Ölüm Korkusu Üzerine

Herkes neden korkar? İnsanın başına en kötü ne gelebilir? Sahip olduklarımızı kaybedebiliriz. Sevdiğimiz insanların kayıplarını yaşayabiliriz. Yakınlarımız ölebilir. En sonunda da biz ölebiliriz. İnsanlığın her türlü korkusunun ardında yok olma korkusu vardır. Bu kendini beden ve zihin olarak tanımlayan kişinin kaybolmasıdır.

Kelimelerden de anlaşılabileceği gibi ortaya kaybetmek anahtar kavramdır. Kaybedilecek bir şey olduğuna göre sahip olunan bir şeyler vardır elbette. İnsanlık tarihini şöyle bir incelediğimizde görürüz ki, iki büyük devrim insanlığın genişlemesine sebep olmuştur. Tarım devrimi ve rasyonel düşüncenin gelişimi. İnsan tarım devrimi ile biriktirmeye ve sahip olmaya başlamış, düşüncelerini kullanarak sahip olduğu nesneleri nasıl koruyabileceğini ve daha fazlasını nasıl elde etmenin yollarını bulmuştur. Bununla da yetinmemiş sahip oldukları ile kendini tanımlamaya başlamıştır. Sadece bedenin hayatta kalması ile çıkılan yolda, sahip olduklarımızla ölesiye özdeşleşmek bir alışkanlık haline gelmiştir.

Bu hayat düzeni o kadar kanıksanmıştır ki, bir süre sonra bu oyunun yapısı ve kuralları neredeyse hiç sorgulanmaz, yargılanmaz bir hal almıştır. Bir iki farklı bakış açısı çıksa bile mevcut oyun planını düzeltmek veya iyileştirmek üzerine çabalardan öteye geçilememiştir. Kökten bir değişiklik ancak en derine inip,  tüm bu oturmuş mekanizmanın ardındaki dinamikleri keşfederek olabilir. Sahip olma düşüncesinden özgürleşmek veya tüm düşüncelerden…

Düşünce asla yeni değildir. Kaynağı geçmiş bilgi ve deneyimlere dayanır. Düşünceler bize evleri, arabaları, cep telefonlarını üretmeyi sağlar. Ancak korkuların ötesine geçmemize katiyen izin vermez, veremez. Onun tek bir görevi vardır: Bedeni hayatta tutmak. Oysa her benden bir gün toprak olacak; her ruh bir gün ışık olacak… Elde olan tek gerçek ise şu anda hayatta olduğumuz. Diğer gerçek ise korku ile yaşadığımız her an yaşamıyor oluşumuz. Ne kadar ironik! Kaybetmekten en çok korktuğumuzu yaşamı dolu dolu yaşamamak. 

Nereden başlamalı?

İlk soruyu sorun: Kesinlikle bir sene sonra öleceğinizi bilseydiniz şimdi neler yapardınız?
Geçiştirmeden, gerçekten öldüğünüzü hayal ettiğinizde büyük bir rahatlama içerisine gireceksiniz. Hiçbir sahip olma arzusunun ve kaybetme korkusunun kalmadığı bu durumda hayatınızda belki de ilk defa özgür hissedeceksiniz kendinizi. İşte bu pratiği her sabah yaptığınızda düşünceler duracak.

Ölüm karşında düşünceler ne yapabilir? Sizi ancak bu pratiğin ne kadar saçma olduğuna ikna etmek isteyen bir iki düşünce ortaya çıkabilir, o kadar.

Büyük travmalardan sağ kurtulmayı başaran insanların sonrasında hayatlarını büyük bir minnet duygusuyla dolu dolu yaşadıklarına dair sayısız hikayeler var. Bunun için bizim de travma yaşamamıza gerek yok. Samimi bir şekilde pratiğe devam ettiğinizde iç dünyanızdaki huzur dış dünyanıza da yansımaya başlar. Yaşamın var olmasını sağlayan ölüm, sahip olma arzusu ve kaybetmeme korkusu gibi kavramlara tamamen farklı bir şekilde bakmaya başlarız.

İşte bu hakiki özgürlüğe giden yoldur.

Deniz Öztaş

Önceki İçerikErbil’de Bir Kitap Kafe: The Book Cafe Erbil
Sonraki İçerikKorona Günlüğü: Evinde Kal Türkiye’de 1. Hafta
Deniz Öztaş
TED Ankara Koleji, ODTÜ Makine ve ODTÜ İşletme Yüksek Lisansı ile 18 senelik eğitim hayatında öğrendiklerini 2006 sonrasında unutma sürecine girip, yeniden öğrenmeyi seçti, yeniden bir yolculuğa başladı. Bir nefeslik mola verilen durakta kendini öğrendiklerini uygulama ve paylaşmak amacıyla araştırmaya ve yazmaya başladı… Önce insanoğlunun hayatında önemli bir yeri olan bilinçaltını inceledi. Daha sonra bireylerin de ötesinde onları derinden yönlendiren kolektif bilinçaltına merak sardı… 2014 yılında Bilgi Üniversitesi İşletme Fakültesinde Öğretim Görevlisi olarak dersi vermeye başladı. 2011 yılında tanıştığı Psikolog Bert Hellinger’in çalışması Aile ve Organizasyon Sistemi Terapisi konusunda eğitimleri Svagito Liebermeister ve Ralph Willmann‘dan aldı. Hem şirketlere hem de bireylere uygulanabilen Aile ve Organizasyon Sisteminin Uygulayıcısı olarak çalışmaya devam ediyor. Yasemin Sungur ile tanıştığı 2010 yılından beri ondan aldığı ilhamla MARTIDAŞ Öztaş olarak yazılarını paylaşmaya devam ediyor. Gezmeyi, kitap okumayı ve film seyretmeyi çok seviyor.