Şubat ayı, gerek havaların soğuk oluşu gerekse memlekette serbest dolaşım hakkını sonuna kadar kullanan virüsler yüzünden hasta ve mecburen evde olmam dolayısıyla kitap okuma açısından verimli geçti. Okumaktan çok hoşlandığım kitaplar okudum. Beğenilerimi de sizlerle paylaşmak istedim.
Kırmızı Saçlı Kadın/Orhan Pamuk
Orhan Pamuk okurlarına bir sürpriz yapıp, pat diye bir kitap çıkardı. Belki biz, henüz Kafamda Bir Tuhaflık Var kitabından sonra henüz “Ah Orhan Pamuk okunabilir kitaplar da yazarmış”ın sarhoşluğundaydık hâlâ… O yüzden bu süre kısa gelmiş olabilir bize. Ama kendisi bu kitaba 20 yıldır hazırlandığını, yirmi yıl önce evinin yan bahçesinde bir kuyu açıldığını, kuyunun açılma süresi zarfında da hem kuyu açılma çalışmalarını izlediğini hem de kuyucularla çok sohbet ettiğini söylüyor. Babası onları terk edince, üniversiteye hazırlık dershanesine gitmek için para biriktirmek amacıyla yaz tatilini Öngören kasabasında bir kuyucuya çıraklık ederek geçiren ve burada çadır tiyatrosu oyuncusu Kırmızı Saçlı Kadın’a rastlayıp âşık olan Cem’in aşk hikâyesi gibi görünse de aslında içten içe babasıyla hesaplaşmasıydı hikâye. Orhan Pamuk bu hesaplaşmayı “Kral Oidipus” ve Firdevsi’nin “Rüstem ve Sührab”ı üzerinden yapar.
Kadınsız Erkekler/ Haruki Murakami
Haruki Murakami, benim yazar sıralamamda ilk beşe giren bir yazardır. Bu kez bir öykü kitabı çıkardı. Bu kitap kötü müydü, hayır ama bana Murakami okuyormuş tadı vermedi. Hele son iki hikâyesi olmasaydı Murakami okuduğumu anlamazdım bile… Hani o gökten yağan balıklar, konuşan kediler, gerçek ile gerçeküstü arasında gidip gelmeler, insanda kuyulara inme isteği uyandıran duygular, gölgesiyle dostluk kurmaya özendirmeler hiç biri yoktu. Satır altlarındaki müziği bile iki hikâyede duydum. Ama olsun Murakami candır, canandır…
Bayan Ming’in Hiç Olmayan On Çocuğu/Eric Emmanuel Schmit
Çin ile oyuncak ticareti yapan Fransız bir iş adamının kaldığı otelin tuvaletçisi Bayan Ming ile olan dostluğunu okurken, Mao’nun ölümünden sonraki Çin’i ve de Konfiçyus’un öğretilerinin Çinlilerin yaşam felsefesine nasıl karıştığını görürüz. Bayan Ming, ikinci çocuğun doğurulmasına izin verilmeyen Çin’de tam 10 çocuğu olduğunu söyler ve iş adamının her gelişinde birinin hikâyesini anlatır. 10 çocuğun imkânsızlığı karşısında kadının yalan söylediğine inanan adam, kadının anlattığı gerçek hikâyeler arasında bocalar durur. Düğüm kitabın sonunda çözülür tabii ama bunu burada yazacak değilim. 67 sayfalık hap kadar kitabı bir kahve molasında bir çay saatinde okumanızı öneririm.
Kum Kitabı/ Jorge Luis Borges
İşte geç kaldığım kitaplardan biri. Borges’in 13 hikâyeden oluşan bu kitabını da okumayanlara şiddetle öneriyorum. Borges 30 yaşında kör olmuş ve en önemli eserlerini kör olduktan sonra vermiş. Belki de o yüzden beni en çok etkileyen öyküsü, bir parkta kendi gençliğine rastlayıp bankta yanına oturup ettiği sohbetti. İleride kör olacaksın ama korkma dedi, öyle birdenbire olmayacak. Bir yaz akşamı gibi yavaş yavaş olacak. Sanırım uzun yıllar unutamam bu cümleyi…
Palma’nın Pirinci/Francisko Azevedo
Palma, ağabeyi ve yengesinin düğününde, onların başlarından atılan pirinci tek tek toplayarak bir çuvala dolduran -ki tam 12 kilogramdır- ağabeyi tarafından kendilerine hakaret edildiği düşüncesiyle çok sert karşılanır. Ama yengesi bunu çok romantik bulduğunu söyler ve pirinci saklar. Pirinç hiç bozulmadan 100 yıl duracak ama zaman zaman ailede kaoslara, bazen mutlu olaylara ya da kıskançlıklara neden oluyor. Kitaptan kafama kazınan ve okurken gözyaşlarıma engel olamadığım cümle “Aile, bitince asla tekrardan yapamayacağın bir yemektir.” Bu cümle, annemi kaybettikten sonra çocukluk evimizi kapatmak zorunda kalışımızı hatırlattı ve beni çok yaraladı. Öyle ya kendime ait bir ailem vardı ama annem, babam ve kardeşlerimden oluşan o çekirdek aile artık yoktu ve bir daha da asla olamayacaktı.
Kuş Kadın/ Finty Petra
Bu kitabı çok ama çok sevdim. Zaten Magda Szabo nedeniyle Macar edebiyatına bayılırdım, bu tanımadığım yazarı keşfetmek harika oldu. Kitaba geçmeden, eğer bir Magda Szabo kitabı okumadıysanız okuma serüveniniz çok eksiktir söyleyeyim. Bütün sorunlarını doğada çözmeyi hedefleyen bir kuş bilimcinin intiharından tam 20 yıl sonra kızı Lea, hikâyenin gerçeklerini öğrenmek zorunda kalacaktır. Lea, annesinin değerini ama kaybetmesinin de an meselesi olduğunu bir bisiklet kazasında keşfedecektir. Kuşları kardeşi gibi hisseden bu kadının hikâyesini ben başta da dediğim gibi çok sevdim.
Napoli Romanları Dörtlemesi
Elene Ferrante adıyla yayınlanan bu dörtlememin yazarının kimliğini bir tek yayıncısı biliyor. Dörtlemenin üç kitabını soluksuz okudum. Dördüncüsü mart sonunda çıkacakmış, bunu bizzat çevirmeninden öğrendim ve kendisini “Çabuk çabuk çevir!” diye sıkıştırmaktayım. Lenu ve Lina adlı Napoli’nin fakir bir semtinde yaşayan iki kız arkadaşın küçüklüklerinden, ergenliğe ve yetişkinliklerinde de, Lina’nın kaybolmasına kadar devam eden 60 yıllık bir hikâye. Benim şubat ayıma Lenu ve Lina damga vurdu diyebiliriz. Okumadığım zamanlarda özledim onları desem yeridir; inanın özledim.
İlk Kitap: Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım
İkinci Kitap: Yeni Soyadımın Hikâyesi
Üçüncü Kitap: Terk Edenler ve Kalanlar
Dördüncü Kitap: Kayıp Kızın Hikâyesi (Yayınlanacak)
Lale Celepoğlu