Körleşme – Ellias Canetti
Bugüne kadar neden okumamışım dediğim bir kitap oldu Körleşme. Okuması zor ama okunması gereken bir kitap. Çoktandır aradığım demir leblebiyi bulduğum için çok mutlu hissettim kendimi. Üstelik okuma öncesi Feridun Andaç ile bu kitap üzerine bir sohbete katılmış olmam sayesinde çok verimli bir okuma serüveni oldu benim için. Bir bilim adamının gözünden insanlara bakışı ya da bakamaması, iletişimsizliğin ve kötücüllüğün romanı. Profesör Kien ve önce hizmetçisi sonra karısı Therese’nın üzerinden açgözlülük, budalalık, iletişimsizlik ve sonunda körleşme… Kien’in halkım dediği kitaplarıyla konuşması ise bir tam bir efsane. Ve bu kitap için söyleyebileceğim son söz, bir edebi şölendi.
Nazlı Kar – Jun’ichiro Tanizaki
Kitabın adı Japon algısını, estetiğini, Japonların mevsimlerle ilişkisini anlatıyor. Kitabın orijinal ismi Sasameyuki; çisildeyen kar anlamına geliyor. Kitapta kar sahnesi hiç olmamasına karşılık yazarın kitaba bu ismi vermesinin nedeni, Japon şiirinde sıklıkla karşılaşılan sakuraların (kiraz çiçekleri) baharda dallarından döküldüğünde verdiği kar görüntüsünü ifade eden söz sanatı. Mkioki ailesinden dört genç kız kardeşin çevresinde gelişen olaylar kitabın ana konusu. Kitap tam bir kadın romanı. Kardeşlerin biri tam bir batılı gibi giyinirken bir diğeri geleneksel Japon giysileri ile devam etmektedir günlük yaşamına. Yazar burada doğu ve batı sentezi yaparken olayın içine bizi hiç fark ettirmeden çekiyor. Mevsim geçişleri ise hüzünlü bir şekilde yaşlılığa giden yol gibi anlatılıyor. Kitaptan bir alıntı aldım sizler için, kitap hakkında biraz daha bilgi verebilmek adına.
“Japon şiirinde kiraz çiçeklerine dair yüzlerce, binlerce şiir söylenmişti… Eskiler çiçeklerin açmasını sabırsızlıkla bekler… dalından düşüp giden çiçeklere hüzünlenirdi… defalarca, tekrar tekrar aynı şeyi dillendiren sayısız şiir yazılmıştı. Sachiko küçük bir kızken, bu şiirler ona çok sıradan gelir, pek duygulanmadan okuyup geçerdi. Yıllar geçip yaşı ilerledikçe eski zamanlarda yaşamış bu insanların, sadece hoş ve zarif bir söz söyleme kaygısında olmadığını fark etmişti. Kirazların çiçek açmasını nasıl özlemle beklediklerini… sonra en görkemli zamanlarında dökülüp giden çiçeklerin yarattığı hüznü… Sachiko da ruhunun derinliklerinde hissetmeye başlamıştı.”
Yedinci Bayrak – Ayla Kutlu
Ayla Kutlu, benim kitaplarını sabırsızlıkla beklediğim bir yazar.
Kitapta, Osmanlının Balkanlardaki topraklarını kaybederken oralarda yaşayan Türklerin çektiği acıları anlatıyor. Savaşın acıları, yok ettiği yaşamlar, parçalanan aileler ve savaşın önüne katıp oradan oraya sürüklenen insanlar… Ne acıdır ki tarih bize hiç bir şekilde ders olmuyor ve dünya hala savaş çığlıkları ile inliyor. Bir roman kurgusu içinde olsa da gerçek belgelere dayandırılan kitap adeta bir belge roman niteliğinde. Kitabın ana kahramanı olan Hasret’in Saraybosna’da başlayıp İzmir’e kadar süren savaşın gölgesindeki bu göç hikâyesi kendine güvenli bir vatan bulana kadar yıllarca sürer. “Bir Göçmen Kuştu O” ve Emir Beyin Kızları ile Kafkas Göçünü, Çerkeslerin vatanlarından çıkarılmalarını -ki bunlardan biri de benim babaannemdir- anlatan Ayla Kutlu bu kez de Balkanlardan gelen göçü anlatmış bize. Her iki göçü de kadınların gözünden kadınları çok kahramanlaştırmadan anlatması olayları dolayısıyla kitabı çok gerçekçi kılıyor.
Kaderin Kızı – Isabel Allende
İsabel Allende, biraz garip bir şekilde girdi hayatıma ve girmesiyle çıkması bir oldu. Tekrar Allende kitapları okumaya başlamam ise yıllar sonra oldu ve ondan sonra da hemen hemen tüm kitaplarını okudum.
İki bin yılında, kızım ameliyat olmuştu. Ona refakat ederken hastanede okumak için kendime Allende’nin Paula adlı kitabını seçmiştim. Ama kadere bakın ki Isabel Allende de bir anneydi ve bu kitabı hastanede yatan kızının başucunda beklerken yazmıştı. Bu beni çok etkiledi aynı zamanda da o günleri hatırlamama neden olduğu için garip bir biçimde itti. Çok yıllar sonra “Ruhlar Evi” hakkında duyduklarım kitabı okumak için içimde sonsuz bir istek uyandırdı ve onunla tekrar başladım. Kaderin Kızı, İngiltere’de başlayıp Şili’de devam eden ve California’da son bulan bir hikâye. Bir sabah kapısında sabun kutusu içinde bulduğu bebek Eliza ve onu annesi gibi bağrına basıp büyüten Rose’nin Şili’de gayet huzurlu biçimde süren hayatları Eliza’nın büyüyüp hiç tasvip etmedikleri birine âşık olup üstelik onu ardından California’ya gitmesiyle birdenbire değişir. Amerika’da “Altına Hücum Yılları”nı da anlatan bu kitap; kitap kulübümüzün mart ayı kitabıydı aynı zamanda ve biz bu kitabı çok sevdik. Allende kitaplarının hepsinde var olan büyülü gerçeklik kitabı bambaşka bir yere oturtuyor. Hikâyede Çin tıbbında yer alan alternatif tedavi usulleri, Çinli kadınların güzellik uğruna katlandıkları hatta sakat kalmalarına neden olan ayaklarını ta küçük yaşlardan itibaren bağlamaları sonucu kavuştukları zambak ayakların anlatıldığı bölümler beni en çok etkileyen yerler oldu. Rose ve Eliza’yı mutlaka tanıdığınız roman kahramanları arasına katmalısınız. Kitaptan altını çizdiğim bir cümle ile bitireyim: “Bir yere kadın gelirse, uygarlık da gelir.”
Kayıp Kızın Hikâyesi – Elena Ferrante
Bu ay okuduğum son kitap, Napoli Romanları’nın dördüncüsü olan Kayıp Kızın Hikâyesi/ Elena Ferrante idi. Küçüklüklerinden itibaren ki yaşamlarına tanık olduğumuz Lina ve Lenû artık olgunluk çağlarındalar. Çok farklı hayatlar yaşıyorlar.
Lenû’nun üniversiteye gitmesiyle başlayan süreçte farklı şehirlerde yaşamaya başlamışlardı ama şimdi yine Napoli’deler. İki kadının dostluğunu, arkadaşlığını, itişip kakışmalarını okurken hep şunu düşündüm acaba Lenû ve Lina gibi bir arkadaşım olmasını ister miydim? Cevabını hala bulamadım. İkisini de çok sevdim, ikisini de hiç sevmedim, onlara çok kızdım çok hak verdim kısaca kitaplar bitti ve ben onları çok özledim.