Calvino’nun “Klasikleri Niçin Okumalı?” denemesini çok daha önceleri, lise yıllarımda okumayı dilerdim. Bugüne dek oluşan o muhteşem külliyatı zaten hiçbir zaman tamamen okuyamayacağımı bilerek ne kadar okusam kârdır düşüncesiyle hep bildik sularda yüzmeye çalışıyordum. Calvino bu soruya, yazdığı denemede on dört maddeyle yanıt veriyor. Bu maddeler arasında bana ışık tutan ve özellikle belirtmek isteyeceğim üç madde var. İlk madde:
- Klasikler, haklarında asla “okuyorum” sözünü değil, genellikle “yeniden okuyorum” sözünü işittiğimiz kitaplardır. (sf. 11)
Özellikle bu maddeye tutunup, okuyamadıklarımı düşünüp daha çok okumalıyım diye kendi kendimi yemezdim, bir can simidi olurdu. Her kitabın bir zamanı var, belki de hazır olmadığında okuduğun bir metin hak ettiği değeri kazanamayacak belleğinde. Gerçekten “tekrar okuduğumuzda” da bambaşka bir metin olacak okuduğumuz. Umberto Eco da “Bence, edebiyatın gücü, bir metnin, hiçbir zaman tümüyle tüketilmeksizin durmadan farklı okumalar üretebilmesindedir” diyor. Bazı kitapları yeniden ve yeniden zihnimizde üretirken, bazılarına hiç ulaşamayacağız şüphesiz. Okur olarak okuduklarımızdan inşa olan bir merdivene çıkıyoruz aslında. Merdiveni ne kadar sağlam tutarsak o kadar güven ve hızla tırmanırız basamakları. Ne demiş şair “Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden…” Zira ikinci madde şöyle devam ediyor:
- Okumuş ve sevmiş olanlar için zenginlik anlamına gelen, ama zevkine varabileceği daha iyi koşullarda ilk kez okuma şansını bulanlar için de o denli zenginlik demek olan kitaplara klasik denir. (sf. 12)
Klasikleri okuruz çünkü bizden önce gelen ve bugünün edebiyatını yaratan sözcüklerin nasıl varolduğunu bilmek isteriz. Çağdaş edebiyat metinlerini okumayı bu temelin üzerine kurduğumuzda hem bugünün hikâyesine hem de satır aralarından sızan geçmiş hikâyelere kulak veririz. Her metin kendinden önce gelen metinlere dayanarak ilerler çünkü. Onların da temelini geleneksel anlatı oluşturur. Salman Rushdie “Hiçbir öykü gökten zembille inmez; yeni öyküler eski öykülerden doğar, onları yeni kılan yeni bileşimleridir” der. Eskiyle yeni kol kola gülümser satır aralarında. Metinlerarasılık denen o detayları yakaladığımızdaysa okur olarak aldığımız okuma hazzı derinleşir. Calvino’nun yedinci, benim üçüncü maddem ise şöyle:
- Klasikler, bizim okumamızdan önceki okumların izini üzerlerinde taşıyarak ve geçtikleri kültür ya da kültürlerde (ya da daha yalın bir dille, dil ya da görenekte) bıraktıkları izi peşlerinden sürükleyerek bize ulaşan kitaplardır. (sf. 13)
Klasikleri okumalıyız çünkü bugünün metinlerine ancak onlardan geçerek ulaşabiliriz. Çağdaş metinleri okumalıyız çünkü, bugünü, bir dönemi, bir toplumu, bir kültürü anlamanın en iyi yolu edebiyat metinlerini okumaktır. Her şeyden önce kendimizi tanımanın, başkalarını anlamanın… İnsan başka hayatları okumadan, başka zihinlerle karşılaşmadan nasıl zenginleşebilir?
Klasikler her zaman başucumuzda durur ama çağdaş bir yazarı takip etmenin güzel taraflarından biri de yeni çıkacak bir kitabını beklemenin heyecanı ve varolan umududur. Geçmişten gelen yazarları(mı)n artık yeni bir metin yazamayacak olmaları beni hep üzer. Oğuz Atay, Sevgi Soysal, Tezer Özlü yaşasalardı kim bilir bambaşka nasıl hikâyeler okuyacaktık. Onların imbiğinden süzülecek dünya kim bilir zihnimizde başka hangi kapıları açacaktı? Hangi sözcükleri yan yana getireceklerdi? Özellikle erken göçmüş yazarları(mı)n âdeta yasını tutarım.
Bugünün edebiyatını okurken kimi zaman yazılan metinler bana yalnız olmadığımı hissettirir, yaralarıma merhem olurken kimi zaman da başka düşünceleri, yaşamları anlamamı ve haberdar olmamı sağlıyor. Bir acıyı hafifletiyor, iyi bir şeyi çoğaltıyor, yaşamak için alan açıyor.
Son olarak çağdaş edebiyatı okumalıyız çünkü yarının klasikleri bugünün metinlerinden çıkacak. Ve her şeyden önce “okumalıyız”, çünkü okumak varken neden aksini yapalım ki?
Ayşen Atalay