Pencere Önündeki Hayat

Kışın ilk günleri… Henüz kar yağmamış. Nergisler, çoktan terk etmiş köyü. Dağın başında, sıvaları dökülmüş, duvarları yıkık dökük bir ev. Pencerenin önünde, yüzü biriktirdiği acılarla buruşmuş, gözleri çökmüş, yükü sırtını bükmüş bir ihtiyar. Soba sabaha karşı söndüğünden dizlerini sıcak tutsun diye yün battaniyesine sarınmış. Biraz sonra kahveci Hasan’ın oğlu gelip sobayı tüttürecek. Demli çayının yanına peynirini katık edecek yaşlı adam. Elinde karısından kalan ahşap tespih, oturuyor camın önündeki zümrüt yeşili koltuğunda.

Gün batıp da etraf kararıncaya kadar neyi izliyor bu ihtiyar? Kimi bekliyor ay çıkana kadar? Evvelden başladı Ahmet Amca’nın çilesi. Bir gece yarısı jandarmalardan oğlunun nehirde ölü bulunduğunu öğrenir Ahmet Amca. Bundan gayrı hayatı eskisi gibi olmaz. Geliniyle 15 yaşındaki torunu İshak kalır oğlundan geriye. Ahmet Amca o vakitler sağlam, gücü, kuvveti yerinde, tarlasını ekip biçer. Gelini de sözünden çıkmaz ama İshak alışamaz tarlaya tapana. Babasının ölümünden sonra söz dinlemez. Annesine çektirmediği  kalmamıştır. Dedesiyle annesi tarlada iş görürken İshak, dağ bayır gezer.

pencere önündeki hayat

Bir gün annesi tarladan sonra bulgur pişirip koyar sofraya. Yanına da birkaç parça turşu… İshak beğenmez, kaşığını atıp kalkar oturduğu şilteden. Annesi Asiye Hanım’a bu adı verirken sanki bilir çok acı çekeceğini. İsmi gibi acılı bir kadındır o.

Bir vakit sonra dayanamaz çektiği çilelere. Sabah ezanından önce çıkar evden. Sabahın ayazında yürür nehre doğru. Kocasının cansız bedeninin çıkarıldığı suya bırakır kendini. Geriye oyalı yazması kalmıştır kıyıda.

Köylü şaşmıştır. Herkes çok acı çektiğini, hayırsız oğlunun çare bırakmadığını konuşur. Yaşanılanlardan yükün en ağırı Ahmet Amca’ya kalmıştır. O bunda sonra torununa sahip çıkacaktır.

Annesi de dünyadan göçünce kimseyi dinlemez İshak. Dedesi geç vakitlere kadar çalışırken, o kahvede taş oynar. Geceleri geç gelmeye de başlar İshak. Bir defasında kamyoncu Halil’e uyup kafayı çekmeye gider. Sonra evin yolunu bulamaz da, dedesi bulur getirir.

Ahmet Amca hasat için erken vakitte gider tarlaya o sabah. Yıllardır didinmekten gözündeki çalışma azmi kaybolmuştur. İshak ikindi vakti dedesi tarladayken bir torbaya üstünü başını koyar. Eline geçeni torbaya atarken babasının fotoğrafını görür pencerenin kenarında. Ona ağır gelmiştir köy hayatı. Kendine gelip cebinden çıkardığı buruşuk kâğıda bozuk yazısı ile bir şeyler karalar, masaya bırakır. Son kez bakar çocukluğunu geçirdiği eve. Sonra da çıkar evden. Gidiş o gidiş, bir daha evin yolunu bile hatırlamayacaktır belki. Ahmet Amca tarla dönüşü masanın üzerinde o kâğıdı bulduğu günden beri kendine gelemez. O gün bu gündür camın önünde bekler durur torunu İshak’ın geleceği günü. İshak’ın bir gün gidecek olursa bir daha gelmeyeceğini ta o vakitler bilir Ahmet Amca. Gelmeyecek biri için yıllarını geçirmiştir o cilası dökülmüş pencerenin önünde.

Nihayet gelir Hasan’ın oğlu, kuru odunlarla harlatır sobayı. İsli çaydanlığa da su koyar geciken kahvaltı için. İhtiyara kapının yanındaki yüklükten bir çift yün çorap, yakası eskimiş bir gömlek çıkarır. Ahmet Amca’nın elini, yüzünü, yaşaran gözlerini temiz bezle siler.

Ahmet Amca delikanlıyı gördükçe torununu hatırlar. Onunla şefkatle ilgilenen torunu olsaydı ya. Tırpan sallamaktan yorulmuş buruşuk elleriyle delikanlının ellerine uzanır. Titreyen elleriyle bir şeyler anlatmaya çalıştığını anlamıştır delikanlı. Söyleyemedi Ahmet Amca tek söz söyleyemedi. O an Ahmet amcanın buruşuk yanaklarından tüm dünyadaki ihtiyarların mahcubiyeti ve yalnızlığı akıyordu.

Aysun Bahar Asar

Önceki İçerikOkurun Gözünden: Deniz Gezgin’in Romanı Ahraz ve Günahlarımız
Sonraki İçerikCarl Gustav Jung: Psikolojinin Dahi ama Dışlanmış Çocuğu

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz