aram oldukça iyi olmasına rağmen Süryani şaraplarını çok sevemedim, taze şarap sevmediğim için herhalde.
Vakit kaybetmeden Eski Mardin’in öbür ucuna Valilik binasının hemen karşısındaki Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi’ne gidiyoruz. Çok iyi restore edilmiş bir bina, çok güzel bir sergi salonu. Mardin’e gidip de görmeden dönmeyin. Yeri gelmişken söyleyeyim, Eski Mardin merkezindeki en ihtişamlı bina Valilik binası. Ben güvenlik görevlisine şirinlik yapıp içeriye girip gezdim, dışarısı kadar güzel.
Selam vermek bir gelenek
Mardin büyük bir değişim geçiriyor. Onlarca bina restore ediliyor. Kaçak yapılan ve Mardin’in mimari dokusunu bozan binalar önce boşaltılıyor, sonra da yıkılıyor. 2 bine yakın yıkılması planlanan bina var, 2011’de 700 tanesi yıkılmış. Unesco, Anıtlar Yüksek Kurulu, Mardin Valiliği ve Belediyesi büyük bir proje yürütüyor. Dokuyu bozmadan, dokuyu bozan binalar yıkılıyor, eskileri restore ediliyor. Çalışma tamamlandığından Mardin silüeti çok daha güzel olacak. Sabancı müzesinin altında kalan bölüm büyük ölçüde düzenlenmiş ve sokaklarda gezmek büyük keyif.
Mardin Kalesine çıkmak istiyoruz, bize gülüyorlar. Askeri bölge olduğu için kaleye çıkmak yasak. Tamamen doğal kaya üzerine inşaa edilmiş bu kale kesinlikle çok korunaklı. Askeri alan olma nedeni de bölgedeki en yüksek ve korunaklı nokta olması imiş.
Mardin sokaklarında gezerken dikkatimi geçen bir başka konu ise özellikle orta yaş ve üstündeki herkesin mutlaka selam vermesi. Umarım bu gelenek genç nesillere de aktarılır. Kendimizi turist değil de misafir gibi hissettirdikleri için Mardinlilere bir kez daha teşekkür ederim.
Güneş batmadan Mardin’e 30 km dgfev online casino mesafedeki Dara Köyü’ne gidiyoruz. Mezopotamya’nın en önemli merkezlerinden biriymiş burası. Çok büyük bir alana yayılmış dev bir medeniyet. Oğuz köyü ile antik şehir birbirine girmiş. Büyük kısmı hala toprak altında. Kazı çalışmaları da yapılmış ancak ödenek yetersizliğinden dolayı şuan devam etmiyormuş. Yeraltı sarnıçları, depolar, yerleşim yerleri, surlar… Bu medeniyet keşfedilmeyi bekliyor. Sınıra çok yakın bu köy değeri anlaşılırsa tam bir turist merkezi olabilir.
Mardin’e geri dönerken aklımda hep “neden” sorusu var, “neden bu kadar büyük medeniyetlerin kıymetini bilmiyoruz?”, “neden bunca değeri toprak altında yatırıyoruz?”
Mardin kebabo ve İtalyan kahvesi
Akşam yemek yediğimiz yer bu kez Mardin’in modern yüzü. Yine restore edilmiş eski bir Mardin evi kafe olarak hizmet veriyor. Mardin’e özgü kebapları da İtalyan kahvesi de içebileceğiniz bir yer. Bütün akşamı orada geçiriyor, önce işletmecileri ile sonra da oranın restorasyonunda görev alan arkeologla uzun uzun sohbet ediyoruz. Mardin ile ilgili çok şey öğreniyoruz. Buradaki potansiyelin birkaç yıl içinde nasıl da gelişeceğini, oranın insanlarının bunu nasıl da dört gözle beklediğini… Umarım o gün geldiğinde ne sen, ne de insanların değişmez sevgili Mardin.
Ertesi sabah yine erkenden ayaktayız. Otelin avlusundaki keyifli kahvaltıdan sonra hemen sokağa atıyoruz kendimizi. Kayseriyye ve Ulu Cami çevresindeki bakırcıları izleyerek önce Kız Meslek Lisesi olarak kullanılan büyük ve ihtişamlı yapıyı ziyaret ediyor, sonra da Zinciriye Medresesi’ne gidiyoruz. Medrese üniversite vakfının elinde imiş, ne yazık ki üst katlara geçmeye izin verilmiyor. Burada da şirinlik yapmayı denedim ama nafile.
Mardin’in ara sokaklarını tavaf ediyoruz, en çok eşekler ilgimi çekiyor. Çöp, eşya, insan… He rşeyi onlar taşıyor. Bizim taksilerin yerine orada eşekler almış. Belediyenin kadrolu eşekleri bile varmış. Dün giremediğimiz kiliselere bugün girebiliriz diye ümit etmiştik ama bugün de tamamen kapalılar. Birkaçının kapısını zorluyoruz ama kapı duvar. Anlaşıldı, kiliselerden yana şansımız yok bu defa.
Telkari, Dayrulzeferan, Kasimiye medresesi…
Mardin deyince akla hemen gümüş işleri, Telkari geliyor. Telkarinin asıl vatanı Midyat, söylemedi demeyin. Mardin’de de oldukça fazla çeşit var elbette. Bir iki hatıralık almak güzel, ancak asıl orijinal tasarımlar ve bol çeşit için Midyat’a yolunuzu çevirmelisiniz.
Çay saatinde Mardin’e 9 km mesafedeki Deyrulzaferan Manastırına gidiyoruz. Çay bahane tabii ama safranlı çayını denemenizi öneririm. Süryani Patriklik Merkezi olarak da hizmet vermiş bu yapı, Mezopotamya manzarası, güzel mimarisi ile insanı etkiliyor. Dışarıda çay içerkenki sessizlik ise neden manastırın burada olduğu anlamaya yetiyor.
Kasimiye medresesi ile günü bitiyoruz. Artuklu mimarisinin son örneklerinden bu medrese hala ihtişamını koruyor. Gün batarken yine Mardin fotoğrafı çekme derdindeyiz, birkaç yerden deniyoruz ama istediğimiz gibi bir poz yakalayamadık. Şu silüeti bozan binalar biran önce yıkılsa da gerçek güzelliği ortaya çıksa bu asi delikanlının.
Son akşam kendimizi meşhur Cercis Murat Konağı’na atıyoruz. Mardin’in ünlü kaburga dolmasının tadına bakıyoruz. Onu yiyince başka bir şeye yerimiz kalmıyor, halbuki başka yemekleri de denemek iyi olurdu.
Salı sabahı Diyarbakır’a doğru yola çıkıyoruz. Aklımızda Mardin’in güzel insanları, Mardin’in lezzetli yemekleri, Mardin’in farklı mimarisi… Farklı kültürleri tanımak için dünyanın öbür ucuna gitmenize gerek yok. Ülkemizin her ucunda farklı bir kültür, farklı bir dünya var… Onları tanımakla başlayın…
Galeri
Merhaba,
Mardin gerçekten bu toprakların saklı cennetlerinden biri…Farklı kültürlerin yüzyıllar boyu ahenk içinde yaşadığı, geniş kültürel zenginliği barındıran bir ilimiz. Gezi yazınızı okuyunca; “Mardinli gönüllü rehberler daha sonra da sık sık karşımıza çıkacak, önceleri sempatik gelse de bir süre sonra YAKANIZDAN BAHŞİŞ İÇİN DÜŞMEYEN BİR ÇOCUK SÜRÜSÜ HALİNE dönüşebiliyor dikkatli olmak lazım. Umarım yabancı turistleri de böyle taciz etmiyorlardır.” bölümüne takılıp kaldım… Ve, ben de sonrasını okumaya dair hiçbir istek kalmadı… Bu haliyle bana geçen yazdı yanılmıyorsam gazeteci Sibel Arna’nın çocuğunun bakıcısıyla çıktığı tekne gezisini anlattığı köşe yazısını hatırlattı… Bir şey anlatmaya çalışıyordu ancak yazdığı cümleler söylemek istediğinin çok ötesinde bazı şeyleri anlatıyordu. Sonra toparlamak için epey uğraştığını hatırlıyorum. “Aklımızda Mardin’in güzel insanları, Mardin’in lezzetli yemekleri….” şeklinde devam eden cümleniz ise sempati uyandırmaya yetmiyor. Bu arada o güzel insanlardan hiçbirini yakın plan –uzakta bir tane var galiba- göremiyoruz. Umarım bundan sonraki gezilerinizde gezdiğiniz yörenin insanına da dokunur geçersiniz…
Kolaylıklar dilerim.
Seher Özen