1980’lerin başında bir gazetede küçücük bir haber okumuştum. Ünlü şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın ismini taşıyan bir plâket, Paris’te şairin bir zamanlar müdavimi olduğu ve sanatçılar kahvesi olarak da bilinen La Closerie des Lilas’da bir masaya çakılmıştı. Tören Türkiye’nin Fransa Büyükelçisi ve kentin Belediye Başkanının katılımıyla gerçekleşmişti. 171 Bld Montparnasse 75006 Paris adresini de, belki bir gün giderim diye bir kenara not etmiştim.
Bu kafeye ilk gittiğimde yıl 1995’ti. Burası, daha sonra Paris’e her gidişimde uğradığım mekânlardan biri oldu.
La Closerie des Lilas, Montparnasse Bulvarı üzerinde bir apartmanın ilk iki katında yer almakta. Giriş katı tipik bir Bulvar kafe-barı olarak düzenlenmiş. Üst katta ise, Parizyen bir dekorla süslenmiş duvarları olan lokantası var.
Kafe-bara girdiğimizde, ahşap masalarda her yaştan ve milletten turistler ve Parisliler yerleşmiş, bir taraftan kahvelerini yudumluyorlar, bir taraftan da kitap ve gazete okuyorlardı. Masaların üzerindeki küçük plâketlerde buranın müdavimi olan sanatçıların isimleri yazılıydı. Kimler yoktu ki… Henri Miller, Picasso, Renoire, Hemingway, Modigliani ve niceleri. Hatta Hemingway’in “Güneş de Doğar” adlı kitabını bu kafede yazdığı söylenir.
Masalardaki plâketleri incelerken garsonlardan biri yanımıza geldi ve kimi aradığımızı sordu. Biz de ‘Yahya Kemal’i’ deyince hemen şairin isminin bulunduğu masayı gösterdi. Şairimizin masasını görmek bizi çok heyecanlandırdı. Yahya Kemal masasını Yunan asıllı Fransız ozan Jean Moréas ile paylaşmakta. O kadar dalmışız ki, masada bir müşterinin oturduğunu fark etmedik. Bizim bakışlarımız üzerine “bu şair size ilgilendiriyor herhalde, buyrun masa sizin” dedi ve kahvesini, kitabını alıp bir başka masaya geçti.
Kahve ve pastamızı getiren garson bu mekânın 1847’de yapıldığını, o tarihte Paris’in şimdiki kadar büyük olmadığını, bu civarın kırlık bir bölge olduğunu anlattı. Eskiden alt kat lokanta, üst kat da otel olarak kullanılıyormuş. Pek çok kez tamirden geçmiş ama özgün yapısı hiç bozulmamış.
Garson bizi şairimizle baş başa bıraktı. Biz de bu mekânın Yahya Kemal’e kim bilir hangi şiirinde ilham kaynağı olduğunu düşünerek, fonda çalan Fransız şansonları eşliğinde kahvelerimizi içtik.
Paris her ne kadar sanat, edebiyat ve moda ile tanımlansa da bu kenti anlamak için önce bulvar kahvelerini gezmek lazım. Şüphesiz Paris’teki tek sanatçı kafesi La Closerie des Lilas değildir. St Germain’deki Cafe Flor, Les deux Magot ve daha niceleri ünlü edebiyatçılarla birlikte anılırlar.
Bu kafeler başka yerlere taşınmazlar, dış görünüşü hatta iç dekorasyonları hiç değişmez. Hep sanat ve edebiyatla iç içedirler. Hatta Les Deux Magot 1933’den bu yana “Le Prix des Deux Magots” adıyla bir edebiyat ödülü vermektedir.
Türkiye’de yavaş yavaş büyük şehirlerde bu konuda bir hareketlenme var ama tabii ki yeterli değil. Bu konuya küçük kentlerde hatta kasabalarda da el atılması lazımdır. Örneğin bir Safranbolu seyahatimde Yörük köyünde o köyden yetişmiş olan ünlü sanatçıların isimleri sokaklara verildiğini görmek beni çok mutlu etmişti.
Sanatçıların oturdukları masalara, yaşadıkları evlere “burada falanca sanatçı yaşadı” ifadesini taşıyan küçük bir plâket konmasının kentin kültür hayatına büyük bir farkındalık katacağına şüphe yoktur.