Kapağında eski bir akordeon ile bizi karşılayan Jale Sancak’ın son romanı Uyanan Güzel “Gri Şehir Masalı’yla” başlıyor. Jale Sancak’ı şiirleri, ödüllü öyküleri, yaptığı radyo ve televizyon programları ve çeşitli atölyelerde verdiği eğitimlerden tanıyoruz. Aynı zamanda modelist ve tasarımcı olarak da çalışıyor. Tekstil sektöründe oluşunun izlerini kitabındaki ilk karakterinde hemen görüyoruz. Terzilik yaparak parasını kazanan Vahide’nin fiziksel yaşı elli civarında olsa da ruhen kendini daha yaşlı, yaşanmışlıklarından yorgun hisseden biri. Hafif tombul hatları olan, menopoza girmiş ve sıradan bir hayat süren bir kadın. Yatalak babası Azim Bey’den nefret etmek için geçerli nedenleri varken, vicdanına ve yeğenine olan sevgisine sığınıp onunla aynı evde yaşıyor. Akordeon ustası ve sokak çalgıcısı Romanyalı Adrian’la karşılaşana kadar, aşktan ve umuttan oldukça uzak bir yaşamı var. Adrian ise Bosna savaşı sırasında bombalanan pazar yerinde tek bacağını kaybetmiş biri. Protez bir bacak için yeterli parayı kazanmak ise en büyük hayali. Günümüzün Gezi gençliğini anımsatan akıllı, duyarlı ama kendini ve olayları sorgulamaktan vazgeçmeyen, mücadeleci yeğen Deniz, onun Arda’sı ve Ceren’i, dizi oyuncusu Melis, barakadaki balıkçı ise diğer karakterler.
Yeşil alanları yok edilip yerlerine alışveriş merkezleri veya devasal binalar dikilen bir şehirde geçiyor olaylar. Kalabalık, gri renkte ve her şeyin hızlı ilerlediği, birbirine değmeyenlerin yaşadığı bir şehir burası. Sel metaforuyla doğanın ve eko sistemin yok edilmesi çok güzel ifade ediliyor. Metalle kaplanmış, ağaçsız, nefes alamayan topraklarda sokağa dökülmüş protestocu gençlerle beraber yürüyoruz. Betonlaşmadan kaynaklanan aşırı sıcaklar ve fırtınalar bizi boğarken, sokak çalgıcılarına yasak gelmesi her şeyi daha da kötüye götürüyor. Zaten romanın dönüm noktası da burası. Umut ve aşk hiç beklemediğimiz zamanlarda, hiç beklemediğimiz şekilde çıkmaz mı karşımıza? Olaylardan çok karakterlerin duygu durumlarından ilerleyen satırlar bizi birçok farklı iç sorgulamaya taşıyor. “Herkes sevilmeye layık mıdır, onaylanmak için mi yetiştiriliyoruz?” gibi soruların cevaplarını aramaya başlıyoruz. Toplumun koyduğu kurallar ile bireysel isteklerin çeliştiği karanlık yollardan geçiyoruz.
Metnin daha derinlerine indiğimizde bunun bir “bildungsroman” (oluşum romanı) olduğunu fark ediyoruz. Bir yandan Vahide’nin ruhsal dönüşümüne tanıklık ederken, öte yandan Deniz’in de değişim ve olgunlaşma süreçlerini görüyoruz.
‘Uyanan Güzel’ yazarın sesini duymadığımız, bilinç akışı, iç monolog gibi tekniklerin kullanıldığı, sade dille yazılmış bir roman. Hayatın içinden karakterler ve samimi duygu aktarımları var.
Alınmışlar, verilmişler, fedakârlıklar, bağlar, bağlılıklar, bağımlılıklar… Ürküten ve sevindiren, yaralayan ve onduran, yolunu kesen ve yolculuğu dayanılır kılan… Hangisi? Biri… Hepsi. Yutkundu Deniz, aralarındaki bağ, sevgiden de öte, acıyla örülü, hafifsenemez, ne hafifsenmesi, koparılamaz. Bergman’ı bırak bir kenara, çokbilmişliği bırak, karşındaki can kadına sarıl.
Özlem, öfke, acı, isyan, hesaplaşma, aşk gibi birçok karmaşık konuyu barındıran satırları bitirdiğinizde içinizde hoş bir duygu ile hafif bir sızı kalıyor.
Romanın ana eksenini kendimizi tanımanın önemi ve sevginin gücü olarak da özetleyebilirim. Tek başına yürümeyi öğrenerek bize umut veren Vahide’ye ve günümüz problemlerine ışık tutan yazara teşekkürler.
Pınar Alpay
Uyanan Güzel – Hep Kitap / 184 sayfa