Mustafa Kemal Atatürk’ü Bizlerin Nezdinde “Kahraman” Yapan Nedir?

Bir tarihçi olarak benim görüşüm, düşündüğü ve yapıp ettiği her şey bir yana, hiç umut olmayan bir toplumda umut yaratabilmiş olmasıdır. Halkını, işgalden kurtulabileceğine, kendi kaderini tayin hakkına sahip ve yanı başındaki Avrupa medeniyeti ile yarışabilir bir ülke olabileceğine inandırmış olmasıdır.

O zor şartlarda nasıl olup da bu umudu besleyebildi Mustafa Kemal?

Bugün bizim de, Milli Mücadele’yi, Cumhuriyet rejimini ve beraberinde getirdiği tüm yenilikleri “tepeden inmelikle” itham eden diğerlerinin de sürekli unuttuğu ya da yeterince üzerinde durmadığı bir gerçek var: Mustafa Kemal, Milli Mücadele’nin bayrağını devralmadan önce harekete geçmiştir Anadolu insanı… İşgal devletlerinden ve Osmanlı hükümetinden gizlice kurduğu cemiyet ve derneklerle, esarete elinden geldiği, imkânları el verdiği ölçüde direnmeyi kafasına koymuştur Anadolulu. Kurtuluş çareleri aramaya başlamıştır; ele geçirebildiği silahları istiflemeye de… Lakin çok umudu yoktur; en çok, kanının son damlasına kadar savaşabileceğini düşünmektedir.

İşte bu gerçekten hareketle Mustafa Kemal, “inanmış” bir toplumun önünde yıkılmayacak hiçbir engel olmadığını biliyordu. Sıklıkla dile getirdiği gibi, mücadelenin kazanılacağına olan sarsılmaz inancının kaynağı, Türk milletinin kendisiydi.

Ve Mustafa Kemal, hiçbir zaman “kahramanlaştırılmak” istemedi. Çünkü o zaman, mücadelenin kazanılmasında, yeni bir ülkenin kurulmasında ve yaşatılmasında emeği geçen koca bir milletin, silah arkadaşlarının, her alandan bilim insanının emeği ve gayretinin geri planda kalacağını biliyordu. Kendi varlığı nezdinde cisimleşsin istemedi Cumhuriyet, bu sebeple “Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır” demişti. Böylesi bir başarının mümessili olan milletin, kendine güven duymasını ve bu güveni sürdürmesini istiyordu. Bir başarının tümüyle bir kahramana mal edilmesinin, insan psikolojisinde yaratacağı “yetersizlik” ve “daha iyisini başaracak birisinin gelişini bekleyiş” duygularının uyanmasını hiçbir zaman istemiyordu Türk milletinde…

O halde bugün bizler, Mustafa Kemal’i anlamak, onun izinde olmak, onun açtığı ve aydınlattığı yolda yürümek istiyorsak, kendimize sormamız gereken bazı sorular var. İlk ve en önemli soru şudur:

Yeterince ve layıkıyla “okuyor” muyuz? Evet, bildiğiniz okuma eylemi… Yaşamınızda ne kadar yer tutuyor? Günde kaç saatinizi ve ne okumaya ayırıyorsunuz? Kendinizi, okuyarak ve düşünerek geliştirmeye çabalıyor musunuz?

İkinci önemli soru şudur: Genel geçer kalıplardan azade, başkalarının fikirlerinizi yönlendirme çabalarından uzak kalarak, kendi kafanızla gerçekten “özgürce” düşünebiliyor muyuz?

Bir diğer soru: Hayatın herhangi bir alanında sizin gibi düşünmeyen insanlara karşı saygılı olabiliyor ve hatta onları anlamaya çalışıyor musunuz? Tüm samimiyetinizle, gerçekten?

Peki ya aydınlanmaya çalıştığınız o ışığı, hiçbir fark gözetmeksizin diğer insanlarla da paylaşıyor musunuz?

Bu soruları kendinize sorun ve içtenlikle yanıtlayın. Çünkü onun kahramanlığının özünü siz de içinizde taşıyorsunuz. Fakat yalnız ve ancak işleyen demir ışıldıyor…

Önceki İçerikVan, Deprem ve İki Genç Doktor
Sonraki İçerikKırklareli İkinci Teleskopuna Kavuştu

1 Yorum

  1. Akıl kapımızın açılımını okumakla sağlayabiliriz. Duygularımızı sağlamlaştırmak, anlayabilmek, ilham kabiliyeti oluşturmak için lütfen zorlanarakta olsun okuyalım. Okuyalım ki akıl kapımız, ferasetimiz açılsın.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz