Ben yokum şimdi o evde.
Senin uyuduğun, senin nefes aldığın, senin o küçücük ellerini, yüzünü mis kokan sabunlarla her sabah yıkadığın, sevdiğin plakları balkonun kenarında ki eski pikapta geceler boyunca tek başına dinlediğin ya da en soğuk günde bile seni yatağında ısıtan, belki onlarca kez tamir ettiğim elektrikli sobanın durduğu o odada ve o evde,
ŞİMDİ BEN YOKUM.
Ya da öyle sanıyorsun değil mi?
Kadınım;
Bazen bir bahar kokusu öldürür insanı hiç beklemediği anda, bazen ise kış, yaşatır savunmasız bir mum çiçeğini camının hemen kenarında. Bazen anlatabileceklerin kelama ağır gelir. Konuşamazsın. Bazen ise bir sahte evliya sabrı ve riyakarlığıyla anlatır durursun yalanları ardı ardına.
Ne mi söylemek istiyorum?
Eminim her zaman yaptığın gibi benim saçmalıklarımı anlayabilmek için bir kahveye ihtiyacın olduğunu düşünüp mutfağa gittin. En köpüklüsünden bir orta Türk kahvesini, annenin hediyesi küçük fincanına koydun. İki elin kanda da olsa fincanın yanına evde her zaman bulundurduğun bitter çikolatadan bir parça kırdın. O hiç sevmediğin karşı binanın bakımsız bahçesi var ya? Hah işte salondaki oraya bakan camın önünde, tam da o sözünü ettiğin mum çiçeğinin dallarına farkında olmadan dokunurken kahvenden bir yudum aldın. Dudakların yandı yine her zaman ki gibi. O acıyla önce bana kızdın. Hatta bir de küfür ettin içinden ağız dolusu. Sonra yine yukarıda yazdıklarımı okuyup,
‘Ne diyor bu deli?’ dedin, değil mi?
Bir düşünsene, ne diyor bu deli gerçekten?
Sevgilim;
Savunmam yok.
21 aylık bir cehennemi yaşadıktan sonra söyleyebildiğim tek şeyin bu oluşu mu daha ağır, yoksa gerçekten söyleyecek söz bulamamam mı?
Bilmiyorum.
‘Kimse geçmişini satın alabilecek kadar zengin değildir’ demiş ya Oscar Wilde. Tam 21 aydır düşünüyorum işte bu sözü. Ben galiba geçmişimi de satın almak istemiyorum.
Korkuyorum.
Bir daha hiç birlikte olamamaktan değil inan. Senin için bir hiç olmaktan, sıradan olmaktan, geçmişinde ki kapattığın bir cümle olmaktan.
Korkuyorum.
Acı çekiyorum.
Dur durak bilmeden rüyalar görüyorum gündüz vakti. Gözlerim fal taşı gibi açıkken üstelik. Seni görüyorum önce her seferinde. Sonra bir bebek gülümsemesi sızlatıyor yüreğimi. Yine de uyanmaya korkuyorum. Acıya aşığım ben anladım artık.
Korkuyorum kadınım.
Hata yapmaktan, seni yine üzmekten, yine cehennemi görmekten, yine gündüz rüyalarıyla boğuşmaktan…
Ama…
Ben yokum şimdi o evde. Senin uyuduğun, senin nefes aldığın, senin o küçücük ellerini, yüzünü mis kokan sabunlarla her sabah yıkadığın, sevdiğin plakları balkonun kenarında ki eski pikapta geceler boyunca tek başına dinlediğin ya da en soğuk günde bile seni yatağında ısıtan, belki onlarca kez tamir ettiğim elektrikli sobanın durduğu o odada ve o evde,
ŞİMDİ BEN YOKUM.
Ya da hala öyle sanıyorsun değil mi?
Mum çiçeklerinin dansı gece başlar. Saat tam 12’yi vurduğunda her gece yarısı, o Tanrısal büyüsünü yapar senin için. En savunmasız anında, en savunmasız şekilde yakalar. Bir bakarsın ki kokusuyla büyülenivermişsin bile. Hatta derler ki bir kadın aşıksa gerçekten ve bir adam sadece o kadını yaşatıyorsa etten kemikten bir kalede. Ve o etten kemikten kale o kadının eviyse artık, alabildikleri tek koku Mum çiçeğinin kokusu olurmuş dünyada. O tek kokuyla ölürmüş aşıklar hiç korkmadan.
Ben aylardır o kokuyla yaşıyorum. Evimin her köşesi, elbiselerim, yatağım, arabam.
Her şey sadece o kokuyla dolu. Her şey sadece senle dolu.
Kendime olan kızgınlığım bile bastıramıyor artık bu kokuyu.
‘Sakalımda beyaz bir kin şimdi,
dudaklarımda sessiz ve renksiz
ve belki de en sinkâflısından bir küfür,
içimde geceden kalma
yarına yadigâr bir mutsuzluk…
Ve ‘Sen’ elbette…’
Ben yokum şimdi o evde.
Senin uyuduğun, senin nefes aldığın, senin o küçücük ellerini, yüzünü mis kokan sabunlarla her sabah yıkadığın, sevdiğin plakları balkonun kenarında ki eski pikapta geceler boyunca tek başına dinlediğin ya da en soğuk günde bile seni yatağında ısıtan, belki onlarca kez tamir ettiğim elektrikli sobanın durduğu o odada ve o evde,
ŞİMDİ BEN YOKUM.
Ya da öyle sanıyorsun hala değil mi?
Oysa oradaydım ben aylardır.
Sabah ekmeğini getiren kapıcı, her gece benim yokluğumu sana unutturmaya çalışan zavallı kedin, geceleri yatmadan bir kaşık yemeyi çok sevdiğin o çilekli reçelin, annen, benim için ağzına geleni sayan arkadaşların, çalışma masanın kenarında duran yapma çiçeğin, porselen çaydanlığın, kırmızı uzun gece elbisen, rujun, dudaklarının kokusu sinmiş diş fırçan, o çok sevdiğim topuklu ayakkabıların.
Oradaydım ben.
Her gece
Ben senin evindim zaten.
Ve sen hep evindeydin.
O kokuyu duyuyor musun hala?
Ve hazır mısın yeniden dans etmeye?
Gece tam 12’de.
Mum çiçeklerinin gölgesinde.
Cızırtılı bir plakta Cem Baba’nın sesiyle…
‘…
Sensiz ellerim üşür.
İçerimde kar yağar