Bugünlerde iç yolculuklarım Yeşilçam yolu üzerinde. Bir gün Dönüş’le, Dila Hanım’la hüzünleniyorum; bir gün Kemal Sunal ile neşeleniyorum. Daha bir sıcaktayım. Onların yakın duruşundan bu sıcaklık, biliyorum… Şimdiki zamandan daha uzaktayım. Bu mesafelerin şiddetiniyse film bitince hissedeceğimi bilmek nedense üzücü oluyor. Pardon, ‘nedense’ fazla oldu cümleme. Oradaki samimiyeti, gerçekçiliği bulmakta zorlanacağımı ummaktan hepsi… Umudu tükenmiş bir genç değilim elbette ama umutlarımla her gün savaşmak zorunda kalıyorum: Kötü haberin eksik olmadığı ülkem, diğer ülkelerde yaşanan gerginlikler, savaşlar, açlık, sefalet hepsi yoruyor…
Ama iyilik, güzellik, hoşgörü, adalet her an yüz yüze onlarla. Yılmadan, soluklanmadan, hep taze yüzüyle karşılarında. Yalnız ben bugün kötü gidişattan ya da buna sebep olanlardan bahsetmeyeceğim. Aksine insandan söz edeceğim. Asıl konu olan ‘insan’. Her bi şeyi başlatan, kuran, isterse yarım bırakan, isterse ortadan kaldıran insandan, insanın gücünden… Gücümüzü ya da güçsüzlüğümüzü heybemize koyarken aslında sermayemizi oluşturmamız, o sermayeyi de duygularımızla oluşturuyor olmamız bizi kendimize tanıtıyor. Duygusal sermaye hayatın her bir yanında. Gerçi duygusal deyince kimileri için hayalci gibi gelebilir ama hayal kurmak hepimizin hakkı, ihtiyacı. Gelin siz bir de bunu bir iş adamı ile bağdaştırın.
Benim küçüklükten kalan bir iş adamı imajım vardır kafamda: Takım elbiseli, kravatlı, herkesten daha ciddi, elinde dosyalar, zaman zaman deri koltuğuna uzanmış sessiz ve derin yeni fikirler peşinde olan biri -biriydi daha doğrusu-. Onların yazdığı ya da onlarla ilgili yazılan kitaplar da onlar gibi ciddi, bana göz ucuyla bakan terimlerle dolu gibiydi. Bense onlara bakarken başımı göğe bakacak gibi kaldırır halde bulurdum. Bazen o kitapları hızlıca kapatıp uzaklaşmak gelirdi içimden. Ama bu defa farklı bi şey buldum ben: İşte bahsettiğim ‘duygusal sermaye’. Bir iş adamıyla aynı cümle içinde olan duygusallık. Garip geliyor değil mi? Mehmet Semih SÖYLEMEZ adlı iş insanı, bütün bu imajı yıkmak istercesine kitabında o daha az çekici konular yerine güvenden, saygıdan, duyarlılıktan, tecrübelerinden, samimiyetten söz ediyor! Özneye hep insanı koyuyor.
Evet, bir iş adamı o. Onun da dikkat çekmek istediği konu, öznenin aslında hep insan olduğu ama bu algının değiştiği dünyamıza şöyle bir bakmak. Bu niyetle yola çıkan yazarımız kitabını yazarken tek bir kişiye bile faydalı olmanın kendisi için son derece önemli olduğunu tüm içtenliğiyle vurguluyor.
Sizce de öyle değil mi? Okulda, sokakta, işte, bir bankada, sıra beklerken insan ve yine insan. Düşünen, sorgulayan, var olan insan…Teknoloji ne kadar gelişse de, büyüse de, yoğun olsa da özne yine insan, yine insan. Yazarımız da kendisi için şirketini ya da yönetici olmasını bir yana bırakmış ve her şeyden önce insanız demiş. Kendi edindiği tecrübeleri samimi bir dille anlatmış. İlk iş deneyimini 15 yaşında yaşamış ve hayatında o zaman çok farklı bir pencere açılmış. Bence yazarımız için çok büyük bir avantaj olmuş. Bazı tecrübeleri küçük yaşta yaşamak ve atlatmak ne olursa olsun her zaman avantajdır fikrimce. Küçük yaştan bu yana işin içinde olması ve işine severek sıkıca sarılması ona sadece ‘iş’ gözüyle bakmamış, ‘üretim yapıyoruz, sanat icra etmiyoruz’ görüşünden uzak durmuş ve bir ayrıcalığa ulaşmış, güzel olanla ilgilenmiş. Burada önemli bir konu da babasının destekleyici ve yol gösterici olmasıymış. Oradan gelen gücü hepsinden önemli buluyorum ben.
Üretim yaparken de doğaya ve ekosisteme zarar vermeden üretim yapılmasını savunmuş. Bizden sonraki kuşaklara nasıl bir dünya kalacak, nasıl bir dünyada yaşamak isteriz’in üzerinde çok durmuş. Karayolu kenarında mezarlık gibi duran boş fabrikaların ne kadar iç acıttığına, buharlaşan değerlere dikkat çekmiş. Bunlar bizim ortak derdimiz. Bir fabrikada iş durmuşsa, çalışanlar işsiz kalmışsa, üretim yoksa, dışa bağımlı olmamız için bir neden daha çıktıysa ortaya bunlar bizim ortak dertlerimizdir. Teknolojiye yenik düşmüşse bazı iş yerleri, yeni efendiler doğmuş biz onların gölgesinde kaldıysak bunlar bizim ortak derdimiz. Ama yazarımızın da dediği gibi teknoloji, belli bir amaca hizmet eden araçtan başka bir şey değildir. Elimizde aletlerimiz olduktan sonra, bunları da doğru biçimde, doğru amaçla kullandıktan sonra başka efendilere ihtiyacımız da olmaz.
Rakamlar Konusu
Bu rakamlar konusu beni hep soğuk bakmaya itmiştir. Çünkü ben bu soğuk dünyadan ziyade harflerin sıcaklığında kalmayı sevenlerdenim. Ama elbette rakamlardan da kaçılmıyor. Onlar harflerden daha bi varlar, netler. Herkesçe anlaşılmaya hazırlar, kurguya kapalılar, somutlar. Enflasyon, işsizlik, GSMH kısaca ekonominin göstergesi ve olmaya da devam edecek. Ama öznesi olan ‘insan’ hiç değişmeyecek. Harfler anlatacak bunların hepsini bir bir. Yazarımız da zaten kendi şirketinde rakamların sona gelen sıfırlardan ziyade insanı önemsemiş, böylece kazancın geri dönüşünün daha yerinde ve huzur verici olduğuna dikkat çekmiş. Kim istemez böyle patron? :)
Ülkemizde biliyoruz ki birçok işsiz var ve istihdam edilenler de ya eksik istihdamda ya da işinde çok mutsuz ama yine de devam ediyor işte. Gelir adaletsizliğinin bu kadar yüksek olduğu ülkem insanı nasıl işini riske edebilsin? -Belli bir kesim için söylüyorum bunu ki bu kesimin de hafife alınamayacak bir kesim olduğu aşikardır.- Bu mutsuz olunan işlerde çalışmak okul sıralarında baş gösteriyor aslında. İstemediği bölümleri okuyan gençler mutsuz mutsuz o bölümde devam ededursun, asıl istediği alana hep birkaç adım geride ya da artık onu da istemiyor. Yani böylelikle iş sahası daha mutsuz bir toplum, işini sevmeden yapan insanlarla doluyor. Toplumsal maliyeti epey yüksek bir sonuç bu ve rakamlar çare olamıyor bu sorunlara. Sevmek yatıyor en derinde. O hepimizin ortak noktası olan ‘sevgi’.
Ben Mehmet Semih Söylemez’i daha önceden ismen biliyordum, okulumuza geldiğinde daha yakından tanıma fırsatı buldum. Mütevazi ve içten bi insan, kitaptaki gibi. Böyle bir iş adamının olmasını bilmek, yakından şahit olmak da benim için güzel bir deneyimdi.:) Salonda konuşmacı olarak bir de söz etmeden asla geçemeyeceğim Doğan CÜCELOĞLU vardı. Salon tıklım tıklım dolmuştu. Bize büyük resimlerimizden bahsetti zamanı yettiğince. Hepimizde bi pırıl pırıllık tabii. :) Düşündürdü, gülümsetti, hüzünlendirdi zaman zaman…
[…] Cemile SÖNMEZ […]