O Bir Doğum Fotoğrafçısı Alev Durmuşoğlu

“Hiçbir şey için geç değil!” Üniversiteyi kazanamamış, bir şekilde istediği mesleği yapamamış insanların ümitsizliğe kapılmak yerine, “sıfırdan” başlamayı göze almalarını ve kendilerini mutlu edecek işi yapana dek peşini bırakmamalarını tavsiye ediyorum.

 

Yaptığınız işi kısaca tanımlar mısınız?
Doğum Fotoğrafçısıyım. Bir bebeğin doğduğu günü belgeliyorum. Doğum öncesi bekleyiş süreci, doğum anı, ilk muayenesi, ilk banyosu, annesi ve babasıyla ilk tanıştığı an…

Kendinizi tanıtırken veya sizi tanıtırken “ne” dendiğinizde hoşunuza gidiyor?
Tabii ki mesleğim söylendiğinde, “Doğum Fotoğrafçısı Alev Durmuşoğlu”.

Şu an yaptığınız iş dâhilinde bir gün içerisinde neler yaparsınız? Sizin yaptığınız işi yapan birisinin günü nasıl geçer?
İşte bu hiç belli değildir. Bugün fotoğraf düzenlemeyi planlamış olabilirim ancak gelebilecek bir telefonla aniden doğuma da koşabilirim. Doğumdaysam o günüm zaten hastanede geçer. Değilsem, bilgisayar başında, önceki doğumların fotoğraflarını düzenliyor olurum. Ya da albüm, poster hazırlıyor olabilirim.

Bugün fotoğraf düzenlemeyeyim, yarın yaparım deme lüksüm her zaman var. Ancak “yarın” olduğunda doğuma gitme olasılığım da olabileceğinden hiçbir zaman evdeki hesaplar çarşıya uymaz.

İş hayatınıza başlangıcınızı, geçtiğiniz süreçleri anlatır mısınız?
Aslında çok karışık. Çok küçük yaşta çalışmaya başladım. Önceleri okuldan arta kalan zamanları değerlendiriyordum. Daha sonra maddi anlamda ihtiyaç artınca, liseyi bırakıp çalışmaya başladım. Bir pazarlama firmasında telefonlara bakmak, oto alım-satım işlemleri yapan bir işyerinde ofis içi ve ofis dışı (ruhsat plaka işlemleri vs) çalışmak, bir parti evinde mutfağa yardımcı olmak, palyaçoluk, kitap satışı, sonrasında farklı firmalarda halkla ilişkiler ve reklam departmanlarında çeşitli görevler… Derken bir gün gazetede mezun olduğun üniversitenin iş ilanını gördüm. Yönetici asistanı arıyorlardı. O güne dek adını bile duymamıştım üniversitenin. Zaten başvurudan 3 ay sonra aranıp işe çağrılınca öğrendim ki, henüz kurulum aşamasındaymış.

Üniversitede dekan asistanı olarak işe başladım. Tanıtım faaliyetleri, ilk öğrencilerin işlemleri, kurulum çalışmaları derken neredeyse görev almadığım birim kalmadı. İlk açılacağı sene üniversitenin sloganı “Hayatınızı Değiştiren Üniversite” olarak belirlenmişti. Gerçekten benim de hayatımı değiştirdi. 7 sene süren dışarıdan liseyi bitirme çalışmalarım nihayet üniversitedeki 5. çalışma yılımda sonuçlandı ve lise diplomamı alarak üniversite sınavına girdim.

Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı bölümünü burslu kazanarak okumaya başladım. Bahçeşehir Üniversitesinde öğrencilik yıllarım da dahil olmak üzere 10 sene çalıştım. Bunun son 5 senesini öğrencilikle birlikte sürdürdüm.

Üniversitede öğrenciyken (ve bir yandan da okul gazetesinde çalışıyorken) fotoğraf hocama doğum fotoğrafları çekmek istediğimi söyledim. Sanırım hocamın gözlerindeki ışıltıyı görmesem, beni desteklediğini ifade eden sözlerini duymasam bu kadar cesaretle bu işe girişemezdim. Ve işte 7 senedir bu mesleği yapıyorum.

Mesleğinizi yaparken örnek aldığınız kimler var?
En çok babamı örnek alıyorum. Çok çalışkan, azimli biriydi. İşini çok seviyordu ve işine duyduğu heyecanını daima taze tutmayı başarıyordu. Sanırım ben de heyecanı taze tutma konusunda ona çekmişim. Motivasyonumun düşük olduğu zamanlarda, hiçbir şey yapamıyorsam, çalışma masamın yerini değiştiriyorum, yeni kırtasiye malzemeleri alıyorum vs bunlar beni motive ediyor. Dışarıdan gelecek güzel tepkiler de insanı motive eder ancak, kendi kendini motive etmenin yollarını bulmak her zaman daha çok yol kat etmenizi sağlıyor.

Karşılaştığınız zorluklara örnek verebilir misiniz?
Stresli bekleyişler, uzun süren bekleyişler (bazen bir doğum 10-12 saat ve daha fazla sürebiliyor), yetişme telaşı, fotoğrafları bilgisayar aktarmadan önce ya bir şey olur da fotoğrafların başına bir şey gelirse telaşı… Kısacası geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayan bir iş yaptığım için, hem çalışma esnasında hem de sonrasında bolca stres söz konusu, ama yine de bir bebeğin ilk nefesine şahitlik etmek muhteşem bir duygu!

Gelecek için nasıl planlarınız var? Hedefleriniz neler?
Her geçen gün bir şeyler öğrenmeye devam ediyorum. Mesleğimle ilgili de daha başarılı olmak istiyorum elbette. Güzel planlarım var 2011 senesi için, ancak bunlar şimdilik sürpriz! :)

Çocukluğunuzda hayalinizdeki meslek neydi?
Çocukken hayalim “Çocuk Doktoru” olmaktı. Çünkü düzenli olarak gittiğimiz çocuk doktorunun muayenehanesi masal gibiydi. Her yer oyuncaklarla doluydu, kocaman bir kavanozun içinde rengarenk şekerler vardı ve her gidişimizde o şekerlerden ikram ederdi. Hiçbir zaman korkmadım bu yüzden doktora gitmekten, hatta işimiz bittikten sonra bile bir süre kalıp oyuncaklarla oynamak isterdim. Oraya gitmek için hasta numarası yapmışlığım bile var. Öylesine etkiledi ki beni o mekan, hep çocuk doktoru olmak istedim. Ancak sayısal tarafımın oldukça zayıf olduğunu fark etmem çok sürmedi :)

Fotoğraf, her zaman ilgimi çekti. Babam çok meraklıydı. Çocukluğuma ait binlerce kare fotoğrafım var, küçücük bir çocukken ben de babamın makinesi ile fotoğraflar çeker, tab edilmesini sabırsızlıkla beklerdim. Uzunca zaman hobi olarak devam ettim fotoğraf çekmeye, ancak çevremdeki arkadaşlarımın anne-baba olmaları, beni bebek-çocuk fotoğrafları çekmeye yönlendirdi. Sonrasında bebek bekleyen arkadaşlarımın ihtiyaçlarını karşılamak üzere devam ettim fotoğraf çekmeye. (Bu sırada Görsel Sanatlar okuyordum zaten)

Bir gün hiç tanımadığım insanların beni arayıp doğum fotoğraflarını çekmemi talep etmeleri üzerine anladım ki, ben hobim mesleğe dönüşmüştü bile.

Nasıl bir öğrenciydiniz?
İlkokulda da, üniversitede de sınıfta pür dikkat dinleyen, derse katılan, anlasa bile sağlama yapmak adına tekrar tekrar sorular sorarak öğretmeni bunaltan, eve gelince de defteri kitabı fırlatıp ertesi sabaha kadar asla suratlarına bakmayan bir öğrenci idim. Evde oturup ders çalıştığımı çok hatırlamam. Ama başarılıydım! Ödevlerimi de okulda ya da eve gelmeden babamın ofisinde bitirirdim. Üniversite hayatım boyunca da, tasarım uygulama vs gibi proje ödevleri haricinde oturup ders çalışmadım, projeler içinse sabahladığım çok oldu, ancak sabahlamamın nedeni de hep en son güne bırakmamdı. Son güne kadar jüriye bir şeyler sunmam gerektiğinin bilinci ile karın ağrıları çeker, sabaha karşı aklıma gelen fikri uygulamaya koyar ve alnımın akıyla projeden çıkardım. Son dakikacı bir insanım, bu gerçekten çok yıpratıcı yorucu bir durum ama, değiştirilmiyor!

En sevdiğiniz dersler hangileriydi?
Türkçe! Yazmayı, okumayı hep çok sevdim. Dil bilgisini çok sevdim. Türkçe derslerinde (üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı casino online dersinde) hiç sıkılmadım. Hatta kredili bir ders olmadığı için ve sabahın en erken saatine konduğu için derse kimsenin gelmediği günlerde sevgili Türk Dili ve Edebiyatı Hocam, Nebi Ceylan ile tek başımıza ders yaptığımızı hatırladım. Ders de denmez gerçi, daha çok sohbet ederdik. Ondan o kadar çok şey öğrendim ki!

Aslında bu dersi sevmemin nedeni hep öğretmenlerimdi. Ortaokulda sevgili hocam Ayşen Güner, üniversitede de sevgili hocam Nebi Ceylan, en sevdiğim dersin hep en sevdiğim ders olarak kalmasını sağladılar.

Üniversitedeki mesleki derslerimin arasında tabii ki Fotoğraf ve bazı tasarım dersleri vardı çok sevdiklerim, ancak şimdi düşününce görüyorum ki, dersin hocasını ne kadar seviyorsam, dersi de o kadar sevmişim.

En sevdiğiniz öğretmenlerinizi hatırlar mısınız? Benzer özellikleri var mıydı?
Yukarıda saydıklarım, Ayşen Güner, Nebi Ceylan, Fotoğraf hocam Melih Zafer Arıcan (mesleğim konusunda bana çok büyük destekleri de olmuştur) Tasarım hocalarımdan Nazlı Eda Noyan ve Güven Çatak (halen ara ara kulaklarını çınlatırım, e-posta atarım, onlardan öğrendiğim ve mesleğimi yaparken işimi, hayatımı kolaylaştıran bir sürü şey var.)

Ortak özellikleri sanırım hepsinin bir arkadaş gibi yaklaşması öncelikle. Ders dışı konularda da sohbet etmeleri, bildiklerini aktarırken, gerçekten öğrenip öğrenmediğinizle ilgileniyor olmaları. Kısacası işlerini iş olsun diye değil, gerçekten inanarak ve severek yapıyor olmaları.

Okul hayatınızda ne gibi şeylerle ilgileniyordunuz, ne tip etkinliklere katılıyordunuz?
Aslında çok düzensiz ve alışılmışın dışında bir okul hayatım olduğu için, sürekli olarak yaptığım bir aktivite olmadı hiç. Ara ara ilgilendiğim konular vardı. Ancak ben zamanımın çoğunu küçük sınıflarda kitap okumaya, üniversitede ise fotoğraf çekmeye ve çalışmaya harcadım.

Hangi bölümde okumak istiyordunuz? İstediğiniz bölümde okuyabildiniz mi?
Her şeyden önce çok farklı insanları tanımamı ve farklı düşünce yapısındaki insanlarla bir arada olmanın ne demek olduğunu anladım. Çünkü ilkokulu 2 farklı okulda, ortaokulu 3 farklı okulda (biri yurtdışındaydı üstelik, diğer ikisi kolej ve devlet okulu idi) liseyi meslek lisesi akşam lisesi açık lise şeklinde okudum. Üniversiteden ise 26 yaşımda girip, 31 yaşımda mezun oldum.

Aldığım mesleki ve temel bilgilerin yanı sıra, bir sürü farklı öğretmenimden hayata dair bir sürü şey de öğrendim elbette. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde eğitim hayatının insana kattığı en az değerli şeyin çarpım tablosu, bölgelerin iklim koşulları, tarihteki savaşlar vs olduğunu görüyorum. “Ders” olarak okutulan şeylerin, gerçekten emek veren öğretmenlerin olduğu bir ortamda aralara serpiştirilmiş bilgiler olduğu kanaatindeyim.

Staj yaptınız mı? Nasıl bir süreçti?
Tüm üniversite yaşamım zaten bir yandan çalışarak geçtiği için aslında hep staj halindeydim. Özellikle gidip bir yerde staj yapmadım ancak staj çerçevesinde Eczacıbaşı gibi kurumlarda tasarım projeleri gerçekleştirdim.

Kariyerinizde kaldıraç ve kırılma anları oldu mu?
Aydın Doğan Vakfı Genç İletişimciler yarışmasında ödül almam oldu diyebilirim. Daha fazla adımın anılmasına, daha fazla insanın bana ulaşmasına ve portföyümü geliştirmeme yardımcı oldu.

Şans ve rastlantılar var mı kariyerinizi/yaşamınızı etkileyen?
Kesinlikle var! Bir firmada, halkla ilişkiler ve reklam departmanında çalışırken gazetede gördüğüm bir ilanla Bahçeşehir Üniversitesine yönetici sekreterliği için başvurmuş olmam, başvuruma 3 ay sonra olumlu yanıt almam, üniversitede Prof.Dr. Nurbay Gültekin’in asistanı olarak işe başlamam, işe başladığımda henüz tek bir öğrencisi bile olmayan üniversitede kuruluş çalışmalarından itibaren bulunmam yaşamımı çok etkiledi.

Senelerce Nurbay Hoca ile farklı departmanlarda çalıştıktan sonra, bir türlü bitiremediğim liseyi açık öğretim lise programına kaydolarak bitirdim ve girdiğim üniversite sınavından sonra Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı bölümünü kazandım. Sevgili Nurbay Hocam tüm bu aşamalarda, öncesinde, sonrasında bana inanılmaz destek oldu.

O ilanı görmesem, bir departmanın başında iken sekreterlik mi yapacağım desem, başvurmasam, senelerce içinde bulunduğum kurumu sahiplenerek çalışmasam, bugün nerede ne yapıyor olurdum hayal dahi edemiyorum. Tek bildiğim belki de mesleğimi bulamaz, bugünkü kadar mutlu olamazdım.

Sizin geçtiğiniz yerlerden geçecek olan bu öğrencilere tavsiyeleriniz, motive edecek, daha başarılı olmaya yönlendirecek önerileriniz var mı?
Çok klasik ama “Hiçbir şey için geç değil!” Üniversiteyi kazanamamış, bir şekilde istediği mesleği yapamamış insanların ümitsizliğe kapılmak yerine, “sıfırdan” başlamayı göze almalarını ve kendilerini mutlu edecek işi yapana dek peşini bırakmamalarını tavsiye ediyorum. Çünkü o kadar iyi biliyorum ki, sevmediğiniz bir işi yapmak insanın kendi kendine yapacağı en büyük işkencelerden biri. Evet süreçler zorlu olabilir, istediğiniz işi yapabilmek için bazı şeyleri feda etmek zorunda kalabilirsiniz. Hatta maddi anlamda da zorluklar çekebilirsiniz, ancak bazı zorlukları göze almadan istenilen noktaya ulaşmak her zaman mümkün olmuyor.

Ekibinize genç bir kişi seçecek olsanız nelere dikkat edersiniz?
Yeteneğinden önce, naif olup olmadığına, güler yüzlü olmasına (çünkü birebir insanlarla birlikte çalışıyoruz ve doğum yapmak üzere olan bir kadının en son isteyeceği şey karşısında somurtan biridir sanırım), sabırlı, anlayışlı ve hevesli olup olmadığına bakardım.

Fotoğrafçı olmak isteyen bir gence neler önerirsiniz?
Gerçekten yapmak istedikleri işe konsantre olmalarını öneririm. Fotoğrafçı olmak istiyorlarsa fotoğrafa, tasarımcı olmak istiyorlarsa tasarıma, mühendis olmak istiyorlarsa mühendisliğe… O işi de yapayım, yanında bunu da yapayım, hem doktor olayım, hem de fotoğrafçı olayım diye bölündükleri sürece bir şeylerin yarım yamalak olması kaçınılmaz. Eğer gerçekten fotoğrafçı olmaya karar vermişlerse, ilgili bölümlerde eğitim alabiliriler, bol bol fotoğraf çekerek bakış açılarını zenginleştirebilirler, amatör ve profesyonel fotoğrafçıların çalışmalarını inceleyerek, kim nerede ne yapmış gözlemleyebilirler. Özellikle fotoğrafçıların portfolyolarını incelemek onlara çok şey katacaktır.

Kendinizde beğendiğiniz güçlü özellikleriniz hangileri?
Çabuk ve çok basit şeylerle mutlu olabiliyorum. Bahsetmiştim, canım çalışmak istemediğinde masamın yerini değiştirmek bile beni mutlu ediyor, motive oluyorum. Ya da yeni aldığım bir kalem, çektiğim bir fotoğrafa yapılmış güzel bir yorum o günü kurtarabiliyor. Çabuk yıkılmıyorum, hemen pes etmiyorum ve sanırım en önemlisi sıfırdan başlamaktan asla korkmuyorum.

İşinizi daha iyi yapmak için hangi yönünüzü geliştirmek istersiniz?
Fırsat bulup doğum haricinde de fotoğraflar çekerek kendimi geliştirmeyi isterim. Ancak biraz tembellik ediyorum sanırım. Doğum fotoğrafı çekmek beni o kadar tatmin ediyor ki, başka bir objenin/insanın fotoğrafını çekme ihtiyacı hissetmiyorum. Ama buna zaman ayırsam çok iyi olacak.

İşinizde daha iyi olmak için nelere dikkat edersiniz?
Sakin olmaya ve daima olumlu düşünmeye. Kendi kendime daima “iyi düşün, iyi olsun” derim. Sakin ve olumlu olduğum sürece işlerin ters gitmeyeceğine inanıyorum.

Kendinizi daha mutlu hissetmek için neler yaparsınız?
Kendini beğenmişlik gibi algılanmasın ama, kendi çektiğim fotoğraflara bakarım. Fotoğraflarına baktığım bebeklerin doğdukları günü hatırlamaya çalışırım, ailenin heyecanını, o gün yaşanılanları, bebeğin o ilk anlarını, bu bana çok iyi gelir.

Bunun dışında bana çok iyi gelen diğer bir şey ise kırtasiye alışverişi yapmak, kalemler, defterler her zaman beni mutlu etmiştir.

Hobileriniz nelerdir, nelerle ilgilenirsiniz?
En büyük hobim sanırım inekler :) İnekli objeler biriktiriyorum (www.vayinek.com) Elimdeki objeleri düzenlemek, fotoğraflamak, web sitesine eklemek oldukça zamanımı alıyor (her ne kadar son zamanlarda biraz ihmal etsem de)

Sizi yönlendiren, tavsiye edeceğiniz 1-2 film ve kitap ismi alalım.
Başucu kitabım Çalıkuşu’dur. Bazen ben de Çalıkuşu gibi her şeyi geride bırakıp, ücra bir Anadolu kasabasına kaçmak ve orada hiç tanımadığım çocuklara öğretmenlik yapmak isterim. Neden bilmiyorum ama bu karakter beni hayatımın her döneminde çok etkilemiştir.

Başucu filmim ise Selvi Boylum Al Yazmalım’dır. Kitabını da çok severim.

En çok etkilendiğim filmlerden biri de Yahudi asıllı Polonyalı besteci ve piyanist Władysław Szpilman’ın hayatının anlatıldığı, bir Roman Polanski filmi olan Piyanist’tir. Filmde en çok etkilendiğim şey, Władysław Szpilman’ın 88 yaşına kadar yaşamış olmasıdır. Yaşadığı onca şey, karşılaştığı acılar ile bir insanın 88 yaşına kadar hafızası yerinde hayatta kalması kim bilir nasıl bir acıdır diye düşünmüşümdür.

Bir kitap okudum/bir film seyrettim hayatım değişti diyebileceğim hiçbir kitap ve film olmadı, bu söylemi de hiçbir zaman çok samimi bulmadım zaten. Ya da bu kadar çabuk değişime karakteri oturmuş bir insanın uğrayabileceği ihtimalini aklım almıyor diyebilirim. Ancak beni gerçekten etkileyen iki kitabın ismini vermek isterim, biri Zerrin Özer’in “Bir Sarışın Küçük Kız” kitabı, diğeri ise Arda Uskan’ın Gelişim Yayınlarının kurucusu Ercan Arıklı’nın hayatını kaleme aldığı kitap: “…güle güle “bebeğim”…”

Yasemin Sungur

Önceki İçerikEkim Düşü İle Düşlerimi Ektim
Sonraki İçerikBaşarılı Bir İş Kadını, Sevgi Dolu Anne Ve Hırslı Toplum Gönüllüsü: Anita Roddick
Yasemin Sungur
Yıllar önce okul dönemimin bittiğini söyleseler de ben hayatın tutkulu bir öğrencisi ve seçip aldıkları, özünden kattıkları ile sen izin verirsen ben bir rehber. Ben bir Özgür Martı. Ben bir düşleyen. Kanatlarım ile gelişime, paylaşıma ve değişime keyifle uçarım. İçimizde yaşayan gerçek Martı Jonathan’lara ulaşmak için MartiDergisi.Com’u uçurdum. Şimdi hep birlikte uçuyoruz. Kitapdaşlarımla birlikte Kitap ile Sohbet ederim ve onları İstanbul Oyuncak Müzesin de baş konuk olarak ağırlarım. Oyun oynamayı bırakmadım. Hayatı kelimeler ile anlatmayı, yazmayı ve onların büyüsüne kapılıp Yaz(ı) Kamplarımı keşfe dönüştürmeyi bilirim. Harekete Geçmeyenleri enerjimle uyandırırım. Sevgiyle nefes alıp, şiirle güne başlarım. Aşk ile Can oğlum ve Ceren kızımla, evrende hayat bir başka güzel. Şükür...

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz