O günü çok iyi hatırlıyorum…
Oyuncak Müzesi’nde Sayın Sunay Akın’ın “Kitap ile Sohbet” masamıza konuk olması, doyumsuz sohbeti, sevgili Yasemin Sungur’un bana “bu sohbeti dergi için sen yazsan ne güzel olur” demesi, benim bu teklifi seve seve kabul etmem, akşam bilgisayarımın başına geçip aşağıda okuyacağınız satırları yazmam (ama o kadar etkilendiğim bir sohbetti ki bunu tam yansıtamadığımı düşünüp), yazdıklarımı beğenmemem ve dergiye göndermeyişim…
Hani çok değerli bir şeyinizi kaybeder ondan umudu keser artık aramazsınız bile, yani gerçekten unutursunuz, aylar sonra birden o şey ortaya çıkar ve çok mutlu olursunuz ya; işte bugün 21 Nisan 2017 tarihli aşağıda okuyacağınız yazıyı bulunca o duyguyu yaşadım, o güne gittim ve yazımı hiçbir değişiklik yapmadan bugün sizinle paylaşmak istedim.
Bu da yazı #tbt si olsun.
“Türkçe bilirsiniz, İngilizce bilirsiniz, Fransızca bilirsiniz, Almanca bilirsiniz… Bu listeyi uzatmamız mümkün. Peki kaçımız oyuncakça biliriz?
Her hafta çarşambaları Oyuncak Müzesi’ndeki “Tanrılar Okulu” buluşmalarımız yaklaşık altı aydır devam ediyor. Bana kitabın kaçıncı sayfasındasınız diye soranlara “yetmiş” deyince şok oluyorlar ve ilk söyledikleri “Altı ayda sadece yetmiş sayfamı okudunuz?” oluyor ama yanıldıkları bir konu var ki, bu sade yetmiş değil… Belki ikinci turun yetmişi, belki üçüncü, hatta dört, belki de beş…
Son buluşmamızda masamızın başında toplanıp kitabımızın içine dalmak için hazırlanırken Oyuncakça bilen adamın günaydın diyen sesiyle günümüz daha da bir aydı.
“Yasemin biliyor musun senin yaptığın bu işi ilk Cemal Süreyya yapıyordu” dedi davetimizi geri çevirmeyip masamıza otururken.
Biz mest…
“Normal olmak özellik oldu. Kitap mı okuyorsun, yapma ya ciddi misin, süpersin diyorlar, halbuki bu normal” diye ekledi ve konu geçmişe, çocukluğa gitti.
Babasının “Superman” olduğunu düşünen ve babasının bütün beyaz fanilalarının tam ortasına siyah kalemle kocaman “S” harfi çizen çocuğu, İstanbul’a yerleştiklerinde babasının elinden tutup götürdüğü ilk yer Arkeoloji Müzesi olmuş. Bu çocuğun eve geldiğinde yaptığı ilk işte bir çekmeceyi boşaltmış içine ufak kutular yerleştirmiş ve o kutuların içine de annesinin takılarını… Sonra o çekmeceyi almış bu benim müzem demiş ve kapının önüne koymuş. Tabii bu ilk müze girişimi annesinin takılarının sokak ortasında sergilendiğini görmesine kadar sürmüş…
Masal müzesi dedi sonra, “Hazırlıklar bitiyor açılacak yakında, görünce bayılacaksınız rafları hep kitaplardan.” Andersen’in Türkler için söylediği çok güzel bir sözden bahsetti, kocaman bir heykelini yaptırdım müzeye diye de ekledi.
Bu satırları yazarken Andersen’in Türkler için söylediği sözü Google’da arattım ama maalesef sadece Pamela Anderson’ın söyledikleri çıktı.
Oyuncakça bilenlerin tüm dünya da çoğalması dileği ile…
Not: “Superman”ler asla ölmez…
Arzu Savaş