–Philip Seymour Hoffman anısına…
20. yüzyılın en çok tartışılan, eleştirilen, sevilen ancak en az anlaşılan yazarlarından biridir belki de Capote. 1924 yılında dünyaya gelmiş olan Capote, sorunlu bir çocukluk yaşamış ve genç yaşta kendini edebiyat ve sanat dünyasına vererek zamanının yenilikçi isimlerinden biri olmayı başarmıştır. Amerika’nın en çok satan dergilerinden The New Yorker’da araştırmacı yazarlık yapan Capote, uzun zaman bu dergideki makaleleri ile tanınmış, sadece yazar kimliğiyle değil, araştırmacı, eleştirmen ve sanatçı kimliğiyle de jet sosyetenin kalbinde yer almıştır. Capote alaycı kimliği, eleştirel bakış açısı, açık sözlülüğü, modaya olan düşkünlüğü ve derin edebiyat bilgisiyle çağdaşlarının hem övdüğü hem de yerdiği bir adam olmuştur. Zeki ve kıvrak esprileri, kendine özgü o tiz ve çocuksu sesi, çalkantılı duygu dünyası ile Truman Capote orijinal bir karakterdir denilebilir. Karakterin üzerinde durmak gerekir çünkü Capote’nin anlam ve duygu dünyası kendisinin olaylara bakış açısını belirlemiştir. Philip Hoffmann’ın efsanevi Capote karakterini neredeyse kusursuz bir şekilde canlandırması da Capote hayranlarını memnun etmiştir. Zira Capote canlandırması hiç de kolay bir karakter değildir.
Filmin esas konusu olan In Cold Blood romanı Truman’ın hayatını tümden değiştiren, onun o güne kadar inandığı değerler dünyasını alt üst eden trajik bir kitaptır. Capote, çağdaşlarının aksine The New Journalism akımına burun kıvırır ve yazdığı bu kitabın aslında bir roman olduğunu, gazetecilikle ilgisi olmadığını söyler. Truman Capote ne derse desin, In Cold Blood Yeni Gazetecilik ekolünü başlatan öncü eserlerden biri olarak kayıtlara geçmiş bir araştırmacı gazetecilik örneğidir. Nitekim yayınlandığında Amerika’nın en prestijli gazetecilik ödülü olan Pulitzer’e aday gösterilmiştir. Capote, bu yolculuğa kendisinin Alabama’dan çocukluk arkadaşı olan ünlü yazar Harper Lee ile çıkmıştır. Romanı yazdığı altı yıl boyunca da Lee’nin desteğini almış, onun kendisini en çok anlayan insanlardan biri olduğunu söylemiştir. Truman Capote In Cold Blood romanına tam anlamıyla kalbini vermiştir ve ortaya çıkan eser de bu tutku ve sabrın somutlaşmış halidir.
Filmde dikkat edilmesi gereken en önemli unsur izleyiciye çizilen Amerika portresidir. Filmde iki tür Amerika karşımıza çıkmaktadır. Birinci Amerika öldürülen ailenin ve Dewey’nin temsil ettiği güvenli ve muhafazakâr Amerika iken; diğeri ise Perry Smith ve Richard Hickock’un temsil ettiği ekonomik ve toplumsal nedenlerden ötürü ahlâki değerlerden yoksun, dışlanmış ve azınlıkların içinde feryat ettiği bir Amerika. Nitekim Perry Smith Kızılderili bir birey olarak yaşadığı toplumda azınlık olarak büyümüş ve sürgünde geçen bir çocukluk, gençlik kısacası bir hayat yaşamıştır. “Ahlâklı” beyaz Amerika ikinci bir Amerika’nın oluşmasından, toplumsal çöküşten ve bozukluktan Smith ve Hickock gibilerini suçlar. Muhafazakâr beyazlar toplumu ikiye bölen ve iyi-kötü, düşük-yüksek, zengin-fakir olarak onları ayıran bu düşünceleri kendilerinin ürettiklerinden bihaber bu “ahlâksızlığı” yok etmek isterler. Bu yüzden herkes Kansas cinayetinin peşine bu kadar çok düşer çünkü adalet bu azınlıkları ipte sallandırmalı ve onlara Amerika’nın güvenli, yaşanabilir ve beyaz olduğu konusunda güvence vermelidir. Capote bu iki uçlu Amerika’nın farkına varır ve makaleyi kitaba çevirme fikri de buradan gelir. Capote, sözde aydın kimliğiyle henüz detaylarını bilmediği bu tüyler ürpertici cinayeti yazmaya karar verir ve bu kitaba beyaz Amerika’nın oldukça hoşuna gidecek, onları azınlıklardan iyice tiksindirecek ve beyazları haklı çıkaracak bir isim vermeyi de ihmal etmez: In Cold Blood yani kılını kıpırdatmadan.
In Cold Blood ile çağının en iyi yazarları arasında yerini almıştır ama günahının ne olduğunu da ancak Smith idam edilirken anlamıştır. Bu onun için hem nimet hem de lanet olmuştur. Truman Capote, Perry Smith öldükten sonra uzun yıllar alkolizmle boğuşmuş, bir daha hiçbir kitabı bitirememiş ve hayatı boyunca pişmanlık duyup vicdan azabı çekmiştir. Bu noktada Capote için Kansas olayı bir kırılma, farkındalık yaratan bir dönüm noktası ve düşüştür. Capote düşüşü yaşar ve aslında bu beyaz Amerika’nın düşüşüdür. Beyaz Amerika kendi sözde ahlâki değerlerinin çöküşüne şahit olmuş ve Capote ile birlikte düşmüştür. Bitmemiş bir kitabının ve ona ithafen filmin son sözleri de bu trajik düşüşü özetler niteliktedir: “Kabul edilen dualara, edilmeyenlerden daha çok gözyaşı dökülür.”
Tür: Biyografi, Dram
Yıl: 2005
Süre: 114 Dakika
Yönetmen: Bennett Miller
Senarist: Dan Futterman, Gerald Clarke
Oyuncular: Philip Seymour Hoffman, Clifton Collins Jr., Catherine Keener
Özet
15 Kasım 1959 yılında Kansas’ta varlıklı bir aile öldürülür. The New Yorker’ın ünlü yazarı Truman Capote, sabah gazetesini okurken habere rastlar ve uzun zamandır yazmak istediği şeyin bu olduğuna karar verir. Editöründen bu makale için kendisini görevlendirmesini ister ve aynı gün To Kill a Mockingbird romanının yazarı Harper Lee ile Kansas’a doğru yola çıkar. Kansas’a haber için giden Truman Capote’nin bilmediği bir şey vardır, o da bu vakanın kendisinin tüm hayatını değiştireceği ve bugün çağdaş edebiyatın devleri arasına giren bir romana ilham kaynağı olacağı. Breakfast At Tiffany’s ve Grass Harp gibi ünlü romanlara imza atmış Truman Capote’nin hayatından bir kesit olan bu film, onun Kansas olayını anlatan In Cold Blood adındaki araştırma kitabını yazış sürecini ve iç dünyasındaki çalkantılarını ele alıyor.